Yaşadığımız yaşamda, bir şeylere emin olma hali yok artık: Dünyamız, yalanı doğrudan ayırabilme yeteneğini çoktan yitirdi. Seçeneksiz, doğrudan ne kadar çok uzaklaşabilirsek gerçeğe o kadar çok yaklaşacağız ve bu-dünyanın yanlışında buluşup doğrusunu terbiye edeceğiz. Kültürel kazanımlarımıza kesintisizlik sağlamak için, ölmeden evvel öleceğiz ya da yaşarken dirileceğiz; bunun dışında bir çıkışımız gibi.
İçkin yanın içselleştirilmesi durumunda sözcükler susar, sözcüklerin ötesinde, sanki sözcüklerin söyleyemediği bir sır gezinir; bakış bir derinlik kazanır, burgu olup da her yeri deler; böyleleri sesini duyurmak istediğinde sözü ses yapmaya gereksinmezler, ötesinde bilince de başvurmazlar. (*) Tam tersine bilinçten kaçarak, bu olanağı içselleştirebilirler.
Sezgi dendiğinde; düşüncesini belli bir konu üzerinde yoğunlaştıran düşünürün, insanın; deneyle elde edemediği sonucu iç duyumla aydınlığa kavuşturacak veriyi kazanması, durumu anlaşılır. Sezgi içte olanı, özde bulunanı görme anlamındadır; bu bağlamda sezgi, sürekli bir akış içinde bulunan, diri olmayla belirgin süreç niteliğindeki şeydir. Sezgi, insan ölçü alındığında insanın bedeni, gövdesi dışında kalan, doğa ölçü alındığında ise varlıkların görünmeyen yanının ya da görünmeyen varlıkların, düşüncede görünür duruma getirilmesini sağlayan temel güdüdür.
Sezginin penceresinden bakıldığında yaşamın ve bütün gerçekliğin bir oluş, varlığa geliş olduğu algılanır. Gerçekte bedenler, nesneler değil eylem, hareket vardır; gövdeler, nesneler bu hareketle, eylemle görünüşe çıkmış varlıklardır.
Bu bağlamda iç duyum yani sezgi ya da üçüncü tür bilgi kazanımı, düşüncenin kendi üzerine dönmesi, zihnin içeriğinin düşüncede yansımasıdır. Zihnin, kendi işlemlerini ele alması sonucu doğan içerikler, iç duyumun, yani sezginin ya da üçüncü tür bilgi kazanımının ürettiği verilerdir. Bu verilerle buluşmak isteyen Aleviler hem geçmişe hem de geleceğe devriyeye çıkarak hem sezgisel bilgi üretirler hem de ürettiği sezgisel bilgiyi tüketerek, kendilerini ve Aleviliği içselleştirmeye çalışırlar.
Kişi sezgisel zeminde bu yöntemle kendini bilmek eylemine başladığında önce kendine, sonra kendinden doğaya yönelir; karşısında beden ya da nesneyi bulur: Bu nesne ya canlı doğayı, özelde hisseden doğayı ya da cansız doğayı, özelde hissetmeyen, ölü doğayı temsil eden somut bir varlıktır. Canlı ya da cansız doğanın kökeni sürekli hareket içinde bulunan bir erkten kaynaklanır; bu dirilik kazandıran bir güçtür. Bu gücün önsüzden sonsuza doğru akışında cansız doğada bir nesnel süreçten, canlı doğada ise bir yaşamdan söz edilir. (**)
KAYNAKÇA
(*) Frederic, de Towarnicki; Martin Heidegger-Çev.: Zeynep Durukal-; Yapı Kredi Yayınları; İkinci Baskı; İstanbul- 2008; s, 78
(**) Daha geniş bilgi için bkz: Korkmaz, Esat; Üçüncü Tür Bilgi Sezgi/ Hallac-ı Manur’dan Spinoza’ya, Spinoza’dan Marx’a Sezginin İzinde Felsefi Bir Yolculuk; Demos Yayınları, İstanbul- 2020; Korkmaz, Esat; Alevilikte Devriye Tasarımı ve Zamanda Yolculuk, Demos Yayınları, İstanbul- 2019
Esat Korkmaz