“Spinoza… gerçek inancı ise şöyle tanımlar:
‘Gerçek inanç, gerçek bilgiye götüren
ve bizi gerçekten sevilebilir olan şeylere karşı uyanık tuttuğu için iyidir.’
Diğer taraftan teolojinin konusu olarak inanç ise
bunun aksine gerçekliğin bilgisinin yoksunluğundan ileri gelir.”(2)

Tanrılar ve insanlar yokken bu evrende acaba ne vardı? sorusunun peşinde koşan kişiye dinsel kurallar yetmez. Demek ki bu soru ilk felsefi anlayışı dışa vurur.
İlk felsefi düşünce nerede ve ne zaman başlamıştır? sorusunun cevabı şu olabilir: İnsan nerede kendi düşüncesini öne alarak dinsel inancına başkaldırmışsa ve inancının dışına çıkmak gereksinimini hissetmişse orada felsefi düşünce başlamış demektir.
Ortodoks algı belirleyici kafamızdaki inançla hesaplaşabilmek için, ondan firar edip karşıdan ona bakmak, onu zâhir aklın sonuçlarıyla sorgulamak ve parçalamak yükümlülüğü ile karşı karşıyayız.
Zâhirin akli, nedenden sonuca değil, sonuçtan nedene(tikelden-tümele) gitmekten hoşlanır: Tümevarımcıdır açıkçası. Taşımakta olduğumuz inanç ise tümden-gelimcidir; nedenden sonuca doğru koşar. (3)
Yine zâhirin aklı der ki inanç koşar; ama akıl nereye gidiyorsa oraya koşar ve aklın sonuçlarını karşılamak için örgütlenir. Örneğin tohumun içindeki akıl ağaç olmak için; yumurtanın içindeki akıl civciv olmak için koştuğundan, o da hemen civcivi ve ağacı kutsayacak biçimde bir koşu içerisine girer. Doğal olarak bunun tersi de doğrudur: Ağaç tohum, civciv yumurta olmak için koşuya başlayınca inanç hemen harekete geçer; yumurtayı ve tohumu kucaklar. Tanrı bu eğilimin dışına çıkamaz; böylesi bir özgürlük yoktur: Şeyh Bedreddin Varidat adlı kitabının 3. paragrafında bu durumu çarpıcı biçimde açıklar; “Tanrı buyruğu, onun özü gereğidir; sözle, harflerle, Arapça ya da başka bir dille açıklanacak türden değildir…” (4)
Görüldüğü gibi burada inanç, hiçbir koşulda zâhirî aklın sınırları dışına çıkamaz; böylesi bir yetenekten yoksun olduğu için, istese de bunun altından kalkamaz. (5)
Alevilik bugün, bir yol ayrımındadır denilebilir:
*Ya akıldan inanca atlayıp aklını inancıyla kilitleyecek; bu yolla aydınlanma zeminini bütünüyle terk edecek. Dünyasının nesnel sınırlarını her geçen gün biraz daha daraltarak, ruhbanlık aracılığıyla devlete yamanacak, egemen yargıya teslim olacak; ilerici toplumsal dünyadan ayrılacak, bu toprağın demokratını, aydınını, devrimcisini önce yumuşak bir taraf olmaya itecek, sonra da seyirci durumuna düşürecek. Sorumluluğunu tamamlamış olmanın rahatlığı içinde ve kesinlikle iyi-niyetli olarak Ortodoks Sünnilikten ödünç aldığı Cennetine varmanın-ulaşmanın dünyasal hesaplarını yapacak.
*Ya da inançtan akla atlayıp inancını aklıyla keşfedecek-üretecek. Aydınlanma dünyasını hiçbir biçimde terk etmeyecek. Dünyasının nesnel sınırlarını sürekli genişleterek emeğin çizdiği toplumsal alana çağdaş bir düşüncenin-tavrın taşıyıcısı olarak adımını atacak. Akıl ve toplum örgütlenmesi zemininde, devletin ve egemen yargının karşı kanalında ilerici toplumsal güçlerle buluşacak, bu toprağın demokratı, aydını ve devrimcisiyle birlikte kavga edecek; onlara katkı verecek, onlardan katkı alacak; bu dünyada hesaplaşacak, Cennet’i bu dünyada yaratacak. (6)
Bu da yetmez: Örgütlü inanç dindir ve egemenle taraftır. Egemenin dünya görüşü durumunda bulunan bu örgütlü kutsallığı nasıl parçalayacağız, tersine dönüşümünü nasıl gerçekleştireceğiz? sorularına yanıt bulamazsak söylediğimiz-yaptığımız her şey boşa düşer.
Biz biliyoruz ki birikmiş emek onu yaratandan uzaklaştıkça ve sahibini boğmaya yeltendikçe toplumsal bilinç yabancılaşır; din durumuna dönüşür. O zaman yapacağımız şey açıktır: Örgütlü inanç bağlamında dinden bireye değil, toplumsal iş sürecine atlayacağız, yani canlı emeğe değil onun geçmişine-birikmiş biçimine taşınacağız. Yani dinden, üretim araçlarına firar edeceğiz.
