AABK Onursal Başkanı Turgut Öker, Alevi toplumun talepleri ve iktidarın Alevilere yaklaşımını değerlendirdi. Öker, Alevilerin AKP-MHP zihniyetinden “daha çok kötülük” dışında bir şey beklememeleri gerektiğini söyledi.
Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu (AABK) Onursal Başkanı Turgut Öker, Özgün TV’ye Alevilerin temel talepleri ve iktidar partisinin Alevilere yaklaşımını değerlendirdi.
Öker konuşmasına Aysel Tuğluk’un sağlık durumuna dikkat çekerek başladı. Öker başta Aysel Tuğluk olmak üzere hasta tutukluların serbest bırakılması gerektiğini ifade etti.
Alevilerin taleplerini yerine getirmeyeceklerinden emin olmamız lazım
Öker, Türkiye’deki Alevi kurumlarının hak mücadelesi ve AK Parti iktidarının Alevilere yaklaşımı üzerine şu değerlendirmelerde bulundu: “Tabii Avrupa’nın nisbi demokratik koşullarındaki mücadelemizle Türkiye’deki koşulların farklılığından kaynaklı gündemlerimiz farklı olabiliyor. Hükümetin, AKP-MHP koalisyonunun bu son dönemdeki tartışmalarına gelince, son 30-40 yıl içinde nice hükümetler gördük. İcraatlarının takip ettik. Bakanların, Başbakanların, Cumhurbaşkanlarının demeçleriyle muhatap olduk. 30 yıldır bu süreç içinde birebir yer alan bir arkadaşınız olarak geriye dönük bir değerlendirme yaptığımda nice hükümetler (Özal-Demirel-Çiller-Yılmaz-Kolalisyonlar ve son 20 yılda da AKP hükümeti) sürecinde o kadar çok Aleviler için şunu yapacağız, bunu yapacağız diyenler oldu ki. Yok şu paket bu çalıştay vs. Bu söylemler dillendirildi ve buna karşı eylemlerimiz de oldu. Ama sonuçtan baktığımızda bir arpa boyunu bırakın bir milim bile değişiklik olmadı. Bugün son 30 yıldan da daha kötü noktaya gitti. Onun için cemevi ziyaretleri ve Alevilerle ilgili paket açıklanması konusuna bizim son derece temkinli yaklaşmamız gerekiyor. Somut olarak herhangi bir adım atılmadan sadece açıklamalarına, vaatlerine bakarak yarın şu olacakmış gibi bir değerlendirmeye girmememiz lazım. Alevilere bugüne kadar hiçbir şey vermedikleri gibi bugünümüz dünden kötü bir noktaya geldi. Tabii bunu derken el ense mi yapalım, hiçbir şey yapmayalım mı? Bunların Aleviler için artı bir şey yapmayacaklarını ama eksi bir şey yapacakları konusunda da emin olalım. Bunlar Alevilere hak, hukuk vermeyecekler. Alevilerin mağduriyetini gidermeyecekler. Alevilerin taleplerini yerine getirmeyeceklerinden emin olmamız lazım. Bunlar hainliklerine ne hainlik katacaklar diye bakmamız lazım. 30 yıl içerisinde bizi un gibi öğüten, asimile eden, Aleviliği geleneksel kökü üzerinden yaşatmaya çalışanlara darbe vuran olumsuzluklara daha neyi katacaklar, oraya yoğunlaşmak lazım. AKP-MHP zihniyeti başımıza daha ne belalar açar, bugüne kadarki kötülüklerine daha başka ne kötülükler katarlar sorusuna cevap bulmamız gerekir.”
‘Cemevlerine hiçbir koşulda bir ibadethane statüsü tanımamada ısrarcılar’
Devletin Sünni İslam çizgisinin 100 yıldır devam ettiğine ve bugün cemevlerine AKP üzerinden yeni bir asimilasyon konseptini uygulama alanı açıldığına vurgu yapan Öker, şöyle konuştu: “Tabii 30 yıl önce hiç değilse köylerde kendi aramızda sosyal dayanışmamız vardı. Dedelerimizi, Pirlerimiz, Ocaklarımız vardı; sosyal dayanışmamız vardı. Aleviler kendi benliğini köy yaşamında koruyabiliyorlardı. Alevi değerleri yaşanan, hayata geçen değelerdi. Sadece adı Alevi diye tanımlanan bir topluluk değil, gerçekten yaşam tarzlarında da Alevi öğretisi yer alırdı. Toplumsal dayanışmasıyla, doğayla ilişkilerinde ve 70’li yıllardaki Türkiye’nin toplumsal mücadelesinde Alevilerin Türkiye İşçi Partisi’ne yönelmesi, parlamentoya Alevilerin ağırlıklı olarak yaşadığı şehirlerden milletvekillerinin seçilmesi bir tesadüf değildi. 80’li yıllardan itibaren özellikle sol-sosyalist, devrimci hareketlerin daha çok Alevilerin yoğunluklu olduğu yerlerde yaşam bulmaları, kök salmaları, alan bulmaları ve o fikirlerin özellikle Aleviler içinde ciddi, kitlesel bir güce dönüşmesi tesadüf değildi. Türkiye’deki aydınlar, sanatçılar içerisinde, Türkiye’nin aydınlanması ve çağdaş değerlerle buluşması noktasında simgesel isimlere baktığınızda büyük çoğunluğunun Alevi olması da tesadüf değildi. Ama şimdi kente göç sürecinde, kentlere yerleşmemizle birlikte Alevilerin sosyal dayanışması ortadan kaldırıldı. Alevi değerlerinin hayata geçmesi büyük oranda ortadan kaldırıldı. Bu noktada devlet özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerdeki Alevi potansiyelini Aleviliğin tarihsel değerleriyle uyumlu olmayan bir alana yönlendirmeye çalıştılar. 