1 Eylül tarihinde “Dünya Barış Günü”nün sadece Türkiyeliler ve Kıbrıslılar tarafından kutlandığını biliyor muydunuz? BM tarafından ilan edilen “Uluslararası Barış Günü” ise 21 Eylül tarihinde kutlanıyor.
Birincisi BM tarafından ilan edilen ve tüm dünyada 160 ülkede, binlerce kuruluş tarafından kutlanan ve 21 Eylül olarak kabul edilen “International Day of Peace”; ikincisi ise sadece Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs’ta kutlanan, fakat tüm dünyada aynı anda kutlanıldığı sanılan “1 Eylül Dünya Barış Günü”
BM 30 Kasım 1981 tarihinde, her yıl Genel Kurul oturumlarının başlangıç günü olan Eylül ayının üçüncü salı gününü, “Uluslararası Barış Günü” ilan etmiş. Amaç; “üye ülkelerin bu tarihte barış etkinlikleriyle barışı teşvik etmesi ve dünyada barış ortamını geliştirmesi” olarak açıklanmış.
Ancak bu karar daha sonra BM’in 7 Eylül 2001 tarihindeki oturumunda, 21 Eylül olarak yeniden değiştirilmiş. Bu kez ise amaç tüm dünyada, “savaşsız bir gün” adı altında özellikle çatışma olan bölgelerde bir günlük ateşkes ilan edilmesini teşvik etmek ve bu şekilde de kalıcı barışın sağlanabileceğini göstermek olarak açıklanıyor.
Bu tarihin seçilmesinde ise İngiliz film yapımcısı Jeremy Gilley’in, 1999 tarihinde başlattığı ve “hiç olmazsa tüm dünyada bir günlük barış olsun” düşüncesiyle ortaya attığı, “Peace One Day” adındaki kampanyası etkili olmuş. Gilley 1999’da başlattığı kampanyasında, dünyada tüm çatışmaların bir gün süreyle durmasını ve çocukların o gün savaşlarda ölmemesini, sakat kalmamasını amaçlamış.
Aralarında savaşan ülkelerin liderlerinin de olduğu, tüm dünya liderlerine mektuplar yazan ve bazılarıyla da yüz yüze görüşen Gilley’in kampanyası, zaman içinde ses getirmeye başlamış ve destek görmüş. Gilley daha sonra bu fikrini, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a da açarak, onu da ikna etmeyi başarmış. Sonuçta BM aldığı bir kararla, tüm dünyada, 21 Eylül’ün “Dünya Barış Günü” olarak kutlanmasını kabul etmiş.
Türkiye’de 1 Eylül tarihinde kutlanan “Dünya Barış Günü”, 2. Dünya Savaşı’nın başlama tarihine yönelik olarak, BM’lerin aldığı bir kararla ilişkili. Takvimler 1 Eylül 1939’u gösterirken Naziler, Polonya’yı işgal eder ve bu işgal, 2. Dünya Savaşı’nın da başlangıcı olur.
İnsanlık tarihinin en kanlı savaşlarından biri olan bu savaşın unutulmaması için, BM aldığı bir kararla 1 Eylül’ün, “Dünya Barış Günü” olarak kutlanmasını ister. Ancak durum böyleyse ve yine aynı BM bu tarihi değiştirdiğine göre Türkiye’nin hâlâ “Dünya Barış Günü”nü 1 Eylül tarihinde kutlaması ve bunun da tüm dünyada kutlanıyormuş gibi insanlara yutturması sizce de ilginç değil mi?
“8 Mart dünya Emekçi Kadınlar Günü”nün içini boşaltarak onu piyasa için kârına kâr katan bir güne çevirmeye çalışan BM için, “Dünya Barış Günü” de aynı nitelikte. Öyleyse bizler için barış ne anlama geliyor? Bu sistemde gerçekten mutlak bir barıştan söz etmek olanaklı mı? Sadece günümüzün haberlerine baksak bile bunun olanaklı olmayacağını hemen algılarız. Sistem ve onun yürütücüsü sermayenin barıştan anladığı, canı pahasına kâr sağlayan, para kazandıran milyonların, en ufak bir itirazda bulunmaması; yani sistemle barış içinde yaşaması.
Emperyalist kapitalizmin çıkarlarının istikrara kavuştuğu, emekçilerin ise düzen içi bir edilgenliğe itildiği bir barış anlayışının, devrimciler açısından bir karşılığı olamaz. Tarih, sınıf savaşımının kanı ile yazılırken kuru kuruya barış demek, edilgenliği övmek emekçilerin sömürüyü, emperyalist katliamları ve zulmü kabul etmesi anlamına gelir. Öyleyse egemen sınıflar açısından barış milyonların susmasıdır. Gerçek ve kalıcı barış ise sadece emekçiler ve halklar açsından söz konusu olabilir; her şeyi üreten emekçiler için barışın tek bir anlamı ve yolu olabilir: Bizi zincirlerle bu sisteme bağlayan, birbirimizin üzerine basarak hayatta kalmak zorunda olduğumuz yalanını her an aşılayan bu korkunç sistemi ortadan kaldırmak. Tıpkı her gün yaptığımız gibi, dünyamızı yeniden örgütlemek ama bu kez bunu, kendimiz ve oluşturduğumuz toplum için yapmak. Dünden bugüne yaşadığımız acıların bakiyesi ancak böyle aşılabilir ve nefreti, sömürüyü, katliamları bizim ürettiklerimizle bize karşı kullanan dünyada, insanlığın barışı ancak böyle sağlanabilir.
Barış, ölüme hazırlanıyor
Hızır, yaşam kaynağı ısı-ışık donuna bürünerek yaşama düşer-düşmez; yaşam gebe kalır ve yaşam doğurur, doğurur da yaşam katili ırkçı yapılara karşı, karşıtıyla yani barışla savaş açar. Savaşa karşı barış ön aldığında siyasetimiz terbiye olur; üslubumuz yumuşar, öfkemiz sönümlenir, vicdanımız duyarlı duruma gelir. (*)
Tam da bu nedenle herkesin bedeni, vicdanına dar gelmeye başladı artık. Bedenler, zincirlerinden boşanan vicdanları izliyor: Şu sokakta bu sokakta, şu mahallede bu mahallede, şu meydanda bu meydanda barışın görünmez kalabalığını oluşturuyorlar. Ne de olsa vicdanlar tıpkı ağaçlar gibi yalan nedir bilmez. Vicdanlarımız, -Savaşa karşı barışı çıkarın! diyor. Bu çağrıya uymaktan başka seçeneğimiz yok gibi.
Nedeni açık: Ulusal bir atmosferde bunalım devreye girdi mi bir kez: Yurt sevgisi silah sevgisine dönüşür; yaşamın gırtlağını sıkar, yurt algısını taşınamayacak denli kirletir. Egemen etnik yapının kanına yatırım yapıldığı için, bunun dışında kalan kanın ya da kanların yaşaması yasaklanır.
Barış katillerinin algıları cellatın ipine, yargının diline, polisin copuna bağlanarak yurttaşa uzatılır: Uzatılanı alırsa yurttaş yandı demektir. Artık hep beraber, barışı ölüme hazırlayabiliriz.
(*) Uzun Salih; Muhafazakârlığın Cemre Düşmüş Hali, Radikal İki; 11.03.2012 Pazar; s, 6
Esat Korkmaz