Birikmiş emek her şeyden önce üretim araçları olduğuna göre bunlar üzerinde denetim kurmaya başladığımızda din parçalanacaktır. Parçalanarak bireylerde vahdet-i mevcut bilinci-inancı durumuna dönüşecek ve din olmaktan çıkarak tersine dönüşümle bâtınî felsefe biçiminde yapılanacaktır. (7)
Açıkladığımız nedenlerle düşüncemizi aşan bir inancımız olamaz; tersinden söylersek inancımızın, düşüncemizin nesnel sınırlarını aşma yeteneği/olanağı yoktur.
ALEVİLİĞİN BİRİNCİ EVRENSEL İLKESİ
(Dünya, Dünyanın Bilgisiyle Açıklanmalıdır)
“Zira ‘bedenin düşüncesi Allah’a düşmanlıktır’, …
‘Allah’ın şeraitine itaat etmez,
hem de edemez.’
Bu yüzden, bedensel olanın yanında yer alanlar,
Tanrı’ya düşman olmaya devam edecekler
ve devam etmeliler.” (8)
Bir yasaklı kültür insanı, toprağım özelinde bir Alevi, kendisini böylesi bir noktaya taşıdığında felsefesinin ve öğretisinin birinci evrensel ilkesini haykırır: Dünya, dünyanın bilgisiyle; beden, bedenin bilgisiyle açıklanmalıdır.
Dünyayı ya da bedeni açıklamak için, dünyanın ve bedenin dışında, bir yerlerde önsüz-sonsuz olarak varlığını sürdürdüğü kabul edilen bir Tanrı’nın görüşüne-davranışına ihtiyaç yoktur. “Nasıl ki Doğayı anlamak için, doğanın dışından getirdiğimiz bilgilere başvurmanın, bizi yanıltmaktan başka yararı yoksa Kutsal yazıların içeriğini anlamak için de bu yazıların dışından bilgilere başvurmanın bir yararı yoktu…” (9). Öyleyse dünyayı, dünyanın bilgisiyle açıklayabilmek için. Metafizik Tanrı’nın öldürülmesi gerekiyor: “… Bütün meraklıların en meraklısı olan bu meraklının, bu densizin, bu bağışlayıcının ölmesi gerekiyordu. O beni durmadan görüp durdu; böylesi bir tanıktan öcümü almak istedim, yoksa ben, kendim, yaşamı terk etmek zorundayım. Her şeyi, insanı bile gören tanrı: Bu Tanrı ölmek zorundaydı! İnsan böylesi bir tanığın yaşamasına tahammül edemez’.” (10)
Bu ilke aynı zamanda diyalektik ve tarihi materyalizmin de temel ilkesidir. Çünkü bilmekle yetinmiyor, deneyim yapıyor: “Bir şeyi yaşantılamak, konuşma dilindeki kullanıma uygun olarak, bir ‘deneyim’ yaşamış olmak demektir. Bir deneyim yaşamak, bir şeyden geçmek, bir şeye katlanmak ve bunu, onun aracılığıyla değişecek tarzda yapmak demektir.” (11)
Alevilikte insanın aklının ve doğanın aklının eğilimleri ya da sonuçları inanç eğilimleri ya da inanç kuralları olarak algılandığı için inancın ne olduğu, inanç yükümlerinin neler olacağı ancak düşünülerek keşfedilebilir; bu keşif kendini ruhun uyanması biçiminde dışa vurur. (12)
Demek ki inanç olgusu bir keşif olgusudur; doğal olarak düşünme yoluyla keşfedilip bilince-inanca taşınacaktır. “Bâtınilikte ‘bilinç akımı’ denilen şey, bedenden bedene ya da nesneden nesneye ‘akan’ şeydir; ‘inanç akmaz’, inanç ‘akan bilincin sonucudur’; o nereye ‘koşarsa’ inanç da oradadır…. Ortodoks dinlerde, tümüyle nesnel bir çalışma yapabilmenin olanaklı olmadığını bilmemiz gerekir. Nesnel çalışma yapılamıyorsa ruhlar ‘uyanmaz’; ruhlarımızın uyanması için düşüncemiz-inancımız etimizin eyleminin ‘gerekçesi’ olması gerekir; ancak böylesi bir durumda, yani ‘maddi’ yanımızla bağlantı kurulduğunda ruhlarımız ‘uyanır’. Ruhumuz bedenimiz, bedenimiz ruhumuz için bir ‘zil’ sesidir; ötesinde birbiri için ‘berekettir’…. Embriyon halindeyken doğmayı diledin, bu aslında Sessiz-Tanrı’nın ‘isteği’ idi; dileğin gerