Yaşadığımız koşullarda, devlet ırkçılığı, kültürel ırkçılık uygulamalarını üstlenmiş durumda; bu kapsamda Alevilik, devletleştirilmeye başlandı: Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı, bir tür kayyum niteliğinde, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulacak, bu Başkanlık aracılığıyla Alevilik, devlet Aleviliğine dönüştürülecek: Devletsiz Alevilik, devletli duruma taşınacak, devletin Alevisi olmak itibar kazanacak…
Ne olması gerekiyordu: Alevilik, olmazsa olmaz ilkeleriyle, yaşama müdahale edecek, ürettiği toplumsallık ve siyasetle devlet denilen aygıtın siyasetini terbiye edilecek, terbiye edilen siyaset yaşama dönecekti. O zaman -Gel bizi tanı, diye feryat edilmeyecek, tam tersine -Bizi tanımak zorundasın, tersi durumda bunu toplumsal bedeli ağır olur, denilecekti. Terbiye edilen resmi siyaset, bu bedeli ödemekten kaçınacak ve Aleviliğin isteklerini kabul etmek zorunda kalacaktı.
Böyle olmadı ya da olamadı: -Gel bizi tanı, diye devlete sürekli çağrı çıkarıldı. Devlet, çağrıldığı yere ayak bastığında, ayak bastığı yer, devletleştirilmiş olur, bu gerçek unutuldu. Zaten, cemevlerinde ve Alevi örgütlerinin bir kesiminde, yaşanmakta olan içerik, bu devletleştirmeye yatkındı.
Yaşanan gelişmelerin adını doğru koymak gerekir: Bu bir kültürel ırkçılık uygulamasıdır. Devlet, şimdi, devletleştirdiği Alevi yaşam üzerinde, devletleştirme hakkını kullanmak istiyor, hepsi bu.
Irkçılık, başlangıçta, kapitalist üretim ilişkisi içinde köle emeği kullanmayı meşru kılmanın ideolojisi olarak ortaya çıktı. Günümüz ırkçılığı ise bu ırkçılığı kullananlar tarafından, kendileriyle ortak bir geçmişe sahip olmayan insanlara dayatılan bir ideoloji olup çıktı; ulusal sınırlar içinde, dışlanan etnik ya da farklı kültürel gruplara karşı uygulanan baskı ve egemenliğin, gerekçesi olarak yaşama taşındı.
Artık daha aşağı bir ırkın varlığından söz edilmiyor. Irkçılık kapsamında biyolojik gösterenlerin yerine, kökenlerinden dolayı bir başka kültür dünyasına bağlı insan gruplarının varlığı geçti. Belirleyici anlamda, öne çıkarılan bu kültürel özelliklerin aşılamaz olduğu yargısıyla farklı kültürlerden gelen insanların, benzer olmadıkları ve olamayacakları bir bakıma ortak kabule bağlandı.
Özetle ırkçılık ideolojisindeki biyolojik gösterenlerin yerini, kültür kavramıyla ilişkilendirilen belirlemeler aldı: Ve yeni ırkçılık, kültürler arasındaki farklılığa dayanarak temellendirildi. Artık, ırkların kana bağlı olarak değil de kültüre bağlı olarak tanımlandığı bir dönemi yaşıyoruz.
Artık, devletleştirme dışında kalan Aleviler, geleceğin Aleviliğine içerik verecektir: Mücadele hem devletin resmi siyasetine hem de devletin Alevisine karşı verilecek…
Esat Korkmaz