PİRYOL- Siyasetçi Ali Kenanoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, Alevilere yönelik misyonerlik faaliyeti yürüttüğünü söyledi.
Kenanoğlu, devlet kurumları içerisinde Diyanet’in zirve noktaya ulaştığını söyleyerek dünya genelindeki faaliyetlerine dikkat çekti. “AKP, dini bir fetihçilik ruhu içerisinde DİB’i düzenleyip organize etti” diyen Kenanoğlu, “Dolayısıyla fetihçi bir iktidarın, böyle bir din ulemasına ihtiyacı vardı ve Diyanet’i bu amacıyla kullandı” dedi.
Türkiye’de halkın en güvenmediği ikinci kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı, her geçen yıl artan bütçesi, genişleyen yetkileri, yaptığı açıklamalarla, verdiği fetvalarla toplumsal yaşamın her alanında gittikçe daha çok söz sahibi oldu. Din işlerinden sorumlu, devlete bağlı bir kurum olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), kurulduğu 1924 yılından bu yana devlet içindeki varlığı, işlevleri, iktidar politikalarının hayata geçirilmesindeki etkin rolü, her geçen yıl artan bütçesi ve değişen siyasal konumu itibariyle her daim tartışma konusu oldu. Son yıllarda eğitim-öğretimde de etkin rol verilen Diyanet, Milli Eğitim Bakanlığı ile çeşitli protokoller imzalayarak laiklik karşıtı eğitimin kalıcılaşması için çabalıyor.
PİRHA’dan Eren Güven; Diyanet’in tarihsel ve güncel görevini, toplumdaki yerini, laiklik karşıtlığını, Alevi toplumu üzerindeki etkisini 25. ve 27. Dönem HDP İstanbul Milletvekili Ali Kenanoğlu ile konuştu.
“MAKBUL VATANDAŞIN DİNİ KURUMUDUR”
Diyanet’in kuruluş amacı nedir?
ALİ KENANOĞLU: Genel tanımı itibariyle Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), dini açıdan kontrol altına almak için kuruldu. Diyanet’in kuruluş sürecinde Mustafa Kemal’in bir hikayesi anlatılır. İstanbul’da bir yerde otururlarken ezan okunmaya başlar. Mustafa Kemal’in yanındakiler, ‘Paşam bu hocaları ne yapacağız?’ diye sorar. Mustafa Kemal’in de ‘Merak etmeyin, onları da kontrol altına alacağız’ diye cevapladığı siyasi bir dedikodu olarak anlatılır. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanlığı, Müslümanları kontrol altına almak, onları Türkiye Cumhuriyeti Devletinin makbul vatandaşı tanımı içerisine uydurmak için oluşturulmuş bir kurum. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin makbul vatandaşı mümkünse Müslüman ama diğer taraftan Müslümanlığın tasavvufuyla ilgilenmeyen bir Müslüman… Yani camiye gidecek, namazını kılacak, Ramazan’da orucunu tutacak ama mümkünse bunu kültürelmiş gibi yapıp çok içselleştirmeyecek ve tasavvuf boyutuyla ilgilenmeyecek, bunu bir kimlik olarak üzerinde tutacak. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İslam’ın tasavvuf boyutu ile ilgilenenleri de sevmiyor. Dolayısıyla onları makbul bir vatandaş olarak görmüyor. O nedenle daima samimi Müslümanların bu rejimden, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurmuş olduğu bu çakma laiklikten mağdur edildiğini hep konuşuyoruz.
Diyanet, aslında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin oluşturmaya çalıştığı makbul vatandaşın dini kurumudur. İnsanları dini açıdan kontrol eden, onlara yön ve şekil veren ve sürekli politik hamleler içerisinde olan bir kurumdur. DİB, baktığınız zaman sadece dinle ilgilenmemiş, ülkenin siyasi atmosferine, süreçlere ilişkin rol almıştır.
“ALEVİLERE YÖNELİK MİSYONERLİK FAALİYETİ YÜRÜTÜYOR”
-Tarihsel olarak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın faaliyetleri nasıl bir yol izledi?
Bugün kurulan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nı konuşurken ‘Alevi Diyaneti’ tabirini kullanıyorum. İnsanlar ise ‘böyle bir şeyle kıyaslanamaz’ diyor. Bugün açısından kıyaslanamaz! DİB’in kuruluşu da böyledir. Diyanet de küçük bir başkanlık olarak kurulmuş ve o zamanlar çok az sayıda camiyi kontrol eden ve imam, müezzin gönderen, dar bir bütçesi olan noktadaymış. Tıpkı bugünkü Cemevi Başkanlığı gibi bir pozisyondaymış. Zamanla bu alana, insanların dini açıdan kontrol edilmesine daha çok ihtiyaç duyuluyor. Çünkü devlet, Sovyetler Birliği’nin kurulması süreçlerini de ele aldığın zaman bir taraftan komünizme karşı örgütlenirken diğer taraftan dini desteklemeye başlıyor. Ama dini desteklerken de işte tam da bu iki arada kalıyor. İslam dinini destekliyor ama tasavvufa; tarikat ve cemaatlere de katılsın istemiyor. O anlamıyla devletin, insanları dine sevk etme isteği bu kurumun da güçlenmesine vesile oluyor. Akabinde Diyanet’in bütçesi, etki alanı artıyor. Şu an sadece Türkiye’de de değil çok sayıda cami Diyanet eliyle kontrol altında. Özellikle Avrupa’da da Diyanet, misyonerlik faaliyeti yürütüyor. Diyanet, Türkiye’de de Alevilere yönelik misyonerlik faaliyeti yürütüyor.
Nedir bu misyonerlik faaliyeti? İslam’a göre tebliğcilik yani. Bunda devlet eliyle DİB, bizzat aktif rol oynuyor. Netice itibarıyla DİB eskiden bakanlığa bağlıydı şu anda geldiği nokta itibariyle bir tık daha kademe yükseltildi ve Cumhurbaşkanlığına bağlandı. Şöyle düşünün 12 Eylül ile birlikte Türk Silahlı Kuvvetleri bakanlıktan alınıp Cumhurbaşkanlığına bağlanmıştı. Şimdi ise DİB, bakanların da üzerinde Cumhurbaşkanlığına bağlı ve protokoldeki yeri de ona göre yükselmiş durumda. Yani AKP iktidarı ile birlikte gelinen noktada DİB, tarihinin en zirve noktasında bir politik konuma sahip.
“DİYANET, AKP İLE BİRLİKTE ZİRVE YAPAN NOKTADA”
-Sizce süreç içerisinde misyonunda bir değişiklik yaşandı mı?
Kesinlikle. Önceden sadece ‘İslam dinine hizmet’ olarak tanımladıkları, camilerin bakım, onarım, temizlik ya da görevli atanması gibi basit işlerle ilgilenirken; hatta her caminin bir derneği vardır, bakım onarım işlerini o dernek yapar DİB ise sadece oraya müezzin gönderip, inanç işlerini yerine getirirdi. Şimdi gelinen noktada böyle değil. Tarihsel süreç içerisinde, iktidarlara göre değişen zaman dilimi içerisinde ve AKP ile birlikte zirve yapan noktada artık Milli Eğitim Bakanlığı’na da Savunma Bakanlığı’na da personel veren bir konuma geldi ve ona göre de bütçesi son derece yükseltildi.
“TÜRKİYE’NİN EN ÖNEMLİ DEVLET KURUMUNA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ”
-AKP’nin iktidar olduğu günden itibaren Diyanet’te nasıl bir değişim yaşandı?
AKP öncesinde de Diyanet son derece önemli bir kurumdu ve devletin dini kurumu olarak başvuru kaynağıydı. Bu durumu birçok olaydan, davadan da biliriz. Dini konuda bir mahkeme varsa bilirkişi heyetine başvurulmaz, doğrudan Diyanet’e sorulur ki bu durum Alevilikle ilgili de böyleydi. Cemevi davasını hatırlıyoruz, bilirkişi atanmadan Diyanet’e ‘bu konuda ne diyorsunuz?’ diye soruluyordu. Şimdi AKP, bütün kurumları kendi amacına göre dizayn ettiği gibi DİB’i de amacına uygun biçimde dizayn etti. AKP, dini bir fetihçilik ruhu içerisinde DİB’i düzenleyip organize etti. İslam’da bir fetih ruhu vardır ya, işgal yoktur ama fetih vardır. Birilerinin topraklarına girip bütün kurumları ele geçirirsin ama bunun adı fetihtir, İslami bir kavramdır yani. AKP, yayılmacı politikasında gerek içeride gerekse dışarıda bu fetih kavramına ihtiyaç duyuyordu. Çünkü işgalin meşrulaşması lazım. İslam tarihi boyunca da işgaller böyle meşrulaştırılmıştır. Dolayısıyla AKP bu yayılmacı politikalarını Diyanet’i bu anlamıyla organize edip fetihçi rolü üstlenen noktada tuttu. Diyanet İşleri Başkanının, elinde kılıçla sahnelere, camide minberlere çıkması tesadüfen değil. Bu durum, iktidarın politik hattının onlara biçtiği misyonla ilgili bir şeydir. Dolayısıyla fetihçi bir iktidarın, böyle bir din ulemasına ihtiyacı vardı ve Diyaneti bu amacıyla kullandı.
Diğer taraftan AKP iktidarı süresi boyunca bizler hep DİB’in bütçesini konuşuyoruz ya hani esasında bir de Diyanet Vakfı var ve bu hiç tartışılmaz. Bu vakfın başkanı da yine DİB başkanıdır. Dolayısıyla bütçesi de Diyanet’in bütçesidir. Diyanet Vakfı’nın bütçesi DİB’in bütçesinin kat kat üstündedir. Dünyanın birçok ülkesine Diyanet aracılığıyla din insanları gönderilmeye başlandı. Biliyorsunuz bir ara DİB, Almanya’daki Alevilere de dede göndermeye başlamıştı, tabii ters tepti bu ayrı bir konu ama DİB, yurt dışında da bu fetih anlayışını; oradaki fetih toprak kazanmak üzerine kurulu değil ama insan fethetme, insanları devşirme, misyonerlik faaliyeti yürütme üzerinden kurulu bir siyaset güttüler. Önceleri bu işleri Fethullah Cemaatine bırakmışlardı. Afrika ve özellikle de Türki cumhuriyetlerinde Fethullah Cemaati bu işi yürütüyordu. 15 Temmuz’dan sonra bu işe doğrudan Diyanet üzerinden yönelmeye başladılar. Dolayısıyla artık Diyanet çok başka bir şey oldu. Yani Diyanet, Türkiye’nin en önemli devlet kurumu haline dönüştü.”
“DİYANETİN GİRMEDİĞİ ALAN KALMADI”
-Diyanetin, bir taraftan en güvenilmez ikinci kurum olurken, Meclis’e sunulan 2025 bütçesinden 130 milyar 119 milyon lira ile 6 bakanlığın bütçesini geride bırakarak bütçeden aslan payını almasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şu an Diyanet’in bu fetihçi mantıkla yürüttüğü ‘Hizmet alanı’ o kadar çok genişledi ki buna bütçe dayanması mümkün değil. Özellikle yurt dışı faaliyetleri, oradaki birimleri; yurt dışı deyince aklımıza hep Almanya falan gelir ama buradaki durum Almanya’nın dışında. Afrika kıtası Türki cumhuriyetleri, Avrupa’nın her tarafı, Amerika kıtası da dahil olmak üzere dünyanın her tarafında faaliyet yürüten bir DİB var. Türkiye’de ise Diyanet’in girmediği alan kalmadı. Bu cümleden kastım şu; eskiden Sünni köylerde bile insanlar, aralarında para toplayıp imamı, müezzini istihdam ediyordu ama şimdi böyle bir şey yok.
Örneğin DİB’in kaldırılması tartışılmaya başlandığı zaman birçok insan çekimser yerde duruyor. İnsanlar eleştirmeye var, güvenilir kabul etmiyor fakat bedava inanmaya alışmış bir toplumuz. Bu durumun altını çizmek lazım, bedava inanmak ve ibadet etmek… Diyaneti kabul eden toplumlar açısından bedavacılığı o alanda da seviyoruz! Dolayısıyla insanlar ‘Diyanet ortadan kalkarsa ben ne yapacağım?’ diyor. Diyanet’in yürüttüğü işlere o kadar çok alıştırılmışlar ki cenazesini dahi nasıl kaldıracağını artık bilmiyor. Oysa biz Aleviler, kendi pratiğimizden biliyoruz, hiç de öyle değil. Diyanet gibi bir kuruma ihtiyaç duymadan inançsal ritüeller yerine getirilebilir.
Geçmiş yıllarda İstanbul Sarıyer’de çalışırken Zekeriyaköy Camisi’nin hocasıyla bir kahvede sohbet etmiştik. Bir ara devlet şöyle bir politika geliştirmişti; camilere elektrik, su faturaları gelmiyordu, sonra hükümet ‘artık fatura yazılacak ama parasını Diyanet ödeyecek’ demişti. O geçiş sürecinde camilere bir fatura gelmişti. O cami hocası ‘Faturayı ödemek için milletten para istiyorum ancak kimse vermiyor’ demişti.
‘Din elden gidiyor, ben ne yaparım? Cenazem yerde kalır, başıma bir iş geldiğinde kime soracağım?’ diyerek, bir de bu cemaat-tarikatlar siyasetin içerisine kötü bir şekilde sokuldu ki onlardan hizmet almak istemeyen çok sayıda Sünni insan var. Fethullahçı cemaat bertaraf edildikten sonra bir tarikatın dikkat çekici açıklaması vardı; ‘ Yarın bizi de aynı şekilde suçlamayın, çünkü gelip bizlerden polis personeli istiyorsunuz’ denilmişti!
“DİN İLE BİLİM YAN YANA GELMEZ”
-Diyanet ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın iç içe geçen faaliyetlerini nasıl okumak gerekir?
Okullar bilim yuvasıdır. Okullar, ülke nüfusunun bilimsel bir bakış açısına kavuşmasını sağlayan eğitim yuvalarıdır. Din ile bilim yan yana gelmez. Çünkü din ve inançlarda kabul etmek, inanmak vardır. İnanmak bilime aykırıdır. Bilim, şüphecilik üzerine kurulur. İnançta ise şüphe olmaz. Dolayısıyla bilimle inanç yan yana gelmez ama bu iktidar, okulları bilim yuvası olmaktan öte inanç yuvasına dönüştürmeye çalışıyor. Çok ilginç bir şekilde Eski Milli Savunma Bakanı ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin başkanı ‘Ne bilimi? Sonuçta bunlar inancı, ibadeti, itaati öğrenecekler. Devletini, milletini sevmeyi öğrenecek, bunlar için yetişecekler’ dedi. Diğerleri bunu dile getirmese de bu bakış açısı tüm iktidarda hakim. O yüzden de başvurdukları kaynak DİB. Diyanet, Milli Eğitim Bakanlığı ile çok yoğun çalışıyor, okullara din görevlileri gönderiyor. Bunun haricinde DİB’in protokol olduğu çok başka bakanlıklar da var. Yani birçok bakanlığa hizmet veriyorlar. Yani bir taraftan da hizmet satıyorlar. Aslında görünen o bütçenin haricinde bir de böyle bir bütçesi var. Örneğin Kültür Bakanlığı ile bir protokol imzalıyor, o hizmet karşılığında Kültür Bakanlığı, Diyanet’e para ödüyor. İşte bu da bir başka ilave bütçe. Hele bir de Diyanet Vakfı’nın bütçesini de ele aldığınız zaman belki de Türkiye’deki bütün bakanlıkların üzerinde bir bütçeye sahip Diyanet İşleri Başkanlığı ile karşı karşıya kalıyoruz.
TÜRK TİPİ LAİKLİK!
-Diyanet ve laiklik bir arada olabilir mi?
Bu mümkün değil. Bu konuyu ilginç bir şekilde hükümetin Alevi Çalıştayı’nda çok tartıştık. O çalıştayların ben de katılımcısıydım ve böyle bir laikliğin olmayacağını söylemiştim. Laiklikte Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir devlet kurumu, imam hatip, ilahiyat fakültesi gibi dini okullar olmaz. Bunun üzerinden bir takım tartışmalar yürütmüştük ve ‘Bu bize özgü bir Türk laikliği’ cevabını vermişlerdi. Laiklik, demokrasi gibi kavramlar evrenseldir. Bu tanımlara ya uyarsanız ya da uymazsınız ‘Türk laikliği’ diye bir laiklik olmaz. Ama kendilerine göre bir laiklik anlayışı belirleyip bunun üzerinden DİB’in varlığını bir yere oturtmaya çalışıyorlardı. İşte böyle olunca onun adı laiklik olmuyor. Devlete doğrudan müdahale eden devletin bu kurumu, kamuoyunda en çok güvenilmeyen kurumların başında geliyor. Kaldı ki DİB, inançsal olarak da tüm yurttaşlar tarafından kabul görmüş bir kurum değil. Örneğin Aleviler asla ve katiyen DİB’ten hizmet almıyor. İstediği kadar hizmeti bedava sağlasın, üstüne para da verse Aleviler oradan bir hizmet almıyor. Dolayısıyla bütün bunlar laiklikle bağdaşır şeyler değil ama çok ilginçtir ‘DİB kaldırılsın’ diye HDP çıkış yaptığında ben milletvekili adayıydım ve sahada çalışma yürütürken kendisini sosyal demokrat ve laik tanımlayan kesimlerle çok ciddi tartışmalar yaşadık. O kesim DİB’in kaldırılmasına karşı çıkıyordu ve bu kişiler Aleviydi. ‘Neden karşı çıkıyorsunuz?’ dediğimiz zaman öğretilmiş ezberler üzerinden ‘Diyanet giderse IŞİD ya da benzeri cemaatler gelir’ diyorlardı. Sanki bugün cemaat ve tarikatlar yükselişte değilmiş gibi. Devlet bütün olanaklarını zaten onlar için harcıyor. Toplumun belirli bir kesimi, öğretilmiş bir çaresizlik içerisindeydi. Hem ‘laiklik’ diyor hem ‘Diyanet İşleri Başkanlığı olsun’ diyor. Okullarda din dersine karşı çıkmıyor ‘Ne olacak çocuğumuz bir fatiha öğreniyor, mezarımızın başında iki dua okur falan’ deniliyor. Böyle çelişkilerle dolu bir toplum içerisinde yaşıyoruz maalesef.
Şüphesiz ki Diyanet o günden bugüne çok değişti. 2015 yılından bu tarafa Diyanet çok farklı konumlanma içerisinde bulundu. İktidarın önemli bir aygıtı haline dönüştü. Özellikle 2016 askeri darbe girişiminden sonra iktidarın siyasi bir aygıtı haline dönüştü. Şundan eminim ki o gün bizimle tartışan insanlar, bugün belki bizden daha fazla ‘Diyanet kapatılsın’ diyordur. (Kaynak: PİRHA)