80 sonrası apolitikleştirme, zulüm, baskının ardından bizim tam olarak yok olmayalım, tarihten silinmeyelim diye örgütlenme alanlarımızı ki, başta cemevleri olmak üzere teker teker ele geçirerek cemevleri üzerinden bize bugün asimilasyonu dayatıyorlar. Eğitimde Sünniliği dayatıyorlar. Eğitim sistemi tamamıyla Sünni İslam’ı esas alıyor. Cemevlerine ise Şiacılığı dayatıyorlar. Bu anlamda Aleviler olarak büyükşehirlerde ciddi bir facia yaşıyoruz. Bu noktada devlet bunu gördü ve Alevilerin kendi arasındaki sosyal dayanışmasını ortadan kaldırdığınızda, Türkiye’nin temel sorunlarında Alevilerin duyarlılığını ortadan kaldırdığınızda Aleviliğe sadece bir alanda seçenek sunuyorlar. Türkiye’yi bir bütün olarak dinselleştirdikleri gibi Aleviliğe de sadece dinsel kimliği dayatıyorlar. Burada şunu da açıkça söylemek lazım, AKP sonuçta 20 yıllık bir hükümet ve Cumhuriyetin 100 yıllık sürecine baktığımızda Türk-İslam sentezini esas alan devlet ideolojisi 100 yıldır hayata geçiyor. Bundan önceki hükümetlerden farklı olan ve AKP hükümeti eliyle Aleviliği dinsel kimliği içerisinde bir yere oturtturmaya çalışıyorlar. Yani adı Alevilik olsun ama uygulaması sadece Sünniliğin bir başka versiyonu olsun istiyorlar. Camilerde neler uygulanıyorsa cemevlerinde de dini, İslam’ı esas alan ve cilası farklı özü aynı olan şeyi hayata geçirmeye çalışıyorlar. Cemevlerinin bir kısmında devletten maaş alanlar var. Bugünlerde gündeme de geldi ve hiçbir eğitimsel formatı olmayan Dersim Cemevi Başkanı İl Sağlık Müdürü yapılıyor. Kendilerine hizmet edenleri bir şekilde istihdam ediyorlar. Şuan bile inanç hizmetinden dolayı maaşlı insanlar var. Dini hizmet yürütenler var, bekçilik yapanlar var. Güvenlik görevlileri var, cenaze işleriyle uğraşanlar var. Bunların maaşını AKP vermiyor ama belediyeler veriyor. Dedelerin tamamıyla devletin maaşlı memurları olacağı rizikosunun bir boyutu şuan zaten hayata geçiyor. Şuan zaten fiili bir durum var. Bunlar bunu tamamıyla bir devlet hizmetine dönüştürmeye çalışıyorlar. Cemevleri tabanlarından dolayı, İslamcı dünyanın baskısından dolayı, farklılığa saygı ve çoğulculuğu benimseyen bir yaklaşım olmadığından dolayı cemevlerine hiçbir koşulda bir ibadethane statüsü tanımamada ısrarcılar. O yüzden kültür evi diyorlar. Dolaştıkları bin 600’e yakın cemevinde bu konsepti hayata geçirmeye çalışıyorlar. Bu durumda ne olacak; Alevilik deyince akla gelen insanlık, vicdan, adalet, sevgi, barış gibi değerlerimiz tamamıyla mevcut sistemin ve devletin ideolojik olarak kendini Alevi dünyasında var ettiği alanlara dönüşecek cemevleri. Dedeler de nasıl ki, bugün AKP’li kadrolardan bekçi atanıyorsa, polis teşkilatı nasıl ki ülkü ocaklarından oluşuyorsa, bizim cemevlerine hizmet eden sözüm ona dedeler, hizmetkarlar da bu sistemin cemevlerindeki memurları olacak. Şuan tasarladıkları ve adım hayata geçirdikleri konsept bundan ibaret.”
Aleviler taleplerini gözden geçirmeli
Alevi toplumu olarak yaşanan sürece ilkesel yaklaşılması gerektiğine vurgu yapan Öker, sözlerine şöyle devam etti: “Alevilerin eşit hak talebi gelinen süreçte ayağımıza dolandı. Mevcut sistemde eşit hak ne demek? Diyanetin bütçesi 16 milyar TL. Aleviler olarak nüfusumuz ülkede üçte bir oranında ise 16 milyardan 5 milyar verilirse sorun çözülür mü? Bu 16 milyar içinde 150 bin cami imamı var. Buna karşılık bizde de 50 bin dedenin maaşı ödense sorun çözülmüş olacak mı? Camilerin elektrik su parası devlet tarafından karşılanıyor. Bu nedenle bizim Aleviler olarak istem ve taleplerimizi ve mücadele hedeflerimizi tek tek çekin yapmamız, sorgulamamız lazım. Bugüne kadar cemevi cemevi dedik ama Şianın karargahı haline geldi. Yani özel olarak başkasının bir şey yapmasına de gerek yok. Cemevleri resmen Kum kentine, İran’a hizmet eden alanlara dönüştü ve inançsal hizmet anlamında tam bir molla karargahı. Cemevlerini kendimiz kurduk ve bunda en çok emeği olanlardan da birisiyim. Bugüne kadar eşit hak eşit hak dedik ve devlette tamam, dinsel kimlik içinde bütün sosyal, toplumsal, aydınlanmacı yönünüzü törpüledikten sonra ve mevcut İslamcı potansiyele yedek olacaksanız hiç sorun değil veririm parayı size. Dede de aynı imam gibi yatmak kalkmaktan, dinsel hizmetten başka bir şey yapmayacaksa maaşını ödeyeyim. Onun ötesinde cemevleri aynı camiler gibi insanları hayattan, çağdaş değerlerden, bilimden, sanattan, kültürden uzaklaştırıp, sadece ahiret alanıyla ilgili bir hizmete dönüşecekse varsın olsun ödeyeyim parayı dedi. Bu yüzden Aleviler olarak meseleye ilkesel yaklaşmak zorundayız. Aleviler nasıl bir dünya ütopyasına sahip, nasıl bir cumhuriyet, nasıl bir ülke, nasıl bir laiklik, nasıl bir şekilde bir arada yaşama istiyor bunları netleştirmeliyiz. Biz diyebilir miyiz, Diyanetin 16 milyarlık bütçesine ortak olalım ve bu iş bitsin. Dedelerimizin hepsini maaşa bağlayalım bitsin bu iş. Bu sistemin bütün pisliklerine, olumsuzluklarına, sapmalarına, Ortaçağ uygulamalarına ortak olduktan sonra niye biz ayrı, özgün bir örgütlenme çabasındayız ki. Mevcuda dahil olalım, bitsin bu iş. O yüzden biz şuan laiklik anlayışımız gereği nasıl bir toplum modelinden yanayız bunu netleştirmeliyiz. Devlet bütün inanç gruplarından elini çeksin anlayışı bizim laiklik tanımlamamız ise o zaman bu devlet 16 milyar lirayı Diyanete ayırmasın, imamlara vermesin demeliyiz. Caminin de cemevinin de hocanın da dedenin de parasını devlet vermesin. Laik ve demokratik bir ülkede devlet bütçesinden dine para aktarılmaz talebini ön plana çıkarmamız lazım. Laik ve demokratik devlette din finans edilmez.”
‘Aleviler gericiliğin yedek gücü değil aydınlanmanın, çağdaşlığın mücadelesi içinde olmalı’
Alevi toplumunun laiklik ilkesini esas alarak pragmatik yaklaşımlardan uzak durması gerektiğine değinen Öker, şunları ifade etti: “Biz bu ülkenin bütçesinin dine değil eğitime, sağlığa, kamucu yatırımlara ayrılması gerektiğini savunmalıyız. Bu topraklar üzerinde yaşayan insanların üretimden, zenginliklerden eşit şekilde pay alması, insan gibi yaşaması gerekir. Ülkenin yönünü Ortaçağa değil aydınlığa dönmesi gerekir. Bu ülkeyi içinde bulunduğu bataktan çekip çıkaracak değerleri bizim öne çıkarmamız lazım. Alevilerin gericiliğin, dinciliğin yedek gücü olması yerine ülkeyi bu noktaya getiren olumsuzluktan kurtulması lazım. Aleviler bu ülkenin aydınlaşması, çağdaşlaşması ve gelişmesi yönünde, aynı 70’lerde olduğu gibi mücadelenin içinde olması gerekir. Bu ülkenin çağdaş, laik güçleriyle bizim, demokratik ve laik bir ülke mücadelesinde yan yana gelmemiz gerekir. Varlığımız gericiliğe hizmet eden, onun zihniyetine yedek olan bir konum yerine tam tersi bir noktada mevzilenmemiz gerekir.”
‘Hamburg modelini sonradan öğrendik’
Alevilik inancını nasıl değerlendirdiği üzerine ise Öker, şunları söyledi: “Gerek Türkiye’de gerekse de Almanya’da yaşayanlardan konunun özünü bilmeyenler bu konuda basit yorumlar yapıyorlar. Almanya’da hukuki olarak federasyonumuz, Almanya’da yaşayan Alevileri doğrudan temsil eden ve Aleviliği de kendine özgü bir inanç olarak sunan konumundan dolayı okullarda Alevilik dersi verme hakkına sahiptir. Alman Anayasası gereği okullarda siz tarikat olarak ya da başka bir inancın alt başlığı olarak öğretilme şansınız yok. Bunu anlatana kadar dilimizde tüy bitti. Biz zamanında federasyonumuzu İslami bir örgütlenme Aleviliği de İslami bir tarikat olarak görmüş olsaydık şuan 4 tane çatı örgütü Alman devletinin muhatabı olarak Almanya’da okullarda İslam dersi veriyorlar. Biz o durumdan dolayı Almanya’da 6’ıncı çatı kuruluşu olacaktık, İslami dünya içerisinde. Yani Kardeş örgütümüz Milli Görüş, Nurcular, Işıkçılar, Süleymancılar olacaktı. Biz de onların 6’ıncı kardeşi olacaktık. Ve onlarla anlaştığımız İslam dersini çocuklara vermiş olacaktık. Biz bunun Aleviliği yok edecek bir tehlike olduğunu gördüğümüz için 90’lı yıllardan bu yana Aleviliğin özgün bir inanç olarak, federasyonumuzun da devletten Diyanetten bağımsız ve onun bir alt kolu olmadan kendi başına muhatap alınması için biz bunu yaptık. Bu nedenle şuan Almanya’da verilen derslerin Türkçe karşılığı Alevilik Din Dersi’dir. Biz Almanya’da ya Alman devletinin belirlediği bu hakkı, içeriğini kendimiz belirleyecek şeklide tercih edecektik ya da çocuklarımızın İslam dersine katılımına seyirci kalacaktık. Bizim itirazımızın Almanya’nın eğitim sistemini değiştirme şansı yok. Aleviler olarak itiraz etsek Almanya’da yeni bir anayasa yazma şansımız da yok. Alevilik din mi değil, bir öğretidir. Alevileri de böyle kalıplaştırmayın, kendi formatınıza sokmayın dediğimizde bizim bunu mevcut yasalar çerçevesinde Alman devletine anlatma şansımız yoktu. Ne çabalar sarf ettik Türkiye’den gelen herkesin Türk olmadığı, içinde Kürt de Arap da olduğuna. Türkiye’den gelen herkes bildiğiniz gibi Müslüman değil, içinde Alevi de var, Süryani de var, Ezidi de var diyene kadar neler çektik. Dolayısıyla dışarıdan bakıldığında Alevilik Din Dersi formatı bizce de yanlış. Almanya’da şuan İslamcıların ayrı bir ders, Alevilerin ayrı bir ders, Katoliklerin ayrı bir ders, Protestanların ayrı ders gördüğü model de var ama bunların hepsinin bir arada öğretildiği Hamburg modeli de var. Biz şimdi onu savunuyoruz. Diyoruz ki, dinlerden daha çok öğretiler aktarılsın. Nasıl ki, çocuklar matematik, kimya dersini bir sınıfta görüyorsa inanç öğreti dersleri de böyle görülsün. Hamburg’ta bunun modeli var ve biz bunu 30 yılda öğrendik. Kiliseler bu konuda haklarından vazgeçecekler ki, Hamburg’ta bundan vazgeçtiler. Dinlerin bir arada öğretildiği derslere çocuklar bir arada katılabiliyorlar. Eğitimsel olarak da pedagojik olarak da en doğrusu bu. Keşke biz 90’lı yıllarda Alman eyaletlerinde böyle bir seçeneğin olduğunu görmüş olsaydık aynen Hamburg’ta olduğu gibi bunun üzerinde yoğunlaşırdık. Matematikte bir arada olan çocuklar din dersi geldiğinde herkes kendi gettosuna gidiyor. Bu modelin ayrımcı olduğu, birleştirici olmadığı ve çocuklar arasındaki ilişkileri olumsuz etkilediği açık.
‘Bizim somut yeni cemevleri modelleri çıkarmamız lazım’
İstanbul’da bir konferansta Alevi mücadelesinin son 30 yılını masaya yatırdıklarını ifade eden Öker, konuşmasını şöyle sürdürdü: “30 yıl sonraki perspektiften baktığımda yanlış gördüğüm onlarca şeyi sıraladım. Ömrümüz gitti bizim cemevi inşa etmekle. 94’te şuan kontrgerillanın karargahı, onların tanımlamasıyla Tunceli’deki Cemevi. Yıl 94, o zaman Avrupa’yı karış karış dolaştım. Ve bizim Alevi dünyası olarak Türkiye’de inşa ettiğimiz ilk cemevi. Dersim Alevilerin kızıl yuvasıdır. Ancak her toplumun düştüğü yerden imha edilmeye çalışıldığı, katliama maruz kaldığı yerden ayağa kalkar anlayışıyla ilk inşa ettiğimiz cemevi bugünkü Dersim cemevidir. Arkasından Sivas, Çorum, Maraş cemevleri işleyiş bakımından tamamen bize düşman yapıda, karşıt noktadalar. Biz Alevilere yönelik o günkü koşullarda camilerden, cami imamlarından inanılmaz hakaretler vardı. Bu hakaretlerden kurtulalım diye bütün gücümüzle cemevi inşa ettik ama gelinen noktada içerisindeki dedeleri, oradaki hizmeti, Aleviliği nasıl yaşayacağına dair bir model yaratamadığımızdan dolayı bu kadar iyi niyetimiz şuan bizi sırtımızdan hançerliyor. Bu da bir özeleştiri. Öbür taraftan genel örgütlenme itibariyle eğitim alanında ciddi şekilde boşluklar bıraktık. Hiç komplekse girmeden söyleyebilirim ki, o kadar artılarımızın yanında bir o kadar da eksilerimiz var. İnsan niye bunları konuşmaz medeni bir şekilde. Amacımız buydu ama buna hizmet etmek yerine başka bir şeye hizmet etti. Bugün gelin örgütlenme anlamında çekap yapalım. Yoldan daha kutsal hiçbir şey yoksa hiçbir tabuyu bırakmayalım, medeni şekilde, kırıp dökmeden, insanları birbirinden uzaklaştırmadan, örgütsel yapılara zarar vermeden gerçekten kangren olmuş şeyler varsa onu atmak lazım. Mevcut haliyle amacımıza, ütopyamıza zarar veren şeyler varsa, biz yaptık yanlışsa da yanlıştır devam edelim diyemeyiz. Bir noktadan itibaren yanlıştan uzaklaşıp doğruya yönelmemiz lazım. Bizim amacımız Alevilik adına Şia’yı hortlatan, Şia’yı yaşatacak, Aleviliğin felsefesiyle, insani değerleriyle, ütopyasıyla alakasız ve İslam’ın başka bir yüzünü hayata geçiren şeyleri amaçlamamıştık. Cemevlerinden muradımız bunlar değildi. Cemevleri gerçekten Alevileri ayağa kaldıran, kollayan, koruyan ve eğitim alanında, toplumsal alanlarda insanın en temel ihtiyaçları neyse bu alanda Alevileri var eden, ona hizmet eden yerler olmasını arzularken, gelinen yerde karakollar insanlara zulüm, işkence yapıyor, cemevleri de insanları dincileştirip, Şialaştırıp mevcut Ortaçağ zihniyetinin kulu kölesi yapıyor. Buralar insanların istihdam, rant alanına dönüştü. 7 sülalesinin beslendiği alanlara dönüştü. 95’li yıllarda cemevinin temelini attığımız yıllarda Yurt ailesinin Alevilikle uzaktan yakından alakası yoktu. Sonradan getirildi Dersim’e yerleştirildi. Diğer cemevlerine de bakın 20-30 yıldır aynı sülale cemevlerine çöreklendiler ve cemevleri onların beslenme kaynaklarına dönüştü. Oysa bizim cemevi yapmak için Avrupa’da gençliğimiz, ömrümüz gitti. Kapı kapı, ülke ülke dolaşırken, maddi kaynak yaratırken biz birileri oralara çöreklensin ve yaşam biçimleri olsun diye bu çabaları yürütmedik. Başta Aleviler olmak üzere insanlığa hizmet etsinler diye buraları yaptık ama şimdi bir bakıyorsunuz aynı yüzler aynı insanlar. Baba oğula devrediyor. O yüzden bizim somut yeni cemevleri modelleri çıkarmamız lazım. Cemevlerinin 30 yıllık deneyim ışığında varlığı neye hizmet etmeli, cemevlerinden bizim muradımız neydi ama nerede yanlış oldu bu yanlışı nasıl ortadan kaldırırsak doğru olur bütün bunlara bizim yeni fikirlerle yeni konseptler geliştirerek katkı sunmamız lazım. Yani tamamen negatif yaklaşıp ne haliniz varsa görün yerine oraları kuran biz isek ve bu bizim ütopyamız ise oraları bu bataklıktan kurtaracak olan da bizleriz.”
‘Eşit haklar bizi çağdaş, laik ve demokratik bir ülke ütopyasına yaklaştırıyor mu?’
