PİRYOL- Yazar, Prof. Dr. Fikret Başkaya, Türkiye’de rejimin hiçbir zaman laik olmadığının altını çizerek, “Diyanet İşleri Başkanlığı bir kurum devletin göbeğinde duruyor ve bu devletin dine karıştığı anlamına geliyor” dedi.
Başkaya, “Türkiye’de ilericilikten, sosyalizmden, demokrasiden yana güçlü bir damar var. Fakat bu damar kendi varlığı, gücüyle orantılı bir şey ortaya koyamıyor, realize olamıyor. Adım adım aşındırıyorlar, bunu net olarak teşhis etmek gerekiyor. Vakitlice de bu saldırıyı durdurmak gerekiyor” diye konuştu.
Türkiye’de halkın en güvenmediği ikinci kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı her geçen yıl artan bütçesi, genişleyen yetkileri, yaptığı açıklamalarla, verdiği fetvalarla toplumsal yaşamın her alanında gittikçe daha çok söz sahibi oldu. Din işlerinden sorumlu, devlete bağlı bir kurum olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), kurulduğu 1924 yılından bu yana devlet içindeki varlığı, işlevleri, iktidar politikalarının hayata geçirilmesindeki etkin rolü, her geçen yıl artan bütçesi ve değişen siyasal konumu itibariyle her daim bir tartışma konusu oldu. Son yıllarda eğitim-öğretimde de etkin rol verilen Diyanet Milli eğitim Bakanlığı ile çeşitli protokoller imzalayarak laiklik karşıtı eğitimin kalıcılaşması için çabalıyor.
PİRHA’dan Buse Nehir Demir ve Cebrail Arslan “Diyanet‘in tarihsel ve güncel görevini, toplumdaki yerini, laiklik karşıtlığını, kadınlara bakışını, Alevi toplumu üzerindeki etkisini Yazar Prof. Dr. Fikret Başkaya ile konuştu.
“TÜRKİYE GERÇEK ANLAMDA HİÇBİR ZAMAN LAİK BİR ÜLKE OLMADI”
-Diyanet’in kuruluş amacı nedir?
Fikret Başkaya: Laiklik, modernite devrimi ve aydınlanmadan sonra ortaya çıkan bir şey. Aydınlanmada, insan kendi tarihini yapar, kendi yolunu tayin eder. Bu batıda 17-18. yüzyılda ortaya çıkıyor. Fakat orada laikliğin gelişmesine uygun koşullar oluşuyor. Bir, geleneksel ideolojiden bir kopuş, ikincisi ise dinden bir kopuş var. O dönem kilise bir sömürü aracı aslında, insanların bilincini hizaya getiriyor. Bu faktörler orada dinin politikanın dışına çıkarılmasına uygun koşullar yaratıyor. Buraya, yani Osmanlı devletine baktığınızda bir aydınlanma devrimi yok. İslam devleti değil, dini İslam olan bir devlet var. Bu dönem bazı kıpırdanmalar oluyor. 2. Mahmut zamanında Efkaf (bakanlık-nazırlık) kuruluyor.
Türkiye, emperyalist savaşın (1. Dünya Savaşı) tarafı. Tabi resmi tarih oraları hafif geçer. Emperyalist savaşın sonunda Türkiye yenilen tarafta. Bu savaşta diğerlerinin amacı neyse Türkiye’nin de amacı aynı; yayılmacılık. Milli Mücadele döneminde Efkaf ve Şer’iye örgütü kuruluyor. Daha sonra saltanatın tasfiyesinden sonra Diyanet diye bir kurum oluşturuluyor. Aslında laik bir ülkede böyle bir kurum olmaz. Şu anda 7 bakanlığın bütçesinden büyük bütçeye sahip ve bu bütçeyi sınırsızca kullanabilir yerde. 1924 yılından itibaren laikleşme yönünde yavaş yavaş adımlar var. Fakat laiklik kavramı 1937’de anayasaya giriyor. Tek parti iktidarı var. Türkiye’de bir modernite devrimi yaşanmaması demek; bir yurttaş bilinci olmamasıdır. Osmanlı tebası ‘ben cumhuriyet ilan ettim’ deyince yurttaş olunmuyor. Tekçi bir rejim ve hiçbir şeye nefes aldırmıyor. Ayıplı bir rejim aynı zamanda. 1910’lu yıllardan itibaren Anadolu’nun kademe kademe otokton halkları temizleniyor. Böyle bir rejim laik demekle laik olmuyor. Diyanet İşleri Başkanlığı bir kurum devletin göbeğinde duruyor ve bu devletin dine karıştığı anlamına geliyor.
“DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI HANEFİ MEZHEBİNE HİZMET EDEN BİR KURUMDUR”
Halbuki laikliğin tanımı şudur. Din hiçbir siyasi işlev görmeyecek, siyaset de din alanına asla karışmayacak. Dini devlet aygıtının dışına çıkarmadığınız zaman bir şekilde siyaset dine karışıyor. Dolayısıyla Türkiye gerçek anlamda hiçbir zaman laik bir ülke olmadı. Anayasa laik diye yazıyor ama demokratik, hukuk devleti diye de yazıyor. Anayasaya yazılınca olan bir şey değil bu. Diyanet İşleri Başkanlığı Hanefi mezhebine hizmet eden bir kurumdur. Ülkede bir tek Müslümanlar değil Aleviler, Yahudiler, Hristiyanlar var. O yüzden Türkiye’deki rejimi laik bir rejim saymak asla mümkün değil.
“TÜRKİYE NATO’YA GİRİNCE, KÜLTÜR POLİTİKASINI BİLE EMPERYALİZM BELİRLER HALE GELDİ”
1920’lerden 2. Emperyalist Savaşı’na kadar devlet dini sınırlıyor. 1945’ten sonra Türkiye NATO’ya girince artık bir Amerika uydusu oluyor. Sadece dış politikasını değil, kültür politikasını bile emperyalizm belirler hale geliyor. 1945 yılına kadar ki olan o yaklaşım iki şekilde değişiyor. Bir; Türkiye’nin mülk sahibi olan egemenleri, hakim sınıfları, sadece bu ideolojiye bağlı olarak ülkeyi yönetemeyeceklerinin farkındalar. Dini yardıma çağırmak zorundalar.
İkinci faktör ise emperyalizm. Ortadoğu’da Müslüman ülkelerin kendi ayakları üstünde durması engelleniyor. Burada İslam’ı adım adım palazlandırıyor. Demokratik, sosyalist, ilerici, komünist akımlara karşı bir dalga-kıran olarak onu oluşturuyor. Dikkat ederseniz kuran kursları, İmam Hatip okulları açılıyor. Bu bütünlük içerisinde meseleyi ele almak gerekiyor.
“12 EYLÜL DARBESİ İLE TÜRK-İSLAM SENTEZİ REJİMİN RESMİ İDEOLOJİSİ HALİNE DÖNÜŞTÜ”
-Diyanet’in süreç içerisinde misyonunda nasıl bir değişiklik oldu?
1945’ten sonra adım adım dinci gericiliğin önü açılıyordu. Tarikatlara, cemaatlere toleranslı davranılıyor veya Fettullah Gülen hareketinin Komünizme karşı örgütlenmesine destek sunuluyordu. Zaten AKP’yi iktidara taşıyan süreç adım adım oluşturulmuştu. 2 aşamada bu iş hızlandı. 12 Mart 1971 darbesi sonrasında dinci ve ırkçıları sola karşı kulandılar. 12 Eylül 1980 darbesi ile de Türk-İslam sentezi rejimin resmi ideolojisi haline dönüştü. Bu Türk-İslam senteziyle tarikatlar ve cemaatlerin devlet aygıtına sızdırılması süreci hızlandırıldı. 2002’den sonrada İslamcı bir parti tek başına iktidar olmayı başardı. Fettullah Gülen ile adı konulmamış bir iktidar ortaklığı vardı. Fettullah Gülen devlet aygıtı içerisinde yerini sağlamlaştırdıkça hevesi arttı ve süreci tek başına götürmek gibi bir şeye kapılınca bir darbe oldu. Darbe kısmen Gülen hareketini tasfiye etti ve ondan boşalan yerler yeniden tarikatlar ile dolduruldu. Böyle bir şeyin sonunda Diyanet bence hakim devlet aygıtı haline geldi. Her şeye yön veriyor. Adım adım laik eğitimi aşındırıyorlar.
“TÜRKİYE’DE REJİM LAİK DEĞİL AMA DEMOKRASİDEN YANA GÜÇLÜ BİR DAMAR VAR”
-AKP iktidara geldiğinden bu yana Diyanet’te ne gibi değişiklikler oldu?
