Burjuvazinin ilerici dönemine ilişkin XVIII. yy. aydınlanmacılığını benimsemiş, “üst yapısal” bir kültür ilericisi durumunda bulunan ve halkına “yabancılaşan” aydın kimliğini “aşmamız” gerektiğini belleklerimize “kazıyalım” artık. Bu tür aydınların küçümsediği, yasaklı kültürlerin, bu kapsamda Aleviliğin “nesnel” kaynaklarına, bu nesnellikten beslenen inanç alanlarına yönelmeyi, aydın olmanın “olmazsa olmaz koşulu” sayan aydın tipini “örnek” olarak öne çıkaralım.
Biz biliyoruz ki aydın hem aydınlanma için bir “model” hem de aydınlanmanın eleştirisi için bir “araçtır”. Model ve araç olmanın ötesine taşınıldığında, “akla eleştiri” ortadan kalkar; şimdi, geçmişin üzerine “kapanır”; öğretmensiz kalırız. Farklılıklar “silinir”, tekrarlar “doğuma” hazırlanır. Görüntü ile öz, “iç içe” geçer; uydurma olan, hakikatin “yapıtaşı” olup çıkar. Her birimiz düşündüğümüz “yerde” değil, olmadığımız “yerde” düşünmeye başlarız, gerçek “baskılanır”, yaşam, “yalanın” taşıyıcısı olur.
Aydınlarından “Korkan” Örgütler, Aydınlıktan “Korkan” Aydınlar
Kafa kalitesinden yoksun, “ezberi” dışında söyleyecek şeyleri olmayan “örgüt yöneticileri” ile bu yöneticilere uyarlanan “aydınlıktan korkan aydınlar” arasında, “harika” bir “birlik” oluşuyor: Yaşanılan “kriz” ortamında “özgürlüğün adı”, aydın üretiminin tüketimine son vermek, aydını “kapı önüne” bırakmak, tabana ya da delegeye “yaranmak” olup çıkıyor.
Alevi tabanı mı?
Taban seyirci: Bu oyunu oynamayı yadsıyor. Oyunu oynamayı yadsıyan tabanın bu kendi üstüne kapanışını, kimi örgüt yöneticileri ve aydınlıktan korkan aydınlar, Aleviliğin “yeniden dirilişinin” biricik kaynağı görüyor. Ve bayağı bir “taban dalkavukluğu” yarışına giriyor; körü körüne uygulamaları ya da çağdaş gözüken, yalnızca söyleyeni “besleyen” sözleri, Alevi kavgasının önüne “koyabilmek” için zaman yarışı yapıyor.
Aydın Katkısı “Tutsak”
Sözel geleneğin yazılı iletişime dönüştürülmesinde belirleyici olan “aydın katkısı”, Alevi zeminde özgür mü? Ne yazık ki değil: Tam tersine “kuşatma” altında.
Öncelikle sözel kültürün aktığı asıl alanda, yani geleneksel katta, topluluk örgütlenmesi zemininde, “akıldışılığa” karşı “duruş” alan aydın, “korkulan” bir kimlik. Sözel kültür alanının her şeye karşın, bâtıni felsefe-öğreti ve inanç konusunda çok iyi bir “alıcı” olması, aydının tek “tesellisi” gibi. Tabandaki bu olumluluk, geleneksel zeminin ozan dışında kalan doğal öğretmenlerinde ve geleneksel örgüt yöneticilerinde ortadan kalkıyor. “Soy onaylı” doğal öğretmenlerle genellikle “köken onaylı” örgüt yöneticileri karşısında, “taban onaysız” aydın çaresiz.
Aydın katkısına en açık alan “demokratik toplum örgütlenmesi” tabanı olarak görünüyor. Ancak, tabandan “tavan”a çıkıldığında, örgüt yöneticilerine ulaşıldığında, çoğunlukla olumluluk “olumsuzluğa” dönüşüyor. “Tabansız” aydınla “tabanlı” örgüt yöneticisi karşı karşıya geldiğinde, “tabanlı” olmanın örgüt yöneticisine verdiği “despot görünmez el”, aydını “sansür” ediyor ya da aydından sakınma tavrı üretiyor. Oysa Alevi geleneğinde, “ışıklandıran”, “ışık veren” anlamında aydın, sansürden bağımsızdır.
Kurumsallaşmış Aydın
Anlaşılıyor ki 1980’lerin başında, tüm dünyada ve Türkiye’de, sistemin ya da örgütlerin amaçlarının gerçekleşmesinde, “koçbaşı” olma görevini verdikleri ve “kadrolu aydın” olarak algılayabileceğimiz “kurumsallaşmış aydın” tipini, örgütlü yapılarına taşıdı Aleviler. Hemen her üniversite mezununun ya da her “çok” okuyanın aydın olarak algılandığı toplumumuzda, örgüt yöneticisi, aydın görevlerini de “üstlenme” yoluna gidince, aydın kendini “kapı önünde” buluyor. Giderek süreç içinde, aydına “gereksinme yoktur”, yargısı öne çıkıyor.
Öncelikle belirtmek gerekir ki “çok okumakla” aydın olunmaz; ama “az okunarak” aydın olunduğu da görülmüş değildir. Sorun “miktar” sorunu olmaktan çok bir “ufuk-kalite” sorunudur. Öyleyse sözel bellek “körelmeden”; Alevi zemindeki “yabancılaşmadan ve kirlenmeden” kaynağını alan, Aleviliğin evren görüşüne, kültürel birikimine ve yaşama biçimine çöreklenen, “dışlayıcı-denetleyici” hemen her türden “tortuyu” yok ederek, “aydına gereksinme yoktur” yargısını “kırmak” ve aydının insanıyla-canlarıyla “koşulsuz” buluşmasını sağlamak, hepimiz için temel görevdir-yükümlülüktür.
Bu görevi-yükümlülüğü yerine getirdiğimizde aydına karşı şöyle “haykırmak” hakkımızdır: “Aydınımız-aydınlarımız olarak özgürlük istiyorsunuz öyle mi? Ama şunu hiçbir zaman unutmayın, bu altüst oluşta siz de bedel ödeyeceksiniz: Aydınımız-aydınlarımız özgürleştiği gün, içinizde gözüken ve aydın geçinenlerin çoğu tepetaklak olacaktır, aydınlıktan korkanlar, aydın olmaktan çıkacaktır.”
Biz örgütlerimizi; bizi insanımızla buluşturacak, bu yolla bizi özgürleştirecek; bunu sağlarken “eleştirilme” denilen bedeli ödemeye her an hazır olacak “çağdaş aygıtlar” olarak görüyoruz.