“Gün bize yaşamı zehir edenlere inat dayanışmanın günüdür! Dayanışarak ve sevgiyi çoğaltarak zulümleri birlikte durdurabiliriz” DERVİŞ.
21 Haziran ve 4 Temmuz 1934 tarihleri arasında Trakya Bölgesinde, Tekirdağ, Edirne, Kırklareli ve Çanakkale il ve ilçelerinde yaşayan Yahudi vatandaşlara karşı gerçekleştirilen şiddet eylemleri sonucunda yaklaşık 15 bin Yahudi yurttaş evlerini, işyerlerini bırakarak bu bölgelerden ayrılmak zorunda kalır. Devamında 1942 yılında “Varlık Vergi Kanunu” çıkarılır. Dönem tek (CHP) parti dönemidir! CHP’nin tek parti iktidarı döneminde, Milli şef, İsmet İnönü Cumhurbaşkanı, Şükrü Saraçoğlu ise Başbakandır! Şükrü Saraçoğlu, “Varlık Vergisi” kanununun mimarıdır. Varlık Vergisi kanunu, 11 Kasım 1942 günü Ankara’da TBMM’de bulunan 350 vekilin tümünün oyuyla, kabul edilerek yasallaşır. Ermenilerin, Rumların ve Yahudilerin mal varlıklarına el koymayı amaçlayan “Varlık Vergisi” yasası, 12 Kasım 1942 tarihinde resmi gazetede yayınlayarak uygulamaya girer.
Bu yasaya itiraz etme hakkı yoktur, yargı yolu kapalıdır. Yani Ermeni Yahudi ve Rum “vatandaşların” mallarına el konulması daha doğru tanımla söylersek gasp edilmesi yasal bir zorunluluk haline getirilir. Dönemin koşullarına göre çok ağır olan bu vergilerin ödemesi için de 15 günlük süre tanınır. Bu sürede borcunu ödemeyenlere gecikme faizi ile birlikte ödemek için 15 günlük ek bir süre daha verilir. Verilen bu ek süre içinde varlıklarından ağır olan bu vergileri ödeyemeyen “vatandaşlar” Aşkale’ye Hitler’in Nazi benzeri çalışma kamplarına gönderilir. Aşkale’ye çalışma kamplarına gidenlerin çoğu, geri dönemez. Özünde 1915 yılında tehcir kararı alanlarla, 10 Ocak 1923 Lozan’da mübadele’yi onaylayanlar, 1934 Trakya saldırılarını kışkırtanlar ve 1942 yılında ortaya konulan varlık vergisi ve nihayet 6-7 Eylül 1955 saldırı senaryolarını yazıp uygulayan zihniyet aynı zihniyettir.
1950’li yıllara gelindiğinde ise Demokrat Parti (DP) iktidara gelir. Devir, “yeter söz milletindir” diyerek iktidara gelen Demokrat Parti devridir! Demokrat Parti, ekonomi de bütün liberal söylemlerine rağmen, İstanbul ve çevresinde oturan “azınlıkların” elindeki sermaye gücünü gasp etmeyi planlar. 1955 yılı Kıbrıs meselesinin tam anlamıyla kızıştığı yıldır. 1955 yılında içerde ekonomik yönden sıkışan Demokrat Parti iktidarı enflasyonun aşırı yükselmesi sonucu alım gücü düşen ve yoksullaşan geniş halk yığınlarının desteğini kaybetmeye başlayınca, işçi sınıfının, emekçilerin, yoksul köylülerin ve tüm ezilenlerin dikkatini dağıtmak için “Kıbrıs meselesi”ni kullanarak, 6-7 Eylül saldırılarını başlatmak için düğmeye basar.
6-7 Eylül saldırılarına “ortam hazırlamak” için, Atatürk’ün Selanik’te ki evine, MAH (MİT) elemanı (ajanı) Oktay ENGİN tarafında, “tahrip gücü düşük” bir bomba atılır. 6 Eylül 1955 günü devlet radyosundan (trt) Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evin bombalı saldırıya uğradığı haberi verilir. Aynı gün, dönemin İstanbul Ekspres Gazetesi öğleden sonra yaptığı ikinci baskıda, olayı manşetten duyurarak, Atatürk’ün evinin bombalandığı haberinin yayılmasını sağlar. Dönemin teknik koşullarında, normalde 20–30 bin civarında tiraj (baskı sayısı) yapan gazete o gün 200 binin üzerinde bir baskı yapar.
SALDIRILAR BAŞLIYOR
Haberin İstanbul Ekspres Gazetesinde yayınlanması üzerine, aynı gün Kıbrıs Türk’tür Derneği, acil olarak bir toplantı yapar ve toplantı sonrası bir bildiri yayınlar. Bu bildiriyle “saldırıların başlaması için işaret fişeğini ateşleyen dernek, görevini yerine getirmiş ve hazır kıta bekletilen saldırgan güruhun harekete geçmesini sağlamış olur” Saldırgan güruhu harekete geçiren bu bildiriyi, Orhan BİRGİT, Marks’tan alıntı yaparak, yazmıştır. Hayatını dünya emekçilerinin kurtuluşuna adamış olan MARKS, günün birinde yaptığı doğru belirlemelerin, bir saldırı için kullanılacağını bilseydi, acaba ne düşünürdü?
İstanbul Ekspres Gazetesinin verdiği haberle ve devamında Kıbrıs Türk’tür Derneği’nin yayınladığı bildiriyle ve yaptığı yoğun ve gayretli çalışmalarla, İstanbul, Ankara ve İzmir’de “Müslüman yurttaşlar” hedef haline getirilir. 6 Eylül günü daha önceden saldırıya hazır hale getirilmiş çok sayıda saldırgan-talancı kamyonlarla Beyoğlu’na getirilir. “Ya Taksim ya ölüm” ve “Kıbrıs Türk’tür” sloganları atarak Taksim’de toplanırlar. Taksim’de toplanan saldırgan gruplar, akşam saatlerinde ellerinde tek tip sopa, balta ve kazma gibi aletlerle İstiklal Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçerler. Daha evvelden Rumlara ait olduğu tespit edilerek duvarları kırmızı boyayla işaretlenmiş, tabelâsı yabancı dille yazılmış, Tünel’e kadar uzanan güzergâhta bulunan tüm mekânlar yağmalanır.
6 Eylül günü başlatılan saldırı kısa zamanda yağma ve talana dönüşür. Gözü dönmüş saldırgan-talancı gruplar, Kumkapı, Samatya, Yedikule, Bakırköy ve Beyoğlu’na dağılarak, önce Rumların, ardından da Ermeni, Yahudi ve hatta yanlışlıkla bazı Türklerin dükkânlarına saldırırlar. Saldırgan gruplar İstanbul’da ne kadar Rum, Ermeni ve Yahudilere ait ev ve işyeri varsa, hepsine girerler, yakarlar-yıkarlar-dağıtırlar, bütün varlıkları yağmalayıp talan ederler. İnsanları yaralarlar-öldürürler, kadınlara tecavüz ederler. İstanbul ve İzmir’de aynı anda gerçekleştirilen saldırılarda Müslüman olmayan vatandaşlara ait ev ve işyerlerinin talan ve tahrip edilmesinin yanında yine Müslüman olmayan vatandaşlara ait çok sayıda tarihsel yapı da harabeye çevrilir.
6–7 Eylül 1955 saldırılarında, Türk basınına göre 11, bazı Yunan kaynaklarına göre ise 15 kişi (can) öldürülür. Akademisyen Dr. Dilek GÜVEN’e göre, “ölü sayısının ‘az’ oluşu, gruplara “ölü olmasın” emri verilmesi sebebiyledir.” Resmî rakamlara göre 30 kişi, gayri resmî rakamlara göre 300 kişi (can) yaralanır. Yine Dilek GÜVEN’e göre “resmi rakamlara göre 60 olan tecavüze uğrayan kadın sayısının, 400’e yakın olduğu tahmin edilmektedir.” “Aynı gün ve gece, 4.214 ev, 1.004 işyeri, 73 kilise, 1 Sinagog, 2 Manastır, 26 Okul, yüzlerce mezar ile aralarında fabrika, otel gibi yerlerin bulunduğu 5.317 mekân saldırıya uğrayarak tahrip edilir. Yakıp yıkılan işyerlerinin yüzde 59’u Rumlara, kalan yüzde 17’si Ermenilere, yüzde 12’si Yahudilere aittir.” Bu tarihten sonra binlerce “gayrimüslim” vatandaş Türkiye’yi terk etmek zorunda kalır. Emekli Hâkim Amiral Fahri Çoker’in Tarih Vakfı’na bıraktığı belgelerde yer alan verilere göre, “saldırılara katılmak için Sivas’tan 145, Trabzon’dan 117, Kastamonu’dan 116, Erzincan’dan 111 kişi getirilmiş!”
