“‘Bir gün bir tiyatronun perde arkasında yangın çıktı. Palyaço gelip izleyicileri uyardı. İzleyiciler bunun bir şaka olduğunu düşünüp alkış tuttu; palyaço söylediklerini tekrarlayınca alkışlar arttı. Bana sorarsanız dünya böyle sona erecek: Her şeyin bir şakadan ibaret olduğunu sanan cin fikirli tiplerin tezahüratları eşliğinde’” / Ya-Ya Da 1843/ (1)
Wyclif’in efkaristiya hakkındaki yasaklı görüşlerinin Oxford’da neden olduğu tepkiyi ve Köylü Ayaklanmasını gerekçe göstererek başpiskopos Courtenay, Oxford’daki sakıncalı öğretim üyelerini tasfiye etti. Tasfiye hareketi Wyclif düşüncelerine ve izleyicilerine indirilmiş bir darbe oldu. Ancak bu darbe hiçbir zaman, ölümcül bir sonuç üretmedi: Lollardlık (2), verimli bir tarlada sürgün veren bir filiz gibi hızla yayıldı ve büyüdü. Tehlike karşısında yönetim yanlıları, kızıl giysileri içinde ortalıkta dolaşan Lollardları, Deccal’ın habercileri (3) olarak görüyor; İsa’nın İncili’ni başka bir şeye dönüştürmeye çalışmakla suçluyordu.
Wyclif’in düşüncelerinin coşkusuna kapılan ve reform arzusuyla kavrulan, ilk Lollardlar olarak tanımlayabileceğimiz kişiler Nicholas Hereford, Philip Repton, John Aston ve John Purvey idi. Oxford’da öğretim üyesi olan Hereford, Lollard hareketinin ilk lideriydi. Kitabı Mukaddes’in İngilizce’ye çevirisinde önemli katkıları oldu. Köktenci bir vaizdi: İsa’nın Göğe Yükseliş Yortusu’nda(1382), kilise mallarına el konulmasını savundu; Köylü Ayaklanmasında linç edilen başpiskopos Sudbury’nin ölümü hak ettiğini haykırdı. Gelişmeler üzerine Courtenay tarafından aforoz edildi; affedilmek dileğiyle Roma’ya-Papa’ya başvurdu. Sonuç alamayınca Roma’dan kaçtı; bir süre kaçmayı başardıysa da sonunda yakalandı. 1391’i önceleyen bir tarihte, düşüncesini değiştirdiğini açıkladı; bunla yetinmeyerek Lollardlığa karşı cephe aldı.
Augustinusçu rahip Repton ise içten bir reformcuydu; Lollardlığın, reformun sağlanmasında anahtar bir işlev üstleneceğini kabul ettiğinden başlangıçta Lollardlı oldu. Bunun böyle olmadığını anlayınca Lollardlıktan ayrıldı. Repton da ayrılmakla yetinmedi, önce başrahip olarak, sonra da piskopos olarak Lollardların peşine düştü. Böyle olmasına karşın, piskoposluğu sırasında kilise reformu için elinden geleni yapmaya çalıştı.
Aston da düşüncesini değiştirdi ama diğerleri gibi davranmadı; yeniden Lollardlığa döndü, 1388’de öldüğünde hareketin içindeydi. Purvey’e gelince, O, Wyclif’e bağlı hareketin kurucuları içinde özel biriydi: Wyclif ile aynı evde yaşamış ve O’nun görüşlerini yaymak için çalışmıştı. Lollard hareketinin kütüphanecisi ve yorumcusuydu aynı zamanda. 1401’de yakalanınca o da Lollardlığı inkâr etti; bu durum, Lollardlık için bir yıkım oldu.
