Türkiye açısından düşünüldüğünde laik ve laiklik terimleri göçmendir: Terimi üreten Batı ile terimi ödünç alan/ödünç alıp tüketen ve sürece sonradan katılan Türkiye arasında, terimin anlam farklılıkları göstermesi doğaldır.
Bugünün somutunda, toprak insanımızı esenliğe kavuşturacak laik-devrimci güçlerin başında Alevi topluluğunun geldiği savı, hemen herkesin ortak yargısı durumundadır.
1950’lilerden bu yana laiklik de yabancılaştı: Din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması temeline dayanan laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması biçiminde algılanmaya/anlaşılmaya ve uygulanmaya başladı. Açıkçası Fransız laikliği alnından vuruldu, yerine Amerikan laikliği getirildi.
Laiklik ikiye ayrılır: Ruhunu 1789 Büyük Fransız Devrimi’nden alan laiklik ve ruhunu ABD’nin Angolasakson sekülarizminden alan laiklik.
Bu iki kaynak ruh arasındaki fark demokrasi anlayışlarına da yansır: Birinci ruh kaynağı, yani Büyük Fransız Devrimi kaynağı özgürlük-eşitlik-kardeşlik üzerine yapılanır.
Buna karşın ikinci ruh kaynağı, yani ABD’nin Angolasakson sekülarizmi kaynağı, mülkiyet-liberalizm-özgürlük üzerine yapılanır. Birinci ruh kaynağı, cumhuriyetçi demokrasiyi koşul sayarken, ikinci ruh kaynağı, liberal demokrasiyi benimser.
Yine birinci ruh kaynağı, insan birimi olarak yurttaşı/ vatandaşı belirleyici alarak halkçı bir mülkiyeti yaratmayı amaçlarken ikinci ruh kaynağı, bireyi öne çıkarıp bireyci bir mülkiyeti yaşama geçirmeye çalışır.
Bu iki ruh kaynağından birinci ruh kaynağı, yani Büyük Fransız Devrimi kaynağı, halkçı mülkiyet üzerinde sosyal devleti örgütlerken ikinci ruh kaynağı, yani ABD devrimi kaynağı, Amerikan toprağında koloninin elitleri tarafından İngiliz sömürgecisine karşı yapıldığı için, efendiyi değiştirmekle birlikte, toprak mülkiyeti ve kölelik düzenini değiştiremedi. Tam da bu nedenle bu ruh kaynağı, sosyal içerikten yoksun, sosyal devlete kapalı bir bağımsızlık savaşı olarak tarihe kaydını düştü.
Yine birinci ruh kaynağında iktidar mücadelesi, kilise ile devlet-halk güçleri arasında gerçekleşti, yani devlet ile halk birleşti ve kiliseye karşı kavga verdi. Böylece yüksek aşamadaki din adamlarının yüzyıllar süren tinsel üstünlükleri ve ayrıcalıkları kaldırılarak egemenlik altına alındı; Kilise’nin üstünlüğü, dokunulmazlığı ve töre üstü durumu sona erdirildi; Kilise mallarına el konuldu, taşınmazlarından vergi alınmaya başlandı. Devletin din ile öte-dünya ilişkileri kesildi ve devlet etkinlikleri seküler (dünya işleri) alanda yoğunlaştırıldı.
Bizim devir aldığımız sekülarizm teriminin kaynağı ve öyküsü böyledir. Büyük Fransız Devrimi’nden sonra Fransa’da, devletin din işleriyle ilgisini kesip dünya işleriyle uğraşması politikasına sekülarizm, bunun okullarda uygulamasına laisizm(laiklik) dendi. Bizim toprağımızda Kemalizm’in ilkelerinden biri olan laiklik, Atatürk’ün sağlığında, anayasal bir ilke oldu ve devlet politikası olarak yaşama geçirildi.
İkinci ruh kaynağında ise kilise ile halk birleşti ve devlete karşı mücadele verdi. İkinci ruh kaynağının yarattığı gelenek özellikle Protestanlıkta, düşünce özgürlüğünü ve Hıristiyanlığın tinsel-törensel gelişmesini öngören bir çığır olarak gelişti. Liberalizm demokrasi ile eşanlamlı görüldü.
Birinci ruh kaynağında laiklik, yani Fransız-Türk laikliğinde laiklik, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması olmazsa olmaz koşulu gereği yurttaşı ve toplumu dinlerin baskısına karşı korumayı, daha açık bir dille söylersek yurttaşı ve toplumu özgürleştirmeyi amaç bildi.
İkinci ruh kaynağında laiklik, yani ABD sekülarizminde ise laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması koşulu gereği devleti, dinlere-inançlara karşı eşit uzaklıkta tutmaya çalıştı; amacı da bu oldu.
Laik bir toplum yaratabilmek için köktendinci inancın Dünya ile ilişkisi kesilmeli, buna karşın insanın aklı ve doğanın aklı üzerine yapılanan Alevi inancı yaşama taşınmalıdır; köktendinci inanç işlevsiz kılınarak, Alevi inancı işlevli kılınarak, laik toplum güvence altına alınmalıdır. Nedeni açık: Çünkü Alevilik, teoloji değildir, yani nesnesiz bir inancın taşıyıcısı olamaz. İki türlü inanç vardır: Nesneli inanç ve nesnesiz inanç.
Tüm ortodoks dinlerin inancı nesnesizdir; bilgi denilen şey, nesneyle deneyim sonucu elde edilen bir kazanım olduğunu düşünürsek, nesnesiz inançta, nesneyle deneyim yaşayamayacağımıza göre, bilgi de üretemeyiz. Bilimin-bilim insanının, uzağında, bedene ve doğaya düşman bir zeminde yaşamaktan hoşlanmaya başlarız.
Kurtuluş: İnancının nesnesinin taşıyıcısı olmaktır: Çünkü nesneli inanç, teolojinin dışında, bizi hakikate-marifete taşıyan, bunu sağlamak için, felsefi bilgeliğin-öğreti bilgeliğinin sonuçlarına koşan, sonuçlarını onaylayan bir inançtır.
Bu nedenle Alevilik, felsefesinin izinde regülerden (öte dünya işlerinden) özgürleşir ve sekülere (bu-dünya işlerine) bir çağrı çıkarır. Çağrının yaşamın her alanına ulaşmasıyla ölümsüzlük felsefesi gereği Cenneti ve Cehennemi iptal eder; daha doğrusu Cenneti ve Cehennemi Bu-Dünyaya taşır: Bu-Dünya’da Cehennem yaratıcılarına karşı Cenneti kurmak isteyenleri örgütler ve yaşama müdahale eder.
Böylece Batı kaynaklı laiklik anlayışı ve uygulamalarını terbiye eder; Bu-Dünya ve Öte-Dünya ilişkilerini kesin kes ortadan kaldırır; yeni bir laiklik anlayışını, dinsel baskı altında, kendine yabancılaşan insana-insanlara armağan olarak sunar.
(*) Laiklik Günü, farklı gerekçelere bağlanarak 4 Mart, 5 Şubat ya da 10 Nisan’a bağlanmaktadır. Alevilik açısından laikliğin içeriği önemlidir. Bu yazıda, felsefemizi rehber edinerek, laikliği içerik olarak anlatmaya çalıştık.
Esat Korkmaz