Keramet Olgusunu Musa Eroğlu’nun sözleri üzerinden okumak
Son günlerde Musa Eroğlu’nun sözleri üzerinden, kendisine yönelik bir linç uygulanmaya başladı: Alevilikte böylesi bir linç uygulaması yoktur, geleneğin hukuku uygulanarak, sorun eğitici ve örnek anlamında çözülebilirdi.
Yaşanan olaylar, keramet olgusunu anlamadığımızı gösterdi: Öncelikle belirtelim, Alevilik, kan-bilgi özdeşliğine taşınmadan önce, kerametler, o kimliğin ne denli eğitim miracında aşama alıp almadığını belirliyordu; tam da bu nedenle Alevilik kendini okullu bir kültür olarak yapılandırabildi.
Keramet, peygamberlik savıyla bir ilgisi olmaksızın velilerde ve ermişlerde ya da kutsal-kutsallaştırılmış kimliklerde görüldüğüne inanılan, olağanüstü durum ya da bu durumda olan velilerin, ermişlerin ya da kutsal kimliklerin, gerçekleştirdiklerine inanılan olağanüstü eylemlere verilen addır.
Gelenekte, kâmil insanın gösterdiği harikalara keramet adı verilirken, peygamberlerin gösterdiği harikalara mucize denir. Keramet terimi ile mucize terimi birbirine karıştırılmaz; daha doğrusu karıştırılmaması gerekir, çünkü mucize gösterenle keramet gösteren kimlikler farklıdır. Peygamberler, Tanrı’nın seçilmiş kulu olduğunun kanıtı anlamında mucize gösterir ya da gösterdiği mucize, Ortodoks inanca bağlanır. Veliler ise eğitim miracında aşama aldıklarının kanıtı anlamında, keramet sergiler ya da sergilediği kerametleri, nesnesiz bir inanca bağlanır.
Keramet olgusuna Musa Eroğlu’nun yöntemiyle yaklaşıldığında, toplumsal yaşamda ya da nesnel ortamda gerçekleştiği kabul edilen bir mucizeyle karşı karşıya kalırız: Böylesi bir olgu aklı dışlayacağından, akla aşkın bir alana taşınmak zorunda kalınır; Musa Eroğlu da seçeneksiz, aklı bu konuda işlevsiz kılmıştır. Ali’nin Zülfikârı kullanarak gerçekleştirdiği eylemlere, aklı dışlayan nesnel bir olgu olarak yaklaşmış ve Zülfikârın ağırlığının, insan gücünü aşacağını vurgulamıştır.
Burada unutulmaması gereken bir sır vardır: Keramet denilen şey, aklın kendini, kendi alanının dışına taşıyarak kurguladığı bir şeydir; akıl dışı kutsal keramet kurgusunu, akıl alanında açıklamak olanağı yoktur; kerameti içselleştirebilmek için, akıl dışına taşınacaksın, ancak doğru içselleştireceksin. Keramet olgusuna böyle yaklaşmamız durumunda, Hace Bektaş’ın güvercin donuna bürünmesi ya da taşı hamur gibi yoğurması; bu kapsamda velilere-ululara ya da kutsallaştırılmış kimliklere bağlanan bir metafor kerametlerin tümünü, akıl dışı diye yadsımamız gerekir; kerametlere akılla yaklaşılmaz, halkın gücünün bir veli ya da kutsal kimlik aracılığıyla dışa vurulması, bu gücün, halkın gücü olduğunun kanıtlanması anlamında algılanması gerekir. Demek ki yasaklı kültürlerdeki keramet olgularını, akıl dışı olmakla birlikte dolaylı yoldan akla rehber olan metaforlar algılamak gerekir.
Alevilikte, gerçek yaşamın kendisinde ya da nesnel süreçte mucize yoktur; yani keramet burada yaşama geçmez, kerametin yeri, Alevi kültürünün masalı olarak algılanan söylence zeminidir.
Daha doğrusu bâtınî anlamda keramet, akıl yürütme yoluyla akıl dışına taşınılarak, yani akıl/ mantık engellerinin bulunmadığı bir ortama gidilerek, özlemlerin ve dileklerin, toplumsal yükümlülük üstlenmiş kimlikler ve doğa parçaları aracılığıyla dışa vurumudur. Toplumsal yükümlülük üstlenmiş kimlik, temsil ettiği insanların temsil gücüyle (temsil ettiği güç kendi birey gücünün çok üzerinde olduğundan bu ancak kerametle dışa vurabilir ve bu dışa vuruma masalsı dil uygundur) söylence zeminine aktarılır. Bir doğa parçası söz konusuysa doğanın aklını temsil etmek durumundadır: Temsil gücü, kendi iç çevriminin çok üzerinde olacağından, söylence zemininde bu dışa vurum, doğa parçasının keramet göstermesi biçiminde anlatılır. Demek ki sorun keramet olgusunun zeminini saptama sorunudur. (1)
Felsefi düzlemde kerameti bir metafor (2) olarak algılamak gerekir: Keramet metaforu, metafizik zeminde, varlığına inanılan Tanrı’nın gücünü pekiştiren bir eylemdir. Bâtınîlikte ise bu metafor, halkın gücünü kanıtlama temellidir: Bir velinin keramet gösterebilmesi için toplumsal bir yükümlülüğün parçası olması, yani kendi dışında toplumsal özlemin-çıkarın savunucusu olması zorunludur. Bu durumda, çıkarını-özlemini savunduğu insanların toplam gücü kadar bir gücün taşıyıcısı olacaktır. Bu gücün nelere kadir olduğunun kanıtlanması için veli, söylencesel kurguda, insanüstü-olağanüstü eylemleriyle öne çıkar.
