Seyit Rıza idam için meydan aldığında; karanlığa, doğursun da ışık olarak doğsun, Dersim diyarından, her şeye-Sus! işareti yaptıktan sonra acıyı dinlemek isteyenlere ulaşsın, diye şöyle haykırdı: Evlad-ı Kerbelâyıh. Bı hatayıh. Ayıptır, zulümdür, cinayettir (15 Kasım 1937/ Elazığ).
Haykırdığı sözler karanlıkta yankılanırken “Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.”, sözleriyle dün vermez tavrını mühürledi; tam 79 yıl önce…
Ardından rap rap yürüdü; Çingene’yi itti ve ipi boynuna geçirdi; sandalyeye bir tekme vurarak kendi infazını kendi gerçekleştirdi.
Marx, Taş Devri’nden yıldız savaşlarına kadar, insanlar için evrensel bir öyküden söz edilecekse, bu, bir başarının değil, yoksulluğun ve acının öyküsü olacaktır, der. Öyleyse bu anlayışın izinde buluşalım: Dersim Katliamının tarihini, kendimizi resmi tarihin dışına taşıyarak güncelleyelim. Güncellemekle yetinmeyelim, günümüze taşıdığımız bu tarihi, yine günümüzün saldırısından koruyalım.
Acıya ihanet etmeyelim; acının karşısında dâr’a duralım ve acının kavgasını sürdüreceğimize ant içelim.
Ulus devlete geçiş
Ulus-devlete geçiş Batı’daki gibi olmadığı için toprağımda ırkçılık Batı’dan farklı gelişti. Türkiye, kapitalist üretim ilişkileri üzerine bir ulus-devlet kurmadı. Batı’nın ezberini taşıyan bir kadronun yukarıdan aşağıya emir temelli bir programı yaşama dayatmasıyla ulus-devlet oluşturuldu.
Milliyetçiliği maya-yapıştırıcı olarak kullanan bu kadro, zaman yitirmeden, ulus-devlet için gerekli burjuva sınıfını yaratmaya koyuldu. Ulusal burjuva sınıfı yaratılmaya çalışılırken bir taraftan Müslüman Türk köylüsü yurttaş yapılma yolculuğuna çıkarıldı. Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin mal varlıklarının Müslüman Türklere aktarılması için bunlara kültürel ırkçılık uygulandı.
Ötesinde Alevilere, Kürtlere ve Ezidilere uygulanmakta olan kültürel ırkçılığın da biyolojik göstereni yoktur. Alevilere, Ezidilere ve Kürtlere yönelik ırkçılığın sır nedeni, onların yaşama dayattıkları, egemeni örseleyen ve mazlumu-haklıyı koruyan-kollayan ekonomik-siyasal tasarımlarıdır.
Özellikle Alevilik ve Ezidilik söz konusu olduğunda; devletsiz ve peygambersiz bir kültür olması, insanlığın kurtuluş düşlerini canlı tutuyor bulunması, kendisine uygulanmakta olan kültürel ırkçılığın sır nedenleridir, diyebiliriz.
Diğer taraftan Türkiye’de yaşanmakta olan ve uzun yılları kapsayan savaş ortamı, egemen ulusun hızla milliyetçilik ideolojisine sarılmasına yol açıyor. Egemen ulusun milliyetçiliği de ırkçılık için gerekli olan atmosferi hazırlıyor. Belirtmekte yarar var: Uzun yıllar birlikte yaşayagelen halklardan ezilmekte olanı ya da olanları, sistemin kendilerine biçtiği rollere başkaldırmaya başlıyor; bu kez devlet milliyetçi bir propagandaya başvuruyor; süreçte faşist partiler aracılığıyla ezilen halklara yönelik kültürel ırkçılık, acımasız uygulamalarla yaşama taşınıyor.
Demek ki yeni ırkçılık kapsamında açımlanmaya çalışılan kültürel ırkçılığın nedenleri sınıfsaldır: Öyleyse Alevilere, Ezidilere ve Kürtlere yönelik kültürel ırkçılık ya da farkçı ırkçılık-ırksız ırkçılık; sınıflar konumlanmasında, ezilen sınıf ve toplum katlarının demokrasiyi yerleştirmeye ve iktidarı almaya yönelik mücadelelerin yaşama taşınmasıyla göğüslenebilir.
Çok yakın geçmişimiz Cumhuriyet tarihi bile sayısız kültürel ırkçılık kıyımları üretti: Dersim cankırımı, 1978 Kahramanmaraş Cankıyımı, 1980 Çorum Katliamı ve 1993 Madımak’ta insanların canlı canlı yakılması vb. sayılabilir.
Seyit Rıza’nın çığlığı
Seyit Rıza, 1863 yılında Pulur Lirtik Köyü’nde doğdu. 15 Kasım 1937 yılında Xarput’ta altı Dersim ileri geleniyle birlikte idam edildi. Babasının ölümünden sonra Seyit Rıza, Lirtik`ten ayrılarak Tujik Dağı eteğindeki Ağdat köyüne yerleşti. Ağdat köyü, Hozat`ın Sin Nahiyesi`ne bağlıdır.
Seyit Rıza, Batı Dersim aşiretleri içerisinde sözü geçen bir aşiret önderiydi. 1915 Ermeni Kırımı’nda Dersim’e sığınan Ermenilere sahip çıkar ve onları, Osmanlı devletine teslim etmez; soykırımdan kurtarır.
Rus işgali dönemi gelip çattığında Seyit Rıza, Osmanlı hükümetiyle anlaşma yapar. Bu anlaşmaya göre Dersimliler, Rus işgaline karşı Osmanlı’nın yanında yer alırlar. Buna karşılık Osmanlı hükümeti de Dersimlilere silah ve para yardımı yapar. Osmanlı idaresinden aldıkları silah-mühimmatla Ruslara karşı durma karşılığında Dersimlilere bağımsız çatışma hakkı tanınır. Böylece Rus işgal güçlerine karşı savaşta Osmanlı ordusunun emrine girmezler.
Erzincan ve Erzurum’u işgal eden Ruslar, Dersim sınırına vardıklarında Dersimlilerle çatışırlar. Dersimliler Rusların geçişine izin vermez. Erzincan ve Erzurum’u Rus işgalinden kurtarırlar. Ruslar çekildikten sonra, tüm aşiretlere Osmanlı idaresinden madalya ve hediyeler verilir. Kimi kaynaklarta göre ise Seyit Rıza ayrıca ödüllendirilerek Erzincan’da İl İdaresi Üyeliğine atanır.
Koçgiri’de katliam başlayınca Seyit Rıza Ankara’ya karşı tavır alır , Koçgiri’den Dersim’e sığınan Alişer ve Alişan taraftarlarını himayesine alır. Ankara hükümeti Seyit Rıza’dan Alişer ve Alişan Beyleri teslim etmesini ister. Ancak Seyit Rıza bunu kabul etmez.
Dersimli araştırmacı Seyfi Cengiz bu konuda şunları yazmakta; …“Dersim davası uzun süre boyunca Seyit Rıza`nın adı ile özdeşleşmiş, T.C devleti Dersim`e egemen olmak için Seyit Rıza`nın bir suikast yoluyla ortadan kaldırılmasını acil bir tedbir olarak düşünmüş, birçok suikast girişiminde bulunmuştur. Alişer gibi büyük önderler bizzat devlet tarafından tertiplenen suikastlar yoluyla imha edilmişlerdir. Kemalistler, Dersim hareketini ezmek için öncelikle bu hareketin sınırlı sayıdaki en bilinçli ve en kararlı önderini imha etmeyi planlamış, bütün imkânlarını ortaya koyarak bu planı uygulamışlardır da.
Seyit Rıza, görüşmeler yapmak üzere çağrıldığı Erzincan`da tuzağa düşürülüp tutuklandı (5 Eylül 1937). Seyit Rıza’yla beraber 58 kişi Elazığ’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde yargılanır.
Elazığ’da kurulan bu sözde mahkemede sanıklara savunma hakkı dahi verilmez. Mahkeme göstermeliktir zira Dersim’in hükmü çoktan verilmiştir. Dersim ileri gelenleri “isyana teşvik” suçundan yargılanırlar. Ankara’dan gelen emirle mahkeme hükmünü verir. Seyit Rıza ile beraber 6 kişi idam cezasına çarptırılır.
Dönemin Malatya Emniyet Müdürü olan daha sonra da Adalet Partisi Dışişleri Bakanlığı yapan İhsan Sabri Çağlayangil, Sey Rıza’nın idamına tanıklık etmiş biri. Çağlayangil anılarında idam gecesini anlatıyor. Seyit Rıza ve Dersim Aşiret Liderlerinin nasıl hukuksuzca yargılandıklarını çarpıcı şekilde itiraf ediyor.
İhsan Sabri Çağlayangil‘in 15 Kasım 1937‘de idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının idam edildikleri geceyi şöyle anlatmaktadır:
… Aradan aylar geçti, Seyit Rıza ve çevresi yakalandı. Mahkemeleri sürüyor. İşte bu sırada Atatürk Diyarbakır’daki (Pertek olması gerekir y.n) Murat suyu üzerinde yeni yeni yapılan Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki;
“Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim hareketi bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş, Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluları Atatürk’ün karşısına çıkarmalarına meydan vermeyelim.”
1937 yılında resmî tatil günü Cumartesi öğleden sonra. Atatürk Pazartesi günü Elazığ’a gelecek. Bizden istenenler “asılacak asılsın” ve Atatürk’ün karşısına Beyaz Donlular çıktığı zaman iş işten geçmiş olsun. O dönemde Elazığ Valisi Şükrü Bey, Savcı Hatemi Senihi Bey, Emniyet Müdürü Sezerli İbrahim Bey, savcı yardımcısı arkadaşıydı.
Şükrü Sökmensüer, “Sivillerden Emniyet Genel Müdürlüğünün siyasi şubesinden istediklerini al. Atatürk’ün istasyondan halkevine kadar korunması da size ait” dedi. Başta Macar Mustafa olmak üzere altı kişi alıp yola çıktım. Trenle Elazığ’a vardım. Emniyet Müdürü İbrahim Bey’e gittim. Savcı için, “kural dışı bir şey yapmaz, mümkün değil.” dedi.
Savcıya gittim. Durumu kendisine anlattım. Bu konuda Adalet Bakanlığından da bir şifre aldığını, ama mahkemelerin Cumartesi tatil olduğunu, tatilde ise sonuç almanın mümkün olmadığını bana bildirdi. Ve ekledi: “Ben de mahkemeleri etkileyemem.”
Oysa biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için Hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.
Savcı yardımcısı hukuktan sınıf arkadaşım. Bana, “Sen valiye söyle bu savcı rapor alsın gitsin, ben senin istediğini yaparım.” dedi. Biz mahkemenin tatil günü işlemesini ve alınacak sonucun infazını istiyorduk. Savcı, rapor aldı. Arkadaşım vekil olarak savcının yerine geçti. Mahkeme hâkimini evinde buldum. Gittiğinde mahkemenin aldığı kararı yazdırıyordu. Hâkimle konuştuk. Kendisi kararı daktiloya çektirmekle meşguldü. Devir, CHP devri. Herkes çekiniyor.
Hâkim bana, “Cumartesi mahkeme toplanmaz, ancak Pazartesi günü mahkemeyi toplar, kararı veririz. Salı günü de idam hükümlerini yerine getiririz,” dedi.
O zamanlar dördüncü bölgede temyiz hakkı yok.
Abdullah Paşa, sıkıyönetim kumandanı olarak kararı tasdik edecek. O da, “yukarıdaki karar tasdik olunur” demiş, basmış boş kâğıda imzasını. Yukarıya “Abdullah Paşa’nın idamı” diye yazsanız kendisi asılacak. Hâkime dedik ki: “Bu dediğiniz gün Atatürk geliyor. Maksat hâsıl olmuyor ki.”
Hâkim, “başkaca bir şey yapılamaz” diyerek kestirdi attı. Ben de kendilerine sordum:
“Sizin saat 17’00’den sonra davaya devam ettiğiniz olmuyor mu?”
“Ooo, çok oluyor. Gün oluyor, dokuzlara onlara kadar çalışıyoruz,” cevabını verdi.
“Eee, sondan beş saat ihlal ediyorsunuz da baştan beş saat ihlal etseniz, olmuyor mu? Yani Pazar akşamı sahurdan sonra mahkemeyi açarız. Pazartesi günü 00.24’ten başlıyor, dedim.
Hâkim: Elektrikler kesiliyor, dedi. Ona da çare bulduk. Otomobil farları ile hapishaneyi aydınlatırız. Halkevi’ne lüksler koyarız.
Hâkim bu defa; samiin yok, dedi. Ona da çare bulduk. Samiin de getiririz. Kaç kişi asılacak? Onu karardan önce söyleyemem, dedi.
Ama ekledi: Savcı 27 kişinin idamını istedi. Biz ona göre mi hazırlığımızı yapalım? Bilemem, dedi.
Ceza İnfaz Kanunu her asılanın ayrı bir yerde asılmasını, asılanların birbirini görmemesini emrediyordu. Bu şartı da yerine getirmeye çalıştık. Her meydana dört sehpa kurduk. Vali bir de çingene cellat buldu. Gece 12: 00′de hapishaneye gittik. Farlarla çevreyi aydınlattık. Mahkemenin 72 sanığı var. Sanıkları aldık. Mahkemeye götürdük. Çingene de geldi. Adam başına on lira istedi. “Peki” dedik. Sanıklar Türkçe bilmiyor. Mahkeme kararı açıklandı. Yedi kişi ölüm cezasına çarptırılmış, sanıklardan bazıları beraat etmiş, bazıları da çeşitli hapis cezaları almıştı.
Biz Seyit Rıza’yı aldık. Otomobilde benimle polis Müdürü İbrahim’in arasına oturdu. Jeep jandarma karakolunun yanındaki meydanda durdu. Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı:
-Asacaksınız, dedi ve bana döndü:
-Sen Ankara’dan beni asmak için mi geldin?
Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyorum. Bana güldü. Savcı namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk.
-Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz, dedi.
Bu sırda Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu. Ben Fındık Hafız asılırken, Seyit Rıza görmesin diye pencerenin önünde durdum. Fındık Hafız’ın idamı bitti.
Seyit Rıza’yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti:
– Evladı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir, dedi.
Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi. Oğlu yaşında bir subayı öldürecek kadar katı yürekli olan bir insanın bu mukadder akibetine acımak zor. Ama ihtiyarın bu cesaretini takdir etmekten kendimi alamadım. Asabım çok bozuldu. Emniyet Müdürüne;
–Ben üşüdüm, otele gidiyorum, dedim.”
“Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz çökmedim, bu da size dert olsun.” (Seyit Riza)
79 yıldır Dersim Seyitleri’nin mezar yerleri bilinmiyor. Devlet hala mezar yerlerini sır gibi saklıyor.
Dersimliler Seyitlerinin mezarını istiyor.
Esat Korkmaz