Şöyle bir yanlış veya algı var; Türkiye bir Suudi Arabistan veya Afganistan olur mu? Bu soru yanlış bir soru. Hiçbir devlet öbürüne benzemez. Kendine göre tarihi, kültürü vardır. Türkiye de onlara benzemez. Onlara benzemediği için bu İslam içi olmadığı anlamına gelmiyor. Her şeye rağmen Türkiye’de rejim laik değil ama ilericilikten, sosyalizmden, demokrasiden yana güçlü bir damar var. Fakat bu damar maalesef kendi varlığı, gücüyle orantılı bir şey ortaya koyamıyor, realize olamıyor. Adım adım aşındırıyorlar, bunu net olarak teşhis etmek gerekiyor. Vakitlice de bu saldırıyı durdurmak gerekiyor.
“LAİK DEVLET DİN ADAMINA ASLA MAAŞ ÖDEMEZ”
-Diyanet ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın iç içe geçmiş faaliyetlerini nasıl okumak gerekir?
Ellerinden gelse Türkiye’yi sırf imam hatip okulları yapacaklar. 4+4+4 ile başlayan akım etkili bir şekilde kendini dayattı. Milli Eğitim Bakanlığı’nın direksiyonu dincilerin elinde ve bu direksiyon o tarafa kırılıyor. 4-6 yaşındaki çocuklara kuran kursları dayatılıyor. Bu civcivi yumurtada iken ezmektir. Rejimin niteliğini değiştirmeden bu dinci saldırıyı durdurma imkanı yok. Türkiye’de dini radikal olarak politikanın dışına çıkarmak gerekiyor. Aksi halde kazanımların kalıcılığı olmayabilir. Devlet asla dine karışmayacak, senin inancın devleti ne ilgilendirir?
“‘ALEVİLERİ DEVLET AYGITINA NASIL HAPSEDERİM’ DİYE PLANLAR YAPIYOR”
Laik devlet din adamına asla maaş ödemez. Ne olacak? İnsanlar bir araya gelip bunu çözecek. Türkiye’nin nüfusu ile İran nüfusu aşağı yukarı yakın. Burada İran’ın 2 katından fazla cami var. 200 metre arayla camiler var, namaz kılan 4-5 kişi vardır. Ülke kaynaklarının her gün daha çoğunu dine harcayan bir rejim. Türkiye’nin kendi geçmişi ile bir kere yüzleşmesi gerekiyor. Alevilere, Kürtlere, Ermenilere, Süryanilere, Keldanilere, Pontus Rumlarına oto-kritik yapacak, açık açık ilan edecek. Bunu yapmadan asla demokratikleşemez, Kürt sorununu da asla çözmez.
Alevileri devlet aygıtına nasıl hapsederim diye planlar yapıyor. İşin gücün mü yok? Alevilerden yapılan tarihsel haksızlığa karşı açık açık özür dilemek gerekiyor. Yüzleşmek gerekiyor, bu olmadan işler asla yoluna girmez.
“KÜRTLERE VE ALEVİLERE YÜZYILDIR ZULÜM EDİYORLAR, KATLEDİYORLAR”
-Laik, demokratik ülkelerde devlet destekli dini kurumlar yok, bizim ülkemizde var. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Asla olmaz, mümkün değil. Ya o ya da öteki. Diyanet, ben siyasete karışacağım demektir. Bu ayıplı, herkesi bastıran tekçi bir devlet olduğu için Kürtlere ve Alevilere yüzyıldır zulüm ediyorlar, katlediyorlar. Açık Radyo’yu Ermeniler ile ilgili bir şey geçtiği için kapattılar. Hiç bir şey gerektiği gibi tartışılamıyor bu ülkede. Bağnaz, resmi ideoloji buna izin vermiyor. Ana okuldan, üniversiteye resmi ideoloji bilince şırınga ediliyor ve işlevsiz hale getirilmek isteniyor. Rejimin, ayıpları ile yüzleşmesi lazım.
Fransa’da böyle bir şey yapmak kimsenin aklına gelmez. Fransa laik bir ülke. Orada bir aydınlanma yaşanmış, eski rejimle hesaplaşılmış, dinde reform yapılmış ve siyaset-din alanları birbirinden ayrılmış. Türkiye’de bu kısmen yapıldığı için problemli ve buraya kadar gelmiş.