Kimlik, bir insanın ya da bir topluluğun sosyal, siyasal, düşünsel ve kültürel yaşamının çeşitli özelliklerini ve niteliklerini sembolize eden bir belirteçtir. Bir topluluk aidiyetini oluşturan Alevi kimliği, çok boyutlu Alevi öğretisinin genel özelliklerini ve niteliklerini yansıtır. Alevi kimliği üzerine yapılan yorumlardaki en büyük yanılgı ise, kimliğin belirli bir inanç ve bir kültür aidiyetine dayandırılması ve bunlarla sınırlandırılmasıdır.
Aleviler dünyayı sadece yorumlamakla kalmamışlar, onu değiştirmek istemişlerdir. Tarihte ortaya koydukları pratik, onların dünyayı değiştirme istek ve arzularını gösterir. Dolayısıyla, Aleviliği bir inanç algısı üzerinden dünyanın bir yorumu ve bir kültürel aktivite olmanın dışına taşıyan ve ona evrensel bir nitelik kazandıran şey, Alevilerin yaşadıkları köhnemiş yapıya olan itirazları ve bunu değiştirme arzu ve isteği olmuştur. Alevi kimliği de işte bu noktada bir anlam kazanır.
Alevileri, tarihte, İslam teolojisine dayanan dünya görüşüne itirazlarını oluşturan ve bunun yerine somut olgular üzerinden bilimsel bir dünya görüşünün oluşumunu hazırlayıp mücadeleye sevk eden şey; kendilerini ezen ve yoksullaştıran Feodal İslam düzeninin despotik ve sömürgeci karakteridir. Alevi kimliği de, esas olarak, böyle bir süreç içinde oluşur. Bu, bir inanç ve kültür fenomenini aşan felsefi, iktisadi, siyasi, ideolojik, ahlaki ve kültürel bütün boyutuyla bir dünya görüşünü kapsayan özgün bir kimlik yapılanmasıdır; “Anadolu Aleviliği” denilen olgu da esas olarak budur.
Anadolu’da feodal despotluğa karşı köylü yığınlarının “Rıza Şehri” denilen eşit, özgür, sömürüsüz bir dünya ütopyasını kurmak adına iktidarı hedefleyen sınıf temelli mücadeleler iyi görülmeli ve kavranmalıdır. 1239 Babailerin, 1415-20 Bedreddin ve halifelerinin, 1511 Şah Kulu ile başlayıp 1527 Kalender Çelebi’ye uzanan bir dizi ayaklanmalar ve sonrası Celali isyanları görülmez, mahiyetleri kavranılmazsa Alevilik anlaşılamaz. Alevi kimliğini bir kültür fenomeni ve inanç ritüellerine hapsetmek isteyenler, Anadolu yoksullarının Selçuklu ve Osmanlı’ya karşı sınıf temelli mücadelesini görmez.
Sosyalist geçinen kimi yorumcular da benzer yanlışa düşmekten kurtulamaz. Buradaki yanılgı, feodal dönemdeki mücadelenin genelde dini görünüm altında sürmesidir. Engels’in deyişiyle, bu olayın sınıfsal niteliğini değiştirmez; dönemin inanç atmosferi sınıf mücadelesini dinsel bir örtü altına gizler. Ancak, devlete yönelik saldırının aynı zamanda dini yapısına karşı olacağı da unutulmamalı.
Feodal dönemdeki kavga, elbette, Anadolu’yla ve Alevilerle sınırlı değildir. Bu kavganın bölgemizde Mazdekiler, Babek-Hürremiler, İsmaililer, Karmatiler, Balkanlar’da Bogomiller gibi birçok öncülleri; Avrupa’da Katarlar, Huslar, Münzerler gibi birçok ardılları vardır. Bunların ortak yanı feodal despotluğa ve sömürüye karşı özgür ve eşit bir dünya kurma hayalleridir. Bunların bir diğer ortak yanı da, sömürü düzenine karşı itiraz kültürünün günümüze taşıyıcıları olmalarıdır.
Aleviliği diyalektik ve tarihsel gelişimi üzerinden, ezen ezilen karşıt sınıfların mücadelesi üzerinden okuyamayanlar, insanın zihinsel ürünlerini insanla birlikte var olan ve statik değişmez doğmalar olarak görür. Dolayısıyla Aleviliği Luviler’de, Hititler’de, Sümerler’de, Göbeklitepe’de hatta Homo Sapiens döneminde ya da İslam inancının içinde aramaya çalışırlar. Alevi kimliğini tanınmaz hale getiren bu absürt, idealist ve dinsel yaklaşımların hepsi de aynı kapıya çıkar; gericilik!
Alevilik, dünyayı, ilahi bir gücün yaratımı olarak kavramaz; maddenin hareketinin zaman ve mekan içinde değişimi ve dönüşümü olarak yorumlar. Yunus’tan günümüz Alevi ozanlarına dünyanın kavranması ve yorumuna ilişkin güzel deyişler vardır. Bu felsefenin, M.Ö. 6.yy Anadolu’sundaki Miletoslu filozoflara uzanan başlangıcı ve oradan Hallacı Mansur’un Enel hak özlü deyişiyle ‘Varlık Birliği’ öğretisine varan bir gelişimini izleriz. Alevi kimliğinin felsefi-düşünsel boyutu da Hallacı Mansur’un bu felsefi görüşü temelinde şekillenir.
Varlıkların Birliği= Enel Hak öğretisinin oluşturduğu Alevi kimliği, varlıklar arasındaki tüm ikiliği reddeder; onları bir ve eşit görür. Bu felsefe, insanın insanı sömürmesini ve insanın insana eziyetini reddedip her insanın hakkını ve özgürlüğünü teslim ettiği gibi doğadaki diğer varlıkların da hakkını ve özgürlüğünü teslim eder; işte, Alevi kimlik oluşumunun aranacak vazgeçilmez doğası!
Kazım Eroğlu