Aç gözlüydü, bir türlü doymak bilmiyordu. Hep daha çok daha çok diyerek etrafa saldırıyor, kimden ne koparırım diye türlü hayaller kuruyordu.
İpin dört ucunu da suya bırakmıştı. Hiçbir değeri, dur durağı yoktu. Gözünü para, mal, mülk hırsı bürümüştü. Bütün bir dünyayı verseniz, ikincisi, üçüncüsü yok mu diye gözleri yuvalarından fırlayacak gibi fıldır fıldır dönüyordu.
Çalışmak, üretmek ona göre değildi, üretilenleri çalıp çırpmak ona daha hesaplı görünüyordu. Gözünü hep başkalarının cebine dikmişti. Kendinde olanla yetinmek yerine, başkalarında olanı nasıl aparırım derdindeydi. Bütün bir yeteneğini gasp etmeye harcıyor, çaldıkça daha da acıkıyordu.
Derdi zengin olmaktı. Çalışmadan, üretmeden zenginleşmekti hayali ama kazandıkları onu bir türlü tatmin etmiyordu. Sınırı yoktu, nerede duracağını bilmiyordu. Çaldıklarından biriktirdikleriyle bir türlü mutlu değildi. Bir numara olmak istiyordu. Önce kendi mahallesinin en zengini oldu. Yetmedi, gözünü ilçenin en zengini olmaya dikti. Daha onu elde etmeden ilin en zengini, ülkenin en zengini olma hayallerine daldı. Lüks yaşantısının sınırı sürekli değişiyordu. Arada bir de çaldıklarında biraz biraz dağıtarak vicdanını rahatlatmaya çalışıyordu. Cüzdanı kabardıkça vicdanı daralsa da yine de kırıntıları etrafa saçmak ona yetiyordu.
Artık zengindi ama bir türlü istediği kıvama geldiği hissine kavuşamıyordu. Dünyanın en zengini olduğunda duracak mıydı, ondan da emin değildi. Artık aç değildi ama açgözlülükten şişmek üzereydi. Bir balon gibi patlamaktan çok korkuyordu. Günün birinde her şeyin havaya karışması uykularını kaçırıyordu. Paracıkları ona huzur vermiyordu. Çünkü yalnız değildi, birileri de ondan koparmanın peşindeydi. Korkuları günden güne daha çok büyümüştü. Artık, çaldıklarını korumak için savunmaya geçmişti. Daha çok kazanmak yerine kaybetmemek için kafa patlatıyordu. Etrafını dört dönüyor, taklalar atmaktan bitkin düşüyordu. Yeniden aç kalma korkusuyla birbiri ardına hatalar yapıyor, paracıklarını kaybettikçe kara kara düşünüyordu.
Artık en zengin olmaktan geri düşmüştü hayalleri. Geri çekilme döneminde keyfi iyiden iyiye kaçmıştı. Çaldıklarını çalanlar çoğaldıkça günden güne eriyordu. Kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyor, mağdur olduğu için birilerinin ona acımasını bekliyordu. Çalarak büyüttüğü sermayesi çok geçmeden buhar olup uçmuştu. Elinde karnını zar zor doyuracağı bir şeyler kalmıştı ama onun da bir garantisi yoktu. Yine aç kalacağı günlerin gelip çatması an meselesiydi.
Hem aç hem açgözlüydü artık ve gücü de tükenmişti. Başkasından koparacak gücü yoktu. Kendini çok çaresiz hissediyordu. Çalışmaya alışmamıştı ama çalamıyordu da. Bir köşeye kıvrılıp avuç açarak dilenmeyi de kendine yediremiyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Dünyayı verseler doymayacak durumlardan şimdi ne hallere düşmüştü. Hem aç hem de açgözlü olmak meğer ne beter bir halmiş…
Ellerinin derisi buruş buruş olmuştu. Yaşlılık ve açlık iyice belini bükmüştü. Halini görenlerin acıyan bakışları altında daha da eziliyordu. Sonunun neden böyle olduğunu hala anlamıyor, anlam veremiyordu.
Çalmanın, çırpmanın, başkalarından geçinmenin doyumsuzluğuyla nasır tutan vicdanı kendisine acımaya başlamıştı. Bir numara olacaktı ama hayat ona bir numarasının olmadığını göstermişti. Aç olan bir şekilde doyar ama açgözlü bir türlü doymak bilmezdi. Çalmak yerine çalışmak, üretmek, bölüşmek gerekiyordu. Bunu anladığında iş işten geçmişti.