Devletin güvenlik güçleri, tam iki gün boyunca devam eden saldırıları sadece seyretmekle yetinir. İkinci günün akşamı, sıkıyönetim ilan edildikten sonra ordu birlikleri gelip saldırılara müdahale edip bitirir. Saldırıların hemen ardından basında (gazeteler) önce, “halkın duygusal tepkisi”, “milli galeyan” gibi ifadeler yer alırken, kısa bir süre sonra, bu utanç verici saldırıların sorumlusu olarak komünistler gösterilir ve “komünistler” suçlanmaya başlanır. Hasan İzzet Dinamo, Kemal Tahir ve Aziz Nesin’in de içlerinde bulunduğu, solcu olarak bilinen insanlar tutuklanır. Tutuklananlar 8 ay cezaevinde tutulduktan sonra, yapılan mahkemede sonuncunda hepsi serbest bırakılır ve böylece komünistlerin suçlu olmadığı ortaya çıkmış olur. Her zaman olduğu gibi failler cezalandırılmak yerine hep ödüllendirilir ve saldırıların figüranları devlet tarafından çeşitli görevlere getirilirler. Yaşanan saldırıların ‘cezasız kalmasının’ ardından on binlerce Rum, Ermeni, Yahudi, Süryani vatandaş, baskılara ve can güvenliği tehdidine karşı ülkeyi terk etmek zorunda kalır.
6–7 Eylül saldırılarının üzerinden yıllar geçtikten sonra, 1988–1990 yılları arasında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Genel Sekreterliği yapan Sabri YİRMİBEŞOĞLU’nun, Gazeteci Fatih GÜLLAPOĞLU’na verdiği röportajda, GÜLLAPOĞLU’na söyledikleri: “Bak ben sana bir örnek daha vereyim. 1974’teki Kıbrıs Harekâtı, eğer Özel Harp Dairesi (ÖHD) olmasaydı, o harekât, yani iki harekât da o kadar başarılı olabilir miydi? (…) Ada’ya, bankacı, gazeteci, memur görüntüsü altında Özel Harp Dairesi elemanları gönderildi ve bu arkadaşlarımız, adadaki sivil direnişi örgütlediler ve halkı bilinçlendirdiler. Silahları 10 tonluk küçük teknelerle adaya soktular. Sonra 6–7 Eylül olaylarını ele al…(…) Pardon Paşam anlamadım! 6–7 Eylül olayları mı? Tabii. 6–7 Eylül’de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı” (4) diyor. 6–7 Eylül saldırıları, General Sabri YİRMİBEŞOĞLU’nun sözleri (itirafı) başka bir açıklamaya gerek bırakmayacak kadar nettir. 6–7 Eylül saldırılarının, kimler tarafından düzenlendiğini, bu röportajla oldukça açık bir biçimde ortaya konmuştur. Aşk İle.
EKLER
23 Mart 1943 tarihli Cumhuriyet Gazetesi, “Varlık vergisi borçluları” başlığıyla çıkıyor ve “dün akşamki trenle Aşkale’ye 60 kişilik bir kafile daha gönderildi” diyor! 6-7 Eylül 1955 saldırıları, 1915’in, 1919’un 1934 Trakya saldırılarının, Varlık Vergisi’nin ve Aşkale’nin devamıdır. 6-7 Eylül 1955 Saldırısı da dâhil tarihte yaşatılan kıyımların, kırımların hiç birisiyle yüzleşilmedi ve yapanların ve yaptıranların yanına kâr kaldı.
Dönemin Cumhurbaşkanı Celal BAYAR İstiklal Caddesi’nde incelemelerde bulunuyor. Celal BAYAR, İstiklal Caddesi’ndeki hasarı görünce, etrafındakilerin duyacağı bir sesle İçişleri Bakanı Namık GEDİK’e “galiba dozu kaçırdık” diyor!
KAYNAKLAR:
1- 1934,Takya Olayları – Vikipedi.
2-Varlık Vergisi (Türkiye) – Vikipedi.
3- Toplumsal Tarih, S. 81, 2000; Mete Tunçay, “Kıbrıs Sorununun Gelişmesi Bağlamında 6-7 Eylül Olayları.”
4- Aziz Tunç, Maraş Kıyımı, Tarihsel Arka planı ve Anatomisi, Belge Yay, 4. Baskı.
5- Dr. Dilek Güven, 6–7 Eylül Olayları, Radikal Gazetesi, 06.09.2005.
6- Emekli Hâkim Fahri Çoker’in Tarih Vakfı’na bıraktığı belgelerde yer alan rakamlar.
7- “Türk Gladio’su İçin Bazı İpuçları,” Tempo Dergisi, S. 24, 9–15 Haziran 1991.
8- Ayşe Hür, 6-7 Eylül’de devletin ‘muhteşem örgütlenmesi’, Taraf Gazetesi, 07 Eylül 2008.
9- Mehmet Kabadayı, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Kitle Katliamları, Vesta Yay.
Mehmet KABADAYI: İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.com