Lollard hareketinin kurucuları olarak öne çıkan, belli bir aşamadan sonra inkâr eden bu kimliklere karşın, hareket sendelediyse de hız kesmedi: İkinci dereceden kimlikler, hareketi yaymayı sürdürdü. Hereford’lu rahip Richard Wyche, kuzey bölgelerde, hareketi yaşama taşımış; uzunca bir dönem Evanjelist olarak çalıştıktan sonra 1440 yılında, Londra’da yakılarak öldürülmüştür. Yine William Thorpe, yıpranmış mavi cübbesiyle yaklaşık 20 yıl boyunca, İngiltere’yi baştan başa dolaşmış, vaazlar vermiş, rahiplerle konuşmuş; sonunda O’nun yazgısı da farklı olmamış ve Başpiskopos Arundel’in huzuruna çıkarılmıştır. Bunların dışında, cemaat yaşamına özgü bilinen yöntem vaaz vermek yoluyla, Lollardlığın yayılmasına çalışan isimleri öne çıkmayan çok sayıda adanmış kimlik vardı.
Lollardlığı üniversite dışında yaymaya yönelik çok sayıda İngilizce eserin bulunması, Lollardlığa gönül vermiş Oxfordlu akademisynelerden oluşan bir grubun varlığını da kanıtlıyordu: Akademisyenler, Kitabı Mukaddes çevirisi üzerinde yılları kucaklayan titiz ve yorucu bir çalışma yürüttüler. Kitabı Mukaddes’in ilk çevirisi Wyclif hayattayken bitirilmişti; son çeviri 1395-1397 yıllarında tamamlanmış görünüyor. Çeviri çalışmasında yer alan kimi akademisyenler, Vulgata metnini Tanrı sözü olarak görenlerin engelini aşma becerisini gösterdi ki bu durum Wyclif tarafından hiçbir zaman başarılamamıştı.
1389 Noeli ile 1390 Paskalyası arasında yazılan Opus Arduum, akademik çalışmanın bir başka çarpıcı örneği oldu: Vahiy kitabı üzerine bir inceleme olan bu çalışma, sapkınlık suçlamasıyla cezaevine gönderilen biri tarafından, Lollardlara uygulanan zulmü eleştirmek üzere kaleme alınmıştı. Yani hapisteki sapkın, sapkınlara uygulanan zulmü acımasızca eleştiriyordu: Ölüm cezasına çarptırılma olasılığına karşı savunma amaçlı olarak İnançlı Bir Vaiz imzasını kullandı. Eserde dönemin olayları ve kişiler, şifreli bir dille açıklanıyordu: “Göklerde uçan kartal ‘gerçek doctor evangelicus’, yani Wyclif’ti; altıncı mührün açılışındaki deprem, İngiltere’de 1382 Blackfriars Konsili sırasında gerçekleşen depremdi; yedi melek, Deccal ile mücadele eden vaizlerdi… Deccal ile mücadelede nihai zafer Lollardların olacaktı.” (4)
1384-1396 yılları arasında Lollardlık yanlısı akademisyenler teolojik, etik ve dini konuları alfabetik olarak veren bir sözlük hazırladılar. Wycilifçi düşüncenin rehberi niteliğindeki bu çalışma, Lollardlık düşmanı kilise hukukuna karşı, yasaklı kültürün dili durumundaydı. Hemen ulaşabileceği bir kütüphane bulamayan Lollardlı vaizler için bir bilgi kaynağı durumundayıdı. 1400’ü önceleyen yıllara ilişkin diğer bir önemli çalışma, Lollard vaazlar serisi oldu; 294 vaazdan oluşuyordu ve vaazların içeriği ruhban karşıtıydı.
Verdiğimiz bilgilerden de anlaşılıyor ki Lollard hareketinin başlangıç dönemi, şapel rahiplerinden, maaşsız rahiplerden ve alt kademe din adamlarından oluşuyordu: Denebilir ki Lollardlı görüşler bu zeminde verimli bir alan bulmuştu. Çünkü sıralanan kişilerin, kilise hiyerarşisinde üstte yer alan refah içindeki din adamlarıyla hiçbir ortak yanları bulunmuyordu. Bu nedenle Köylü Ayaklanması sırasında etkin işlevler üstlendiler. Doğal olarak kilise hiyerarşisini inkâr eden, kiliseye ilişkin zenginliğin yeniden pay edilmesini isteyen, dini tarikatları ve üst düzey din adamlarını sert bir dille eleştiren görüşler-öğretiler-çalışmalar bu kesimde bir zorlukla karşılaşmadan kabul gördü.
Şapel rahipleri, genellikle zanaatkâr ailelerin çocuklarıydı: Lollardlık, zanaatkârlar arasında kök salmaya başladığında, şapel rahipleri ve maaşsız hizmet veren rahipler, karşılarında, aynı toplumsal kesimden-sınıftan gelen insanlarla karşılaştılar; sanki yazgıları ortaktı. Bu toplumsal köken onları, kilise için tehlikeli Evanjelistler (5) yapıyordu. Ne yazık ki aldıkları eğitim, akademik olmaktan çok uzaktı; entelektüel akademik görüşleri-yapıtları anlamaktan uzaktılar. Tam da bu nedenle varlıksız toplum kesiminde çok geniş bir alana yayılmakla birlikte, bu durumla çelişki oluşturacak biçimde akademik temellerini yitirmeye başladılar.
Anlattıklarımıza kanıt olacak birkaç örnek vermekte yarar var: Leicester kentinin duvarları dışında kalan Vaftizci Yahya Şapeli’nin rahibi ile kimi zanaatkârlar vaaz vermeye başlar; grubun en etkili üyesi William Swinderby’dir. Daha Lollardlık ortaya çıkmadan önce manastırdaki hücresinden yola çıkar, ülkeyi dolaşır ve ormanlarda keşiş hayatı yaşar. Lollardlık ortaya çıkınca eleştiri ve hitabet yeteneğini Lollardlığın hizmetine verir. Halk desteğini arkasına alır ve piskoposluk kararına meydan okur (1382). İnananların, iradesiz rahiplere vergi ödememesi gerektiğini savunur; borç nedeniyle hapsedilmenin yasalara aykırı olduğunu ileri sürer; Tanrı tarafından aforoz edilmemiş bir günahkârı, bir rahibin aforoz edemeyeceğini belirtir. William Swinderby, 1392 yılında izini kaybettirir.
Lollard hareketinin ilk yakılarak öldürülen üyesi William Sawtry oldu: Norfolk’ta bir şapel rahibiydi ve eylemleri tehikeli boyutta taşınınca 1399 yılında yakalandı, yargılandı ve yakıldı.
Din adamı olanlarla olmayanların eşitliğini savunan Lollardlığa, halk kesiminden destek gelmemesi düşünülemezdi: Başta geleni William Smith idi. Okuma-yazmayı kendi olanaklarıyla öğrenen Smith, Swimderby’nin sahneyi terk etmesinden sonra ortaya çıkan boşluğu doldurmaya çalıştı. Akademik sorunlardan çok, ibadet ve dinsel uygulamarla ilgilendi. Yazgı ortaklığına girdiği Lollardlarla birlikte yakalandı (1389): Vaaaz verme, endüljans dağıtma (6), günah çıkartma, vergi toplama, resimlere tapınma vb eylemlerle suçlandı. Aynı yıl tövbe etmesiyle sahneden çekildi.
Kitabı Mukaddes ve kilise hukuku konularında oldukça bilgili biri olan Walter Brute; sıradan birinin de bir rahip denli günahları bağışlama yetkisine sahip olduğunu savladı; kadınların vaaz verebileceğini, şarabı ve ekmeği kutsayabileceğini ileri sürdü. Yine Aziz Peter Kilisesi’nde münzevi bir yaşam süren Anna Palmer, Lollardları kilisesinde ağırlamaktan çekinmiyordu.
Thomas Compworth, sapkınlıkla suçlananları himaye etmekle yetinmemiş, doğrudan vaaz vermeye başlamıştı: Osney başrahibine vergi ödemeyi reddedecek denli cüret göstermiştir. 1415 yılında suçlu bulunarak yakılan Londralı zengin Claydon, arkadaşlarını okuma toplantılarına çağırmış, hizmetçilerine sapkınlıkla suçlanan düşünceleri belletmişti.
Kitabı Mukaddes’in İngilizce’ye çevrilmesi, sıradan insanların ilahi hakikatleri keşfetmesine yol açmıştı: Bu durum Lollardlığı çekici kılmaya yetiyordu. Lollardlığı benimseyen zanaatkârlar ve burjuvazi, Lollardçı görüşleri, Kilise’ye ve feodal kurumlara karşı, ideolojik rehber olarak kullanmaya başladılar. Belirtmek gerekir ki Lollardlar içinde burjuvalar azınlıkta, zanaatkârlar ve alt kademe din adamları çoğunluktaydı.
Lollardlıkla yer yer yazgı ortaklığı yapan, kimi durumlarda onları koruyan-kollayan şövalyelere Lollard Şövalyeleri adı verilir. Tartışmalı olmakla birlikte on isimden oluştuğu kabul görür; anlatılanlara göre Lollard Şövalyeleri (7), kutsanmış ekmeğin huzurunda başlarını açmamışlardır; ağırlıklı olarak saray çevresindendiler, 1380’lerin başında, II. Richard’ın hizmetinde bulunan profesyonel askerlerdi.
Şövalyeler niçin Lollardlarla yazgı ortaklığına gitti?, sorusunun yanıtı aslında açıktı: Savaş giderlerini karşılamak için kilise mallarına el konulması önerisi, şövalyelere çekici geliyordu. Üstelik bu askerler kültürlü insanlardı ve ülkenin yazarıyla-çizeriyle yakın ilişki içindeydiler. Yine de katkıları tam bir destekten yoksundu. Bu nedenle soyluları, Lollard yandaşı olarak harekete geçiremediler. Böyle olmakla birlikte yüksek tabakadan kişilerin desteği-koruması Lollardlar üzerine baskı uygulanmasını engellemiş; Lollardçı Evanjelistlere ve Kitabı Mukaddes çevirmenlerine kısa süreliğine de olda nefes aldırmıştır. (8)
Lollardçı yapıtlar, okur ile Kutsal Ruh arasında bir ilişkiye işaret ediyordu: Bu durumda her okur, kendi kendini eğitmek için bir çaba içine giriyordu. Böylesi bir sonucun oluşmasında, vaazlar en etkili araç durumundaydı; Kitabı Mukaddes çevirileri vaizlere geniş olanaklar sağlıyordu. Bunun yanında okuma grupları ve ticari bağlantılar, Lollardlığın çekim merkezi oluşturmasında yeni kanallar açıyordu.
Kitabı Mukaddes çevilerinin etkisi görülünce, kimi bölümler eğitim amaçlı olarak çoğaltıldı. Ancak Kitabı Mukaddes’in ilk çevirileri, çok kuralcıydı; halktan okura itici geliyordu, halk hareketinde rehber metin olmaya yatkın değildi. Giderek bu durum aşıldı; 1395-1397 yıllarında tamamlanan son çeviriler akıcıydı ve ihtiayacı karşılamaya yatkındı. Çeviri metinleri okurun bilincine taşınınca ilk kilisenin sadeliği ile mevcut kilisenin sadelikten uzak durumu, Lollardlığa yönelimi çekici kılmaya başladı. Özellikle çevrilen kutsal metinlerde, Araf ve Töz Dönüşümü öğretilerini haklı çıkartacak bilgiler de yoktu. Sıralanan gelişmelere Ortodoks Hıristiyanlık uyum sağlayamıyordu.
Bir bakıma yasaklı düşünce-inanç, denetim dışına çıkarak kök salmaya başladı: İbadeti ön plana alan bir hareket, yaşamın her noktasına taşınıyordu: Yukarıdan dayatılmıyordu, tabandan geliyordu. Kiliseler resim ve heykellerle donatıldı.
Bu noktada bir çelişki ortaya çıktı: Lollardlar, gelişen bu duruma pek sıcak bakmıyordu. Çünkü Lollardlar, simgecilikten ve gizemden hoşlanmıyordu; bunların, asıl gerçekleri perdeliğini düşünüyorlardı. Onlar, inanca akılcı yaklaşan ve bunun önemini vurgulayan Wyclif’in takipçsi idiler. Bu nedenle gelişmelere seyirci kalmadılar: Leicester’da Smith ve Waytestathe, kilisedeki bir heykeli odun olarak kullanmak üzere kesmekle suçlandılar. Özellikle Smith, Waisingham’daki ve Lincoln’daki Meryem Ana heykelleri için Walsingham Cadısı ve Lincoln Cadısı, diye haykırmıştı. Daha da ileri giderek Azize Catherine heykelini parçalarken, gerçekten azizeyse kanayacağını, değilse ateş yakmak için mükemmel bir odun olacağını söylemişti. Bu durum, Katharların haç simgesine takındıkları düşmanca tavırla bir bakıma örtüşüyor. Kathar tasarımlarında haç, bir işkence aletini simgeler, işkence aletine tapmak doğru değildir. (9)
Lollardlar, Wyclif’in felsefi realizmine dayanan Töz Birliği Öğretisi’ni, sağduyu temelinde kabullendiler: Kabullenme gereği Lollardlık, hac ziyaretleri, azizler ve mucizeleri, mücize gerçekleştiren heykeller ve nesneler vb konularda, şüphelerin ifade edilmesine olanak sağladı. Ruhban karşıtlığı, sanki işlevsel bir anahtardı: Karşıtlık kapsamında, kilise hiyerarşisinin üst aşamalarını dolduran rahiplere yönelik memnuniyetsizlik, halkın kiliseden uzaklaşmasına yol açıyordu. Dünyevi otoriteyle yani devletle-kiliseyle yakınlaşma söz konusu olduğunda, ellerinde hep ruhbanlık karşıtı kartı bulunuyordu; kilisenin servetine kuşkuyla bakanlara sesleniyor, rahiplerin bekârlık kuralına saldırıyorlardı. Lollardlar bir bakıma püriten bir vicdanın taşıyıcısıydılar; vicdanlarını sokağa salıyor ve onu izliyorlardı. Doğal olarak, güçlü bir günah bilincine sahiptiler; günaha karşı sert uyarılarda bulunuyor ve tövbeye çağrı çıkarıyorlardı.
Lollardçı hareketin akademisyenlerden, şapel rahiplerine, oradan vaizlere kadar uzanması, başlangıçta bir inanç çeşitliliği yaratmıştı: Sonraları akademik Lollardlık gücünü yitirince, meydan az eğitimli vaizlere kaldı. Etkili bir misyonerlik yürütme ihtiyacı devreye girince de Lollardlık hızla köktenci bir nitelik kazandı. 1401’de Sawtry ve 1410’da terzi Badby, Töz Dönüşümü’nü inkâr ettikleri için yakılarak öldürüldüler. (10)
Esat Korkmaz
KAYNAKÇA
(1) Ferguson, Robert; Kierkegaard’dan Hayat Dersleri-: Çev.: Elif Ersavcı-; Sel Yayıncılık, İstanbul- 2015; s, 33
(2) “1401- Lollardlar adı verilen ve çoğunlukla çalışan insanlardan oluşan kesim din sınıfına karşı tavır alarak isyan etti.” (Şahin, Mehmet; Anglikanizm Öncesi İngiltere ve Anglikanizm’in Doğuşu, s, 146)
(3) Deccal, Hıristiyan ve İslam mitolojisinde, din sahibi olanları dinden saptırmak için Kıyamet’ten önce ortaya çıkacağına inanılan simgesel mitolojik kişidir ya da Yuhanna’nın vahyindeki 666 sayısıyla simgelenen büyük hayvandır. Deccal inancı, ilk kez Zerdüşt dininde ileri sürüldü. Sonra Hıristiyanlığa geçti: İncil’e göre O, Mesih’ten önce ortaya çıkacak ve insanları kandırmaya çalışacak bir sahte Mesih’tir. Aynı inanç İslamiyet’te de vardır: Tek gözlü, kızıl saçlı, iri yarı bir kişi olarak betimlenen Deccal, Kıyamet’e yakın günlerde ya da yıllarda Mehdi’den önce ortaya çıkacak ve Müslümanları dininden çıkarmaya çalışacaktır. Hıristiyan ve Müslüman inancında Deccal’ın, Mesih ya da Mehdi tarafından öldürüleceğine inanılır. Havari Yuhanna, zamanın sona erişinden az önce dünyaya geleceğini, sayısız cinayetler işleyeceğini, insanlar ve halklar arasında terörü yaygınlaştıracağını, ancak İsa’nın bu dünyaya dönmesi ile hesabının görüleceğini belirttiği Deccal ya da Canavar’la özdeşleştirdiği Kıyamet Hayvanı’na gizemli bir sayı yükler. Bu sayı 666’dır: Hıristiyan gizemcilerce 666 sayısına ilişkin çok sayıda kurgulama üretilmiştir. Yuhanna’ının Vahyi’nde şunları okuyoruz (XIII, 16-18): “Ve küçüklerin ve büyüklerin ve zenginlerin ve fakirlerin ve hürlerin ve kulların hepsine, sağ elleri yahut alınları üzerine, onlara damga vurduruyor ve canavarın adı yahut adının sayısı damgası kendisinde olmazsa, kimseye alışveriş ettirmiyor. Hikmet buradadır. Anlayışı olan, canavarın sayısını hesap etsin; çünkü insan sayısıdır ve onun sayısı Altı Yüz Altmış Altı’dır”. Kimi gizemciler, 666 sayısından çok belirli bir insan sayısını anlamışlar; İbrani, Yunan ya da Latin alfabesindeki harflerin sayısal değerlerinin toplamı ile tarihsel kötü kimliği yakalamaya çalışmışlardır. Bu kapsamda, Hıristiyanlara zulmeden ilk Roma imparatouru olan Neron, kimi yorumcularca Kıyamet Hayvanı ile özdeşleştirilmiştir. Çünkü Caesar unvanı ile birlikte, adının sayısal değeri, İbrani dizgesinde 666’ya eşittir. Yine kimi gizemciler aynı yöntemi uygulayarak din politikasıyla Hıristiyanlara çok zulmeden imparator Diocletianus’un Latince adını yazıp yalnızca Roma rakamlarına karşılık gelen harfleri hesaba katınca 666 sayısına ulaşıldığıını görmüşler ve O’nu Şeytan’la özdeşleştirmişlerdir. Aynı yolu izleyen Petrus Bungus adındaki Katolik bir gizemci, Din Savaşları döneminde (1584-1585), yayımladığı bir yapıtta Alman reformcu Martin Luther’in Deccal’dan başka bir şey olmadığını, çünkü adının Latin sayısal alfabesinde 666 sayısını taşıdığını kanıtlamaya çalışmıştır. (Korkmaz, Esat; Ansiklopedik Şeytan Tasarımı Terimleri Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi; İstanbul- 2006; s, 197-198; Korkmaz, Esat; Ansiklopedik Simgeler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi; İstanbul- 2010; s, 283-284)
(4) Lambert, Malcolm; Ortaçağda Dinsel Sapkınlıklar-Çev.: Erdem Gökyaran-; Kabalcı Yayıncılık; İstanbul- 2015; s, 320
(5) Evanjelistler, Tanrı sesini ulaştırmaya çalışanlardır: İncil’deki Tanrı buyruklarını inceleyip özümleyerek Hıristiyanlığı geliştirme ve uzaklara ulaştırma, iletip yayma yükümlülüğünü yaşama taşırlar. (Karamanoğlu, Osman Korkmaz; Ansiklopedik ‘İzm’ler Sözlüğü; Anahtar Kitaplar, İstanbul- 2007; s, 82)
(6) Günah çıkarma ayiniyle ebedi cezaları bağışlanan günahkârların dünyevi cezalarının da belirli bir sevap işlenmesi karşılığında bağışlanması durumu. (AnaBritannica Genel Kültür Ansiklopedisi/ Hürriyet/ Cilt: 11; s, 260)
(7) Şövalye, Ortaçağ Avrupa’sında seçkin ve profesyonel bir atlı asker (süvari) sınıfıdır. Ortaçağdaki ilk şövalyeler profesyonel atlı askerlerdi. Bir kısmı feodal bir beyin veya hükümdarın -tımar sistemine benzer şekilde- toprak tahsis ettiği vasallardı ve gerektiğinde efendilerinin birliklerinde savaşıyorlardı; ancak toprak tahsis edilmeyen şövalyeler de vardı. Bazen efendi, şövalyeleri tek tek hizmetine alıyor ve onlara toprak tahsis ediyordu; bazen de kendisine toprak tahsis edilen bir şövalye, yanında başka şövalyeleri getiriyordu. Şövalye efendisine korumalık yapıyor, keşiflerde eşlik ediyor, şatosunda bekçilik yapıyor ve gerektiğinde onun adına savaşlara katılıyordu. İngiltere’de sadece hükümdarın şövalye istihdam etmesine izin veriliyordu. Fransa’da ise diğer soylular da şövalye istihdam edebiliyordu. Bu durum zamanla bazı soyluların çok güçlenmesi sonucunu doğurdu. Önceleri şövalyeler yılda sadece 40 gün çalışıyorlardı. 12. yüzyıldan itibaren şövalye sayısında azalma görüldü ve hizmet süreleri uzadı. Şövalyeler askerî hizmet yerine “scutage” (koruma parası) denen bir vergiyi vererek, seferlere katılmamaya başladı. 14. yüzyıla gelindiğinde, savaşta süvarilerin öneminin azalması, paralı askerlerin tercih edilmesi, toprak kiracılarının isteksizliği gibi nedenlerle şövalye sayısında ciddî bir azalma görüldü. Şövalyelerin uyması ya da benimsemesi gereken 10 temel ilke vardı. Bunlar: Kutsal saydığı değerleri ölümü pahasına korumak; savunmasız ve acizleri korurken onlara saygı göstermek; ülkesini sevmek; düşmandan önce savaş meydanından geri çekilmemek; tek bir kadına karşı aşk beslemek, ona bağlı olmak; kötülüklerin ve acımasızlığın karşısında durmak; inandığı değerlerle çakışmadığı sürece, emri altında olduğu amirlerinin tüm emirlere uymak; sözüne sadık olmak, onurunu küçük düşürecek davranışlardan uzak durmak; cömert olmak, kendisine gösterilen iyiliği asla unutmamak ve her durumda doğruluğun ve iyiliğin temsilcisi olmak. (Vikipedi, özgür ansiklopedi); “Yüksek soylularla köylülerin arasında alt kademedeki soylular, yani şövalyeler yer alıyordu, bunlar büyük bölümüyle, elverişli durum ve koşullar sonucunda özgürlüklerini koruyabilmiş, komüne bağlı olmayan, eski köylülerin ardıllarıydı…” (Kautsky, Karl; Thomas More ve Ütopyası-Çev.: Oğuz Özügül-; Pencere Yayınları, Birinci Baskı; İstanbul- 2006; s, 39)
(8) Lambert, Malcolm; Ortaçağda Dinsel Sapkınlıklar-Çev.: Erdem Gökyaran-; Kabalcı Yayıncılık; İstanbul- 2015; s, 320-328 arası
(9) Korkmaz, Esat; Hıristiyanlığın Lanetlileri ya da Günah Yaşamın Günahkârları Katharlar; Demos Yayınları, İstanbul- 2013; s, 206
(10) Korkmaz, Esat; Yeni Kudüs/ Oxford’dan Prag’a, Prag’dan Münster’e Yasaklı Düşünce Yasaklı İnanç; Demos yayınları, İstanbul- 2017, s, 93-102 arası