Yazma eyleminin, bir güncesinin tutulması gerekir; her şeyden önce bir gönül güncesidir bu ve kayıtları, can gölgesinde hiçlik defterine düşülür; demek ki yazmak, kendinle evlenmektir her şeyden önce.
Kendinden evlendiğinde, yazmaya gebe kalırsın, doğum gerçekleşir, yazılanlar yazıya dökülür ve edebiyat-sanat ürünü, gün yüzüne çıkarılır.
Düşünsel deneyim yapmak, düşünce düşü kurmaktır; öyleyse kitap yazmak, makale üretmek, düş kurmakla başlar; düş kırıldığında ürün yaratılmış olur ve yeni bir düşe kulaç atılır. Her kulaç atış, yazgı kimliği olarak, nedenin yazdığı bir öyküdür bir bakıma. Öykü okunduğunda, davranış, kendi nedenini sese dönüştürür.
Bu anlamda yazan kişi normal insanlara göre bir farkındalığı yaşamış olmalıdır. Tam da bu nedenle yazar, yazmak için yaşar ya da yaşamak için yazar: Ne yazık ki yaşam gerçektir, yani her gerçek gibi ikiyüzlüdür; yazarken yazar, sistemin yazgısının kol gezdiği ya da ortalama insana bağlanan sağduyunun egemenlik kurduğu yaşamın ön-yüzünde değil de arka-yüzünde olmayı yeğler.
O zaman düşünür yazar, bu ikiyüzlü gerçeğin bir felsefesi olsun ister. Eylemi, dışarıdan bir savrulma olarak algılansa da o; ikiyüzlülüğü bir erdem olarak gören ya da yetişmişliğin kanıtı kabul eden bir düşünce insanı olmayı yeğler.
Doğru mu yapar yanlış mı yapar bilemeyiz: Ama yaşamının hiçbir anında ne kendini aldatır ne de satar.
Esat Korkmaz