Alevilerin son 15 yıldır öne çıkardıkları eşit haklar talebinin gözden geçirilmesi gerektiğine işaret eden Öker, pragmatizmin Alevi değerleriyle bağdaşmadığını belirterek şöyle konuştu: “Biz Mehdiler gelecek bizi kurtaracak beklentisiyle hayata bakmıyorsak, ilahi güçler gelecek insanlığın temel sorunlarını çözecek diye bir bakış açısına sahip değilsek, sonuçta bu değerlerin yaratılmasına katkı sunanlar bu yüzyılda ortaya çıkan sorunları düzeltecek olanlar da bizleriz. Bu alanda yaptığımız bütün doğruları yanlışları masaya yatırmayı medeni bir sorumluluk olarak görüyorum. Kendi haline bıraktığımızda zaten çöküntüye girecek. Bu anlamda gerek cemevleriyle ilgili olsun gerek genel örgütlenmemizle ilgili olsun devletin zihniyeti 100 yıldır aynı değişmedi. Kuruluşundan beri tekçi olan zihniyet dergahları kapattı. Alevi toplumunu katliamlara maruz bıraktı. Asimile etti. Zorunlu din dersleri Kenan Evren’in 82 cuntasının icadıdır. Aleviler olarak bütünlüklü yaklaşmak hem pratik örgütlenmemizde hem de ütopyamızda bugüne kadar üzerinde çok fazla düşünmeden ifade ettiğimiz birçok şeyi gerçekten sorgulamamız lazım. Son 15 yıldır bizim mücadelemiz eşit haklar mücadelesidir. Ama eşit haktan kast ettiğimiz nedir? Eşit haklar bizi çağdaş, laik ve demokratik bir ülke ütopyasına yaklaştırıyor mu, böyle bir cumhuriyete kavuşturuyor mu? Yoksa mevcut bütün olumsuzluklardan ağzımıza bir parmak bal sürüldüğünde eşit haklara mı kavuşmuş oluyoruz?”
Alevi örgütlenmeleri yeni bir konsept geliştirmeli
Siyasi parti farkı gözetmeksizin Alevilerin ibadethanesi olan cemevlerine müdahalenin hiçbir şekilde kabul edilemeyeceğine vurgu yapan Öker, Aleviliğin yeni örgütlenme modeline ihtiyaç duyduğunu belirterek şunları söyledi: “Şuan İmamoğlu İstanbul’da bütün cemevlerine 3’er tane kadro dağıtıyor. Mevcut halimizle laiklikten saptıktan sonra, laiklik ilkesini hiçe saydıktan sonra; AKP bildiğiniz tarikatları, Ortaçağ zihniyetine sahip olanları finanse etti. Onlar için belediyenin bütün imkanlarını seferber etti ve bir amacı vardı. Şimdi biz Aleviler bu ülkede anayasal bir hakka kavuşmadan, cemevlerinin inançsal, sosyal-kültürel alanı statüsünü elde etmeden, yandan, sağdan soldan 3 hizmetliye (Dedeye, bekçiye, güvenlik görevlisine) maaş vererek siz de çarpık bir zihniyeti yaşatmış oluyorsunuz. Oysa biz laikliği, demokrasiyi bugünün çağdaş dünyasının normları ne ise onları hayata geçirmemiz gerekir. Aleviler ibadethaneleri olan cemevlerini kendileri yapacaklar. Diyarbakır Cemevini biz inşa ettik ama atanan kayyumun bir birimine dönüştü. Kayyumun elinin altında. İstanbul’da belediyelerin yapmış olduğu birçok cemevinin anahtarı belediyeye ait. Belediyenin bir hizmet binası. İzmir’deki cemevleri de böyle, bu statüde. Şuan için bize faydası var anlayışıyla hareket ettiğimizde biz de demokratik laik bir ülkede olmaması gerekenlerin suç ortağı oluyoruz. Bu anlamda cemevleri devlet, cemevleri yerel yönetimler arasındaki ilişkilerde AKP yapıyorsa hainlik yapıyor, CHP, HDP yapıyorsa baş tacı demememiz lazım. Aynı hatayı Diyarbakır’da da yapmışız. O günkü koşullarda bu olayın bu boyuta geleceğini düşünmeden hareket etmişiz. Kimin aklına gelirdi Osman Baydemir döneminden bugünlere gelineceği. Halkın seçtiği belediye başkanları zindanlara atılacak. Kayyum atanacak, halkın iradesi yok sayılacak. İşte şimdi halın iradesi yerine Diyarbakır’ı kayyum yönetiyor. Biz o günkü koşullarda Pir Sultan Abdal Cemevinin mülkiyetini kamu yararı statüsü olan herhangi bir vakfımıza hibe edilebilirdi. Mülkiyeti devredilebilirdi. O günkü koşullarda kullanım hakkı devredildi ve 10 yıl bitti şimdi Vali diyor ki, gelin bakim. Burası bana ait. Bu da bizim pratikte öğrendiğimiz bir şey. 10 yıl önce bugünü görmek için bizim falcı olmamız gerekiyor. Örgütlenme de bir bünye gibi canlı bir organizmadır. Herhangi bir yeriniz ağrıdığında doktora gidip ilaç alıyorsunuz. Örgütlenmeler de böyledir, canlı, dinamik mekanizmalardır. Bugünkü koşullarda Alevilerin hiçbir devlet müdahalesi olmaksızın, mevcut, Türkçü, İslamcı zihniyetin Alevi versiyonuna teslim olmadan, mevcut siyasi partilerin arka bahçesi olmadan, bizim pragmatik yaklaşım yerine, Aleviliği kendi kökü üzerinden var edecek adımlarca ısrarcı olmamız gerekir. Bizim bugün yapmamız gereken alternatif yaratmaktır. Aleviler bu noktada yeni bir konsept geliştirmeli. CHP’nin HDP’nin Aleviler nasıl kurtulur diye bir modeli mi olabilir, cemevleri böyle olsun, inancınız böyle olsun diye. Toplumsal yaşamımızda siyasi partiler bir araçtır. Öznesi kendisi olan topluluklar, yani Aleviler kendi derdinin dermanı olabilir. Gelinen noktada bugüne kadar yapılanlardan, attığımız adımlardan ne bize hizmet ediyor ne bize zarar veriyor. Bu kapsamda yeni bir bakış açısına yeni değerlendirmelere, programa ve yeni bir konsepte ihtiyacımız var. O nedenle sürgit anlayışı ile devam etme şansımız yok. Gerek cemevleriyle ilintili gerek kendimizi ifade etmemizle gerekse de örgütlenme tarzımızla ilgili yeni bir bakış açısı sunmamız lazım. Mevcut dernekçilik, Türkiye’deki mevcut örgütlenme tarzımız veya Avrupa’daki federasyonculuk, konfederasyonculuk ne kadar Aleviliğin özü ile bağdaşıyor. Bu öğreti federasyonculuk, konfederasyonculuk üzerinden, sendikal örgütlenme modeli üzerinden Aleviliğin özüne ne kadar hizmet edebilir?”
