NEYZEN TEVFİK (1879-1953) “Serserilikten Nasibini Almayan İnsan, İnsan Değildir”
Kime sordumsa seni doğru cevap vermediler; / Kimi alçak, kimi hırsız, kimi deyyus! dediler… / Künyeni almak için, partiye ettim telefon: / Bizdeki kayda göre, şimdi o mebus dediler!
Neyzen Tevfik, toprağımda yaşamış, ürün vermiş bir kara-gülmece ustasıdır; ötesinde neyine üfleyerek gönüllerimize mihman olmuş, sözcüğün gerçek anlamıyla bir serseridir.

Serserilik, adanmışlık zemininde, bilinçle yaşanan bir serüvendir; bilinçsiz serserilik, serserilik değildir ya da serserilikten nasibini almayan insan, insan değildir. Diğer taraftan serserilik, kendi gönlünü hoş tutma çabasıdır: Bir insanın kendisiyle sevişme girişimidir; çeliğe su verir gibi ara sıra ruha su vermedir.
Yine serserilik, vicdanla yapılan bir arkadaşlıktır; bu nedenle yaşanan haksızlıklara karşı ironik bir başkaldırıdır: Toplumun ezberine göre gülmeyen, yürümeyen, giyinmeyen bir arızadır serseri. Bir toplum öksüzüdür ama olumsuzluk çağrıştırmaz; güçlünün ifritidir demek daha doğrudur. Serserinin anıya dönüşen yaşam serüveni, insana hoş gelir; talihsizlikler olsa bile.
Umudu çağırmak gerektiğinde, serseri olmak gerekir. Çünkü umarsızlığın içindeki umutla senli-benli olan kimlik serseriden başkası değildir; kendini göstermeyen iç uyumumuzun çocuğudur o, karmaşa içinde saçılmış bir süprüntü yığınına benzeyen bu güzel dünyanın gezginidir dersek, yalan söylemiş olmayız. Kısacası içimiz çağırdığında bize koşan kimliktir serseri.
Neyzen Tevfik, bir hiciv, ironi yani kara-mizah ustasıdır: Mizah ya da kara-mizah, ötesinde hiciv, ironi, gülen-güldüren düşünce ise eğer, her türlü zihinsel uğraş özünde mizahtır ya da kara-mizahtır, hicivdir, ironidir. Hiciv ve ironi, mizahın alt türleridir denebilir: Öyleyse hiciv-ironi, kara-gülmecedir. Kara-gülmece yöntem olarak ironiyi kullanır. Şu demek oluyor ki ironi kara-mizahın şekillerinden biridir. Neyzen güldürürken acıyı tüketir, ödülü anlamında, beliren yaşama sevincini kucaklar. Demek ki Neyzenin hicivlerine gülerken, örtük bir dramı taşırız; daha doğrusu gülerek acıdan, dramdan özgürleşiriz; gülerken ağlarız ya da ağlarken güleriz.
Neyzen’in kara-gülmesi/ güldürmesi, yasaklı bir gülmedir-güldürmedir; bozuk düzende doğruyu ihbar ettiği için. Bu nedenle Neyzen mizahını güncellemek, güncellenen mizaha gülmek suçtur. O’nun mizahı, iyiliğin zarar gördüğü yerde, yani iyiliğin kendisinin de bir dert olmaya başladığı yerde devreye girer ve bizleri, içimizin tasallutundan kurtarır; beden dilini öne alır, sözcükleri işlevsiz kılar; karşılıklı bir görüntü bozumu yaşanır, denge ortadan kalkar, terslikler ve aksilikler birbirini izler; mizah yapanlar birbirine, biz onlara güleriz.
Aristo insanı, gülen hayvan, diye tanımlar: Bugün, gülen kısmı iptal edildiğinden geriye, hayvan kısmı kalmıştır. Tekrar acının şakası anlamında mizahı, yaşamımıza taşıyıp gülerek geleceği kuracak acının üreticisi olduğumuzda, Aristo’nun dediği gibi gülen hayvanlar olacağız.
Bizi gülen hayvan yapan Neyzen Tevfik (Tevfik Kolaylı), 1879 yılının 24 Mart Pazartesi günü, kendi anlatımıyla Hicrî 1296 yılında, Muğla’nın Bodrum ilçesinde, Emine Hanım ve Hasan Fehmi Bey’in ilk oğlu olarak dünyaya gelir. Kolaylı soyadı, Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra, babası Hasan Fehmi Bey’in, Samsun’un Bafra ilçesine bağlı Kolay beldesinden olduğu için aileye aldığı soyadıdır.
Osmanlı döneminde istibdada karşı, Cumhuriyet yıllarında ise devrimlere karşı gelenlere karşı hicvini kullanmış; haksızlığa, yolsuzluğa ve yozlaşmışlığa karşı şiirler yazmıştır. Birçok defa tutuklanmış, ama kısa süre sonra serbest bırakılmıştır.
Bektaşi tekkesine mensup olmuş, hayatının büyük bölümünü İstanbul’da çeşitli hanlarda geçirmiştir. Son dönemlerinde Bakırköy Akıl Hastanesi’nde kendine ayrılan 21. Koğuş’ta kalmıştır. 1930’larda kısa süreyle kendine bağlanan aylık haricinde düzenli bir geliri olmamıştır ve hayatı boyunca epilepsi nöbetleri ile uğraşmıştır. Aynı zamanda rakı başta olmak üzere fazla içki içtiği bilinmektedir.
Neredeyse tüm hayatı boyunca baskı ve zulme karşı çıkan Tevfik’in şiirlerindeki yergi ve taşlamaları onu bu türde Nef’i ve Eşref’ten sonra en önemli üçüncü edebiyatçı konumuna getirmiştir. Şiirlerinde sık sık, 1900’de yazdığı Sahne-i Ömrümden Nefs-i Emmareye Hitabım şiirinin ilk kıtasındaki gibi müstehcen sözlere ve bu yolla yapılan taşlamalara rastlanır: Neyzenlikteki ustalığıyla beraber, hiciv sanatını kullanarak şiirlerinde toplumdaki eşitsizliğe, haksızlığa ve zulme, siyaset ve dini baskı ve çıkarcılığa değindi.
28 Ocak 1953’teki ölümünün ardından Beşiktaş’taki Sinan Paşa Camii’nde cenaze namazı kılındı. Civardaki cadde ve sokakları dolduran profesörler, memurlar ve bazı ileri gelenlerin yanında, kendilerine çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar ve sokak serserilerinden oluşan büyük bir kalabalığın eşliğinde Barbaros Bulvarı’ndan geçerek defnedildiği yere ulaştırıldı. Mezarı bugün Kartal Merkez Mezarlığı’ndadır. Şimdi de O’nun bir dörtlüğüyle yazımızı mühürleyelim:
Türk milleti hassastır / Söz kaldırmaz / …bne dersin kızar da / s.k..sin aldırmaz.
Esat Korkmaz