Genelde, tasavvuf geleneğinde insanüstü-olağanüstü eylem için harkulâde terimi kullanılır: Tanrı’nın-Hakk’ın koyduğu olağan yasaları kıran şey olarak algılanır; Tanrı-Hak, neden-sonuç zincirini kırmak istediğinde ve bunu gerçekleştirdiğinde, gerçekleştirme eyleminin kendisi harkulâdedir, ortaya çıkan sonuç ise harikadır.
Bu bağlamda harika yaşamın yönünü değiştirir. Tasavvuf tarihinde velilerin gösterdiği kerametler, sınıflandırılmıştır. Bu sınıflandırmada doğurganlıkla ilgili olanları en yaygınlarıdır denilebilir. Örneğin bir veli, 100 yaşındaki bir karı-kocaya, üç çocuk verebilir; ana-baba verilen bu çocuklara iyi bakmazsa-onlara iyi davranmazsa onları geri alabilir. Doğurganlıkla ilgili inanç uygulamaları gereği çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar, velinin türbesinin kapısına küçük beşikler bağlar ya da asarlar; adak adarlar. Beşik bağlamak ya da asmak, çocuğu veliye satmak anlamına gelir: Daha doğrusu, yeri-zamanı geldiğinde veli tarafından çocuğun bağışlanması, yani kadının gebe kalması için veli eşiğinde, babanın gebe bırakma gücünü harekete geçirecek olan velinin keramet gücüne kadının teslim olmasıdır. İnanç uygulamasıyla bir velinin eşiğinde satıldıkları için Anadolu’da pek çok erkek çocuğa satılmış, pek çok kız çocuğuna satı adı verilir.
Veli kerametlerinde yiyeceklerle ilintili olanları da belli bir ağırlık gösterir: Söz gelimi konuklar ağırlanabilsin diye erkek hayvandan süt sağılır; çok uzakta acıkan ya da çölde susayan birine anında yiyecek-içecek gönderilir.
Veli-hayvan ilişkileri, keramet gösterilerinin seçilmiş alanı gibidir: Örneğin aslanlar velinin evcil hayvanlarıdır; kuşlar onun hizmetindedir, geyikler onunla konuşur-dertleşir. Eğer herhangi bir hayvan bir velide tövbe etmesini gerektirecek bir şey görüp susarsa, o veli manevi yolculuğunu tamamlayamamış demektir. Manevi gücün tecellisiyle ilgili olarak hangi velinin daha güçlü olduğunu saptayacak yarışmaların düzenlendiğini öğreniyoruz. Buna örnek olacak bir anlatımda Kuzey Afrikalı bir veli, bir aslanın üzerine binip başka bir velinin ziyaretine gider. Bindiği aslanı, ineğin ahırına bağlaması söylenir; isteğe uyar. Sonra eve girdiğinde ziyaretine geldiği velinin, birbirinden güzel dansözlerle kuşatılmış olduğunu görür; durum karşısında, manevi niteliklerinden kuşku duymaya başlar ve ertesi sabah ineğin aslanı yemiş olduğunu görür.
Konuşan Tanrı-Konuşan Hak durumundaki veliye yalnızca hayvanlar değil bitkiler, ötesinde dağlar-taşlar da itaat eder. Veli kerametleri arasında hastaları iyileştirme gücü özel önemdedir: Okuyup üfleyerek, yani velinin keramet gücünü hastalığı uzaklaştırmak üzere harekete geçirerek tedavi etme geleneği bugün de halk katında uygulanmaktadır. Nefesi kuvvetli kalıp sözü bu tür veliler için söylenmiş bir özdeyiştir. Veli, tanrısal eğilime-tanrısal isteğe eksiksiz uyduğu için, yaratılmış her şey onun sözünü dinlemek durumundadır.
Bir veli keramet göstermek durumunda mıdır? sorusu, sûfi zeminde tartışılmıştır. Örneğin ağırbaşlı sûfi olarak algılanan Cüneyd keramet olgusuna fazla sevimli bakmaz. Keramet tellallığından hoşlanmayan sûfiler, anlayışlarını sahih olmayan şu hadise bağlarlar: Kerametler erkeklerin aybaşıdır. Kerametin Tanrı ile insan arasına girdiğini ve insanı tasavvufi vuslattan yoksun bıraktığını savlarlar. Nasıl ki koca, âdet döneminde karısıyla ilişki kurmaktan kaçınırsa, erkeğin aybaşı olarak algılanan keramet gösterisi sırasında Tanrı söz konusu veliyle ilişki kurmaktan kaçınır. (3)
KAYNAKÇA
(1) Korkmaz, Esat; Alevilik-Bektaşilik Terimleri Sözlüğü; Anahtar Kitaplar Yayınevi, Beşinci Baskı, İstanbul- 2016, s, 393-394
(2) Türkçeye Fransızcadan geçen metafor kelimesinin kökeni Yunancadır. Aktarma ve taşıma anlamına gelen Yunanca ‘metaphora’ kelimesinden gelmektedir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde metafor kelimesinin anlamı mecaz olarak açıklanmaktadır.
(3) Korkmaz, Esat; Simgeler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi, İstanbul- 2010, s,725-726