‘Hem Avrupa’da hem Türkiye’deki bütün kurumlarımızın süreci masaya yatırmaları gerekiyor’
İktidar partisinin atacağı adımların Alevilerin hayrına olmayacağının altını çizen Öker, Alevi hareketinin bir bütün olarak yenilenme ihtiyacına ilişkin şu değerlendirmede bulundu: “Alevi hareketi 30 yılın birikimlerini ısıta ısıta yol alamaz. 2022 Türkiye’sinde Aleviler olarak bizi bekleyen tehlikeler karşısında bizim duruşumuz, hizmetimiz ne olacak? Türkiye’nin toplumsal kurtuluşunda yerimiz ne olacak? Dünyanın temel sorunlarındaki bakış açımız ne olacak? Alevilerin bunlara dair yeni söylemlerinin olması gerekir. AKP’nin bugün atacağı adımların hayrımıza olmayacağını adımız gibi bilmemiz lazım. Bu devletten, hükümetten Alevilerle ilgili ne açıklanıyorsa ne adım atılıyorsa bunun bizim zehrimiz olacağını, bizi yok edecek adımlar olduğundan adımız gibi emin olmalıyız. Çimentonu vereyim, kapını pencereni yapayım, sen de sus yaklaşımın bize bir hayrı olmaz. Hem bu tuzağa düşmeden hem de laik-demokratik bir perspektiften uzaklaşmadan mevcut sorunlarımıza ilkesel çözümler üretmemiz lazım. Hem Avrupa’da hem Türkiye’deki bütün kurumlarımızın süreci masaya yatırmaları gerekiyor.”
Almanya’da Alevilik derslerine katılan öğrenci sayısı 700 civarında
Avrupa’daki Alevilerin kazanılmış haklarının içini ne kadar doldurabildiklerine ilişkin olarak da Öker, şunları söyledi: “Alevi hareketi içinde fiili olarak şahitliğim 34 yılı buluyor. 1988’de ilk Alevi Kültür Merkezi’nin kuruluş sürecine dahil olmamdan bugüne aralıksız olarak Alevi dünyasının gerek Avrupa’da gerek Türkiye’de yürüttüğü toplumsal mücadele içinde bir birey olarak yer aldım. Bizim o günkü belirlemelerimiz ne kadar can alıcıysa bugünküler de o kadar doğru. Alman okullarında Aleviliğe yer verilsin, Hamburg Alevi Kültür Merkezi’nin Alevi dünyasının gündemine getirdiği istemlerdir. Bütün Alman, İngiliz bilim adamlarının Alevilikle ilgili araştırmalarına baktığımızda o belgeler tak tak ortaya çıkar. Almanya’da Hristiyanların ne hakkı varsa bizim de aynı haklarımız olsun. Alman Anayasa’sının herkese inanç anlamında hak hukuk tanıyan 4’üncü maddesi herkese uygulansın. Bunlar bizim 88’deki gündemimizde yer alan şeylerdi. Sonra biz bunu 93 Madımak Katliamına kadar Almanya’nın büyük kültür merkezlerindeki örgütlenmeyle bugünün Cem Vakfı’nın zihniyetine uygun ve sadece Aleviliği dinsel formatta değerlendiren o günkü adına ACF dediğimiz Alevi Cemaatleri Federasyonu’ndan Alevi Kültür Merkezleri’nin kökten farklılaştığı nokta bugünde tartıştığımız gibiydi. Alevi örgütlenmesi sadece dinsel örgütlenme olamaz. Alevi Kültür Merkezi vurgusu bundan dolayıdır. Bu mücadelede biz Almanya’da Alman Anayasası’nın, hukukunun Hristiyanlara tanıdığı haklar neyse u haklar bize de tanınsın bakış açısı taa o yıllarda vardı. Dolayısıyla bugün somut olarak 30 yıldan sonra elde ettiğimiz hakların temelleri o yıllarda atılmıştır. İlk defa mevcut kamusal temsil hakkı 1995 yılında o günkü Genel Başkanımız Ali Rıza Gülçiçek’in imzasıyla sunulmuştur. Almanya’dan biz de aynı Kiliseler gibi aynı haklara kavuşmak istiyoruz başvurusu. 93’teki toplantılarda okullarda Alevilik dersi temel gündemimiz olmalıdır diye bu talebi öne çıkartmıştık. Yaklaşık 30 yıl önceki Genel Kurullardaki Alevilik özgün bir inançtır belirlemesi o günün hukukçularının, bilim insanlarının yönlendirmesidir. O günün koşullarında hukuksal ve siyasi alanda ne yapılması gerekiyorsa yapmaya çalıştık. Tabii bu haklar Almanya’da Aleviler için icat edilmiş değil. Bütün inanç toplulukları bu haklardan yararlanıyor. Yahudiler de Budistler de inançlarını okullarda öğretiyorlar. İslamcılar da öğretiyor biz de öğretiyoruz. Bizim için özel hazırlanmış, sunulmuş paketler içerisinde bir lütuf yok. Alman hukuk sistemine göre sizin bir inanç olarak görülmeniz için 30 yıllık bir geçmişe sahip olmanız lazım. Bizim Almanya’da yaptığımız sözleşme de bu sürecin doğal bir yansımasıdır. Bu da bize özgü değil. Alman eyaletlerinde diğer inanç toplulukları da bu anlaşmayı yapıyorlar. Alman Anayasası bütün inanç topluluklarına aynı hakkı tanır. Siz bu hakkı elde etmek için kendi üzerinize düşen sorumluluğu yerine getirdiğinizde bu hakları elde edersiniz. Bunlar özel olarak bir imtiyaz şeklinde sizin karakaşınıza kara gözünüze bakılarak verilen haklar değildir. Biz o günkü koşullarda 91 yılında Hamburg Alevi Kültür Merkezi’nin 380’e yakın üyesinin imzasını alıp götürdük, Eğitim Bakanlığına teslim ettik. İsmail Kaplan arkadaşımız bunun canlı tanığıdır. Bu bilgiler Hamburg Alevi Kültür Merkezi’nin dosyalarında da mevcuttur. 91’den bu yana aradan 30 yıl geçmiş. 2002 yılında da bu hakları Berlin’de elde ettik. Almanya’da Alevilik derslerine katılan öğrenci sayısı ne kadar? Son Genel Kurulda verilen rakamlar 600-700 arasında olduğunu gösteriyor. Bir milyon Alevinin yaşadığı ülkede aldığınız bu hakkı binlerce Alevi gencine aktaramadıktan sonra, binlerce gencin bu derslere katılımını sağlamadıktan sonra kağıt üzerinde bu hakkı ha almışsınız ha almamışsınız bunun ne önemi var? Genel Başkanlığım döneminde biz 3-4 bin kişiye ulaşmıştık. Bu sayı da çok az. İslamcıların sadece bir eyalette 50 bine yakın öğrencileri katılıyor. Bu hakları aldık ama Alevi toplumu kazanılmış bu hakların içinin doldurulması noktasında biz yöneticiler başta olmak üzere örgüt de cemevleri de başarısız, toplum da başarısız.”
‘Cemevlerini müzelik olarak seyretmek için mi aldık?’
Alevi örgütlerinin artık örgütlenme modellerini güncellemeleri gerektiğine vurgu yapan Öker, 30 yıl boyunca dernekçilik modelinde ısrar etmenin yanlış olduğunu belirterek şunları ifade etti: “Koca Almanya’da dernekçilik dışında bir tane kreşiniz yok. Bir tane yaşlılar yurdumuz yok. Bir tane hastanemiz yok. Anlaşmanın ne kadarının hayata geçtiğine bir bakalım. Almanya’da Aleviler bütün amaçlarına ulaştılar gibi bir ifade çok sorumuzca. Bütün amaçları ne demek? Cezaevleri Alevi çocuğuyla dolsun, Alevilerin yüzde 4-5’inde hitap et. Cemevleri müze gibi olsun. Biz ne yapacaksak halkla yapacağız. Halkın içinde yer almadığı, içini doldurmadığı her şey kağıt üzerinde duvarı süsleyen resimler olur. Bu konuda gerçekçi olmalıyız. Yeni kuşaklara Aleviliği anlatmazsak bitmiştir bu iş. Kağıt üzerinde hakkınız var ama fiiliyatta derslere katılan öğrenci olmadığında ne yapacaksınız? Cemevleri var ama yeni kuşaklara, çocuklara, yönelik bir hizmet yok. Yaşlılara yönelik bir hizmet yok. Sadece yılda 3-4 defa cem yapmak için mi devasa yapılar satın aldık. Cemevlerini müzelik olarak seyretmek için mi aldık?”
‘Bu vakıf gerçekten hain emeller için kurulmuş bir vakıf’
Cem Vakfı sözcüsü Ercan Güvenç’e ilişkin olarak ise Öker, şunları ifade etti: “Ele güne karşı Alevilerin iç sorunları öne çıkmasın. Kendi aramızdaki görüş ayrılıklarımız, farklılıklarımız onların ekmeğine yağ sürmesin hassasiyetiyle hep yaklaştık. Bana yönelik İzzettin Doğan dava açtı. Maraş’a giderken gözaltına alındım. Arkasından her çıktığım televizyon programlarında bunlar Türkiye’nin sorunların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüyorlar. Türkiye’yi jurnalliyorlar. Dış dünyada Türkiye’yi kötülüyorlar diye bas bas bağırıyorlar. Sonra 700-800 bin TL elektrik parası birikince ve bizim de Eylem Zengin davasını AİHM’ne götürüp kazanmamızla şeyi gördü. AİHM soruna Türkiye nasıl yaklaşıyor. Alevilere nasıl haksızlık yapıyor. Bu yorumları okuyunca gördü ki orada ekmek var. Oralara gitmeyi kötüleyen, jurnallik olarak değerlendiren şahsiyet soluğu orada aldı. Sırf o parayı ödememek için. Sonra dava açtı ve hiç özeleştiri de vermedi. Bütün bunlara rağmen biz her fırsatta dedik ki, Alevi dünyasındaki farklılıkları bayraklaştıran bir tutumumuz olmasın. Alevileri ilgilendiren bir sorun olduğunda her fırsatta biz de diğer inanç toplulukları gibi yan yana gelelim. Birçok noktada görüş ayrılığımız var ama bütün bu iyi niyetlerimize rağmen her fırsatta Alevi dünyasının aktörleri, farklı kurumları varsa bir araya gelsin çabamıza rağmen ve tüm olumsuzluklarını sineye çekmemize rağmen üzüntüyle görüyoruz ki, bu vakıf gerçekten hain emeller için kurulmuş bir vakıf. İstanbul Kartal’da yaşayan ve belediye başkanlığı için CHP’den aday adayı olan şahsiyet özel uçakla Siirt’e götürülüyor. Ve orada özel olarak kurulan senaryonun içerisinde çıkıp konuşma yapıyor. İkametgahı Siirt değil, orası bir Alevi sempozyumu değil, yani Bayram değil Seyran değil, senin orada ne işin var? Konuşmasına baktığınızda orada ne için yer aldığını görüyorsunuz. Bütün dünyaları kırıntı başka bir şey değil. Niye bize kırıntı vermiyorsunuz, niye bize kemik atmıyorsunuz. Niye bizi beslemiyorsunuz? Bütçeden pay kırıntıdan başka bir şey değil. İtibar yok, onur yok, şahsiyet yok, hak hukuk yok. Kendi tarikatlarınızı besliyorsunuz, bizi de besleyin. Ercan Güvenç denilen şahsiyetin biyografisine bakın CHP’den önce de MHP’nin merkez yürütme kurulu üyesi. Alevi dünyasından olup da 70’li 80’li yıllarda oluk oluk Alevi kanı akıtan, ellerinde binlerce Alevinin kanı olan ki, bugünler Maraş Katliamının yıldönümüdür ve biz o katliamlarda katledilen canlarımızı anarken, o katliamı yapanların elebaşlarıyla aynı kurumda yer almış bir adamın Aleviliği ne olabilir, insanlığı ne olabilir? Ancak bu kadar kendi toplumuna ihanet içinde olan, kemik peşinde olan insanlar bu alçaklığı yapabilirler.
