Doğa, derin bir kaos (kargaşa) aralığında büyük bir çatışma, çarpışma ve patlama içinde var olup kendini var etmiştir. Devamında doğanın bu kendi içinde var ettiği yasası, basitten karmaşığa, somuttan soyuta az olandan çok olana doğru bir gelişim izlemiştir. Doğanın bu kendini var etme ve gelişim hali kendi içinde büyük bir aşk serüvenidir.
İçinde yaşadığımız kapitalist uygarlık sistemi, zenginlik ve para uğruna doğanın kendi içinde var ettiği yasayı yok sayıp, doğaya müdahale edip talan etmektedir. “Tanrısı” para ve iktidar gücü olan kapitalizm; sadece zenginleri yaratmıyor! Zenginliği amaç edinen, sürekli para peşinde koşan, bunun için doğa dâhil bütün değerleri boyunduruk altına alan bir zihniyet sistemi yani bir insan tipi yaratıyor. Kapitalizmin yarattığı bu zihniyet sistemi ve insan tipi doğayı talan edip tüketiyor.
Kapitalizmin “savaşlara ve kaosa zeminler yaratığını” her türlü haksızlığı, ahlaksızlığı topluma empoze ettiğini birçoğumuz biliyoruz. Hani “istisna kaideyi bozmaz” diye bir söz vardır. Günümüzde insanlığın birikimi olan kültürel değerler, inançsal yaklaşımlar, insan hakları, özgürlük ve eşitlik kavramları bu zihniyet sistemine ve bu insan tipine göre şekillenmektedir. İstisnalar olsa bile kaideyi bozamadığını günümüz dünyasında doğa talanlarına, savaş ve de yıkımlara kadar çürümeler dâhil her şeye şahit oluyoruz ve gözlemliyoruz.
Doğal toplum yaşamında doğayla bir bütünlük içinde olan insanın doğayla olan bağı sadece faydalanmaya dayalı ve ekonomik içerikli bir bağ değildi. Doğal toplum yaşamında insanın doğayla ilişkisi yani bağı rıza esasına dayalıydı. Hal böyleyken içinde yaşadığımız kapitalist uygarlık sistemi, doğayla rızalaşıp bütünleşen insanı doğanın başına bela etmiştir. Kapitalizm, “gölgesini satamadığı ağacı keser” deyiminden yola çıkarak, “doğaya en çok düşman olan sistem kapitalist sistemdir” diyebiliriz.
Aynı zamanda doğaya düşman olan bu sistem kendi içinde yarattı sömürücü (emperyalist) sistemle ve yarattığı savaş aygıtlarıyla cümle can’ın üzerine bombalar yağdırıp (çocuk-kadın-yaşlı) demeden katletmektedir. İnsanlar, (çocuk-kadın-yaşlı) yurtları (evleri) bombalandığı için başka ülkelere kaçarken yollarda açlıktan, soğuktan ve denizlerde boğularak ölüyorlar. Yollarda kurtulanlar ise mülteci (sığınmacı) durumuna düşüyorlar. Savaş, yıkım ve talan politikalarıyla insanlar, kendi yerinde yurdunda ve mekânında (coğrafyasında) edilerek tüm toplumsal, kültürel değerleri ve tarihsel hafızaları yok edilip adeta belleksiz bırakılıyor.
Vicdan ahlakın sınırları arasındaki köprü gibidir! Bu yönüyle vicdan ve ahlak bilinçle bütünleşerek ahlaki-politik toplumu oluşturur. Ahlaki-politik toplumsallıktan uzak bir bilinç ise çürümeye ve yozlaşmaya götürür. Buradan çıkışın yolu ancak ve ancak ahlaki-politik topluma dönüş ile mümkün olacaktır. Aşk ile.