“Asimilasyona ve manipülasyona (hileyle yönlendirmeye) aynı anda maruz kalmış her toplum gerçekleri öğrenene kadar yalanları benimseyerek yaşar” DERVİŞ.
Birkaç kez yazdım ama hakikat aşkıyla bir kez daha özetleyerek yazayım; Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran akıl (kadro) nasıl bir devlet, nasıl bir Cumhuriyet ve de nasıl bir toplum (tek ulus) oluşturacağının çalışmalarına Osmanlı Devletinin dağılış süreci yıllarında yani 1918-1919 yıllarında başlar. Bu kadro (akıl) Osmanlı Devleti’nin askeri ve sivil bürokrasisinden yetişen bir kadrodur. Bu kadronun başında Mustafa Kemal Paşa vardır. Bu kadro tarafından 23 Temmuz – 7 Ağustos 1919 tarihlerinde Erzurum Kongresi ve 4 Eylül 1919 – 11 Eylül 1919 tarihlerinde Sivas Kongresi gerçekleştirilir. M. Kemal Paşa gerçekleştirilen bu kongrelerden sonra, Hace Bektaş Dergâhı Postnişini Cemâlettin Çelebi Efendi ile görüşme kararı alır.
Alınan bu karar üzerine, arkadaşlarıyla birlikte 23 Aralık 1919 günü Hace Bektaş kasabasına gelirler. Burada Hace Bektaş Dergâhı Postnişini Cemâlettin Çelebi Efendi ile görüşürler ve Hace Bektaş Dergâhı’nı ziyaret ederler. İkisi birlikte yeni kurulacak olan devletin yönetim şeklini konuşurlar. Bu ziyarette Mustafa Kemal Paşa Dergâhın desteğini alarak Ankara’ya döner. M. Kemal Paşa Ankara’ya döndükten sonra, Osmanlı Devleti ve hükümeti İstanbul’da hüküm sürerken, Anadolu’da yeni bir hükümetin kurulması için çalışmalara başlar. 17 Mart l920 tarihinde Ordu komutanlarına bir genelge göndererek Meclisin Ankara’da toplanmasının gerekli olduğunu bildirir. İstanbul’dan kurtulmayı başaran mebusların en kısa zamanda Ankara’ya gelmelerini ister.
Yeni seçilen mebusların ve İstanbul’dan gelen mebusların Ankara’ya ulaşmasından sonra, 23 Nisan 1920 tarihinde Birinci Meclis’in ilk toplantısı (açılışı) Ankara’da yapılır. Bu toplantıda meclise “Millet Meclisi” adı verilir (Bir süre sonra bu Meclise Türkiye Büyük Millet Meclisi adı verilecektir). Ertesi gün yapılan toplantıda Mustafa Kemal Paşa bu meclise başkan seçilir. Ankara’da TBMM’nin oluşturulmasıyla ve başkanının seçilmesiyle birlikte bu tarihten itibaren İstanbul hükümeti dışında Anadolu’da yeni bir meclis ve hükümet ortaya çıkmış olur. TBMM’nde 29 Nisan 1920 tarihinde “Hıyaneti Vataniye Kanunu” çıkartılır. 29 Nisan 1920 tarihinde çıkartılan yasayı uygulamak üzere 11 Eylül 1920 tarihinde özel mahkemeler olarak TBMM üyeleri arasından oluşturulan İstiklal Mahkemeleri kurulur.
Yalnız 20 Ocak 1921 tarihinde Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası) çıkarılıncaya kadar Osmanlı Kanun-u Esasi’sine uyulur. TBMM tarafından kabul edilen birinci Anayasa 20 Ocak 1921’de yürürlüğe girer. 1921 Anayasası, 23 madde ve bir ayrık maddeden oluşur. 1921 yılında (Mart ve Haziran ayları) Sakallı Nurettin’in Ordu Komutanı olduğu, Topal Osman çeteleriyle Koçgiri’de (Kürt-Alevi) katliamı yapılır. 1 Kasım 1922 tarihinde alınan bir kararla Osmanlı Devleti’ne son verilir. TBMM, 1 Nisan 1923 tarihinde seçim kararı alır, 15 Nisan 1923 tarihinde son oturumunu yapar. Yani yeni kurulacak olan devletin nihai şekli olan Cumhuriyet, 29 Ekim 1923 tarihinde İkinci Meclis tarafından ilan edilecektir.
Alevilerin, Kürtlerin genelde tüm Anadolu halklarının desteği alınır, İsviçre’nin Lozan şehrine gidilir. Lozan’da taraf devletlerle yapılan müzakere süreçlerinden sonra, 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması imzalanır. Bu imzayla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşuna dair temelleri atılmış olur. Bütün bu süreçlerin devamından sonra “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli cumhuriyettir” hükmünün yer aldığı tasarı üzerinde TBMM’de yapılan konuşmalardan sonra cumhuriyetin ilânı kabul edilir. “Yaşasın cumhuriyet” sesleri arasında alkışlarla 29 Ekim 1923 tarihinde cumhuriyet ilan edilir. Cumhuriyet ilan edildikten kısa bir süre sonra, 20 Ocak 1924 tarihinde 491 sayılı kanunla ikinci Anayasa yeni bir Teşkilat-ı Esasiye Kanunu yani 1924 Anayasası yapılır. 1924 Anayasası tekçilik ve inkârcılık üzerine inşa edilir. Haliyle 1924 Anayasası yapılınca, 1921 Anayasası 20 Nisan 1924 tarihinde yürürlükten kaldırılmış olur.
Tekçi akıl 1924’ten başlayarak, 1924 Anayasa’sının da özüne uygun olarak inkâr ve asimilasyon politikalarına hız verir ve asimilasyonu bir devlet politikası haline dönüştürür. Bu kapsamda Cumhuriyet devrimleri adıyla peş peşe kanunlar çıkartılır. 1924 yılında ve sonraki yıllarda çıkarılan kanunlara bakılırsa bu durum çok rahat görebiliriz. 03 Mart 1924 tarihinde 429 Sayılı Kanunla Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir teşkilat olarak Diyanet İşleri Başkanlığı kurulur. Diyanetin kurulmasıyla ülke “Sünni-Müslüman-Hanefi-Maturidi” inancının merkezi haline getirilir. Tek merkez haline getirilen bu dini inanç dışında kalan başta Alevilik olmak üzere tüm inançlar yok sayılıp inkâr edilir.
Diyanet’in kuruluşu kanunundan 15 gün sonra, 18 Mart 1924 tarihinde 442 Sayılı Kanunla Köy Kanunu çıkartılır. Bu kanunun 2. Maddesi’nde köyü tanımlarken ilk başta Cami’yi sayar. Ardından mektep, otlak, yaylak vb. olarak sıralanır. Bu kanunla da merkez haline getirilen dini inanç dışında kalan başta Alevilik olmak üzere tüm inançlar yok sayılır. Köylerde yaşayan yurttaşlar sadece tek inanca mensupmuş gibi davranılır. Bu kanunun köyde yapılacak mecburi işler bölümünün 14. bendinde köyde bir mescit yapılmalıdır denilir. Devamında Köy kanunundaki bu maddelere dayanılarak, köylere Cami’ler yapılmasına başlanır. Çıkartılan bu iki kanunun devamında 30 Kasım 1925 tarihinde Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması dair 677 Sayılı Kanun çıkarttırılıp, kabul edilir. 13 Aralık 1925 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girer. Bu kanunla Alevi-Bektaşi Dergâhları kapatılır. Alevilik ve Alevi-Bektaşi Yol önderlerinin Mürşidlik, Dedelik, Babalık ve Çelebilik gibi unvanları yasaklanır. 1925’lerden itibaren tekçi akıl asimilasyonu bir devlet politikası haline dönüştürür ve Aleviler baskı altına alınır, sindirilir, Cemler basılır ve Cem yürüten Dede’leri (Pirleri) tutuklanır.
Sanki bu kanunlar çıkartılmamış, Alevilik ve Alevi yol önderlerinin unvanları yasaklanmamış, Alevi toplumu inkâr edilmemiş ve de baskıya maruz bırakılmamış gibi, Alevi toplumu yıllarca bu tekçi-inkârcı aklın savunucuları ve bu aklın yörüngesine girmiş kimi “kurtçuklar” tarafında manipüle edildi. Bu manipülasyonlar (hileyle yönlendirme) sonucunda laik, demokratik bir ülkede devletin resmi bir din kurumu olur mu, yasak olur mu diye sormadı. Diyanet’le kuvvetlendirilen Camiler, Alevi Dergâhlarından daha mı ilerici diye kimse soru sormadı. Tersine bu yasakları ve Diyanet’in kuruluşunu onaylamak için çeşit, çeşit gerekçeler uyduruldu. Asimilasyonun bir devlet politikası olduğu görmezden gelindi, sadece dönem iktidarlarına mal edildi. Oysaki yıllardır ve günümüzde yürütülen asimilasyon politikaları tekçi-inkârcı aklın ürünüydü ve de birer devlet politikasıydı.
ASİMİLASYON BİR İNSANLIK SUÇUDUR
Asimilasyon, insan doğasının tahribine yönelik, insanı yozlaştırmayı ve insanı kendi değerlerine yabancılaştırmayı amaçlayan vicdansız bir plan olup, özel olarak planlanmış, bir ideolojik aygıt olarak kullanılan uzun erimli bir süreçtir. Asimilasyon, inançsal, etnik, kültürel farklılığı eritmeyi, yok etmeyi, ortadan kaldırmayı, dönüştürmeyi ve insanı kendisi olmaktan çıkarmayı hedef alır. Bu bağlamda asimilasyon; bir ülkede iktidarı elinde bulunduran hâkim (egemen-baskın) bir ırk, sınıf veya inanç grubundakilerin devlet olmanın imkânlarını kullanarak kendi yönetimi ve sınırları içinde yaşayan ve kendilerinden ırk (etnik), dil, din, inanç ve kültür olarak farklı olan grupların hâkim “ulus” içinde ayrı bir kimlik veya toplum olarak var olmanın koşullarını ortadan kaldırmaya yönelik bir devlet uygulamasına (politikasına) verilen genel bir addır. Bu anlamıyla bir yok etme politikası olan asimilasyon gayri insanidir ve insanlık onurunu yaralayan bir şeydir ve bir insanlık suçudur…
Sonuç: 1) En önemlisi ve de her şeyden önce “Aleviler” topyekûn olarak, temelleri 1900’lü yılların başlarında atılan tekçi-inkârcı ve asimilasyoncu aklı iyi tanımak zorundadır. 2) “Aleviler”, kendilerine tekçi-inkârcı ve asimilasyoncu resmi ideolojinin öğrettikleriyle yüzleşmek ve bunları, mantık süzgecinden geçirmek zorundadır. 3) “Aleviler”, toplumun içine sızmış devşirmelere ve de herkese şirin gözüken ikiyüzlü zübükzadelere dikkat etmek zorundadır. Eğer bütün bunlara dikkat etmez isek, kendi hakikatimizden hızla kopup, başka bir yöne savrulacağız. Ve de bu güne kadar yaşadıklarımızı yarınlarda da yaşamaya devam edeceğiz demektir. Yarınlarda, devşirmelerin, fırsatçıların, çıkarcıların, ikiyüzlülerin ve tekçi-inkârcı aklın yörüngesine girmiş kimi “kurtçukların” hakikat deryasında hükmü okunur mu bilmem ama bu tekçi-inkârcı aklın yörüngesine girmiş ikiyüzlülerin plan ve oyunlarını tersine çevirmekte Hakikat Yol’una ikrar vermiş tüm canların boynunun borcudur diye düşünüyorum. Aşk ile.
EKLER
Meclis’in 23 Nisan 1920’deki açılışından görüntüler! Meclis dualarla açılır, yapılan toplantıda Mustafa Kemal Paşa oy birliğiyle Meclis Balkanı seçilir.
İsviçre’nin Lozan şehrinde 24 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması imzalanıyor! Lozan Antlaşması sonrası Cumhuriyet ilan edilir. Ama Osmanlı döneminin asimilasyon politikaları, Cumhuriyet döneminde de devlet politikası haline getirilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan asimilasyon politikaları günümüzde de devam ediyor. Alevi toplumunu ve Alevi kurumlarını topyekün bu gerçeklerle yüzleşmeye çağırıyoruz!
Mehmet KABADAYI.
İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.com
.