‘AKP Genel Başkanı’na Pazartesi dava açacağım’
Siirt’te yaptığı konuşmada Almanya devletinin Alevi kurumlara 30 milyon Euro verdiği yönündeki iddialarına yönelik olarak da Öker şöyle konuştu: “Bu noktada da öğrendikleri tek şey Avrupa Alevi örgütlenmesinin yıllarca başındaki bir olarak baş düşman şahsım görünüyor. Bunlar ecdatlarının 2021 sunumudur. Avrupa’da Alevilerin kendini kabul ettirmesi, kurumumuzun Alevileri temsil etmesi, uluslararası alanda devletin değil de Alevi kurumların temsil hakkına kavuşması karşısında bir kudurganlık var. Bu yeni de değil, istihbaratın yayın organı 2000’de bizi 8 ay boyunca manşet yapmıştır. Her gün bizim Almanya örgütlenmemize yönelik manşetten saldırılarda bulunmuştur. Şuan bunu yapan kişi tarihin çöp sepetinde.”Ben Pazartesi günü Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı sıfatında olsa da AKP Genel Başkanı’nı iftira attığından dolayı tazminat talebiyle mahkemeye vereceğim. 30 milyon Euro gibi bir iftira söz konusu. Almanya devleti kabile devleti değil. Almanya devletinin hangi kuruma ne verdiğini -buradaki gibi her şey özel çekmecelerde de gizli değil- bakanlıkların internet sitelerine girerek tek tek çıkarabilirsiniz. Bu bir iftiradır. Almanya devletleri federasyonu sosyal, kültürel, eğitsel alanda insanlara yönelik hizmetinden dolayı bütün çatı kuruluşları gibi bizim eğitsel, kültürel faaliyetlerimizi, ayrımcılığa, ırkçılığa karşı yürüttüğümüz faaliyetleri sosyal projelerde destekler. Ama kesinlikle kurulduğu günden bu yana –mevcut yönetici arkadaşlar somut rakamı da verebilirler- bu rakam yok. Şunu da kendisi çok iyi bilir, eski Milli Görüşçü, Milli Görüş’ün müfettişi; Alman devletinden sıraladığım çalışmalar için para alan Milli Görüşün, Süleymancıların, Işıkçıların projeler karşılığı Alman devletinden almış olduğu para AABK’nin aldığından yüz misli daha fazladır. Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu sadece Alman devletinin değil hiçbir devletin yedek gücü olamaz. Öğretisi gereği Almanya Alevi Birlikleri Federasyonu ve Aleviler tarih boyunca hiçbir devletin yedeğine girmemişlerdir. İnançlarını devletin yedek inancı haline dönüştürmemişlerdir. İktidar perspektifinden olaylara bakmamışlardır. Aleviliği asmada, kesmede, sömürmede araç olarak sunmamışlardır. Alevilik, Kızılbaşlık hep insanlığın kurtuluş ütopyası olmuştur. Bu iftira bizim canlarımızın emekleriyle oluşturduğu kurumumuzun varlığını ve kazanımlarını gölgeleyerek, Türkiye’deki Alevilere aynı hakları vermemek için yapılan iftiralardır. Konfederasyonumuz da bu konuyu yargıya taşıyacak.”
‘Tepkilerimizi görünür kılmamız lazım’
AABK Onursal Başkanı Öker, Alevilerin kendilerine yakışanı yapması gerektiğini ve günü kurtaran etkinlikler yerine sonraki kuşaklara onur duyacakları değerler aktarmaya ihtiyacı olduğunu belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü: “olaylara günü birlik yaklaşmamamız lazım. Mevkiden, şandan, şöhretten, maaştan, rütbeden bağımsız gerçekten yeni kuşaklara aktardığımız değerler noktasında onur duymaları gerekiyor. İr toplumsal varlık ancak böylece kuşaktan kuşağa aktarılabilir. Karamsar olmamak lazım. Bugünler geçecek. Nasıl Hınzır Paşalar bugün lanetleniyorsa, özel uçakla Siirt’e götürülenlerin de akıbeti öyle olacak. Hepimizin bulunduğu alanlarda ne yapmamız gerekiyorsa kararlı bir şekilde yapmaya devam etmemiz lazım. Avrupa’da 300’e yakın cemevimiz var. Biri çıkıyor ve bunlar Alman devletinin ajanı, bunlar para karşılığı satılmış insanlar diyorsa bizim de bunun karşısında bir karşı duruş sergilememiz lazım. Benim pazartesi yapacağım başvuruyu Avrupa’daki yüzlerce cemevi başkanı, kurum temsilcimiz yapabilir. Avrupa’da yaşayanlar açıkça biliyor, biz Alman devletinin paraya boğduğu bir örgüt değiliz. Örgütlerimizin nasıl fedakarlıklarla ayakta kaldığını, bizlerin nasıl aç, sefil ömrümüzün yollarda geçtiğini herkes biliyor. Kurum temsilcilerimiz birkaç saatlerini ayıracaklar, gidecekler vekalet verecekler, avukat bulacaklar. Avrupa’dan yüzlerce dava açıldığını düşünün. Sosyal sayfalardan biz yazıyoruz biz okuyoruz, bu böyle olmaz. Tepkilerimizi görünür kılmamız lazım. Örgütümüzün varlığından, duruşundan rahatsız oldukları için her fırsatta bize saldırıyorlar. Bizim de kendi kurumlarımızı savunmamız lazım. Örgütlerimize fütursuzca iftira atılıyorsa başkanlar olarak bizim varlık nedenimizdir buna karşı durmak. Bunu yapmıyorsak ne adına oradayız?”
PİRYOL