Doğum acının ödülü olduğu için acı çekilmesi durumunda, güzellik doğacaktır. Demek ki insan olabilmek için, acıdan geçmek koşuldur: Anlaşılacağı gibi, güzellik, acının yasını tutar.
Sanat da edebiyat da bir güzellik ise eğer o da bu yası tutacaktır. Bu durum, sanatla-edebiyatla da sınırlı değildir: Civciv yumurtanın yasını, ağaç tohumun yasını, çocuk ana-babanın yasını, kent insanı kentin yasını tutar ve bu yas, bedenin-mekânın defterine kaydedilir.

Demek ki yaşam, özünde bir yastır. Acı olan, günümüzde yaşamın mesleğe dönüşmüş olmasıdır; yaşam mesleğe dönüşünce, yaşamın ayrıntıları da alt meslek dallarına dönüşür: Meslek, kültürel açıdan yaklaşıldığında bir hapishanedir; öyleyse yaşam da bir hapishane, kent de bir hapishane.
Yaşam ortamında her birimiz, zorunlu olandan sıyrılmış, farklılıklarımız egemen tarafından tek-tipleştirilmiş ve mekanikleştirilmiş bedenleriz: Artık doğruyu, yalandan öğreniyoruz; günümüzde düşünce, kültür endüstrisinin merkezlerinde biçimlendirildikten sonra kullanıma sunuluyor-dolaşıma sokuluyor: Bu nedenle hakikat yalan, yalan hakikat kalıbında görünüşe taşınıyor.
Bilimsel bilginin imparatorluğunu kuran akıl, dağa-taşa davrandığı gibi insana davranır; aklın uygarlığı dediğimiz şey de farklı davranmaz. Tam da bu nedenle uygarlık tarafından korunan yaşam alanları, aynı zamanda tahakküm altına alınan yapma sistemlerdir. Gelinen noktada insanlar, akıl kadar zalim oldu; kendi sonucunun nedenini artık düşünemez duruma geldi, tekrara kilitlendi.
İnsanı insan etme çabalarının felsefesi olarak algıladığımız hümanizmi, akla öğretmen olarak devreye sokmanın zamanı gelmiştir, diye düşünüyorum: Bunu sağlayalım da eylem ve etkinliklerle bir kumaş olarak dokuduğumuz yaşamı, gelecek kuşaklara armağan olarak sunabilelim.
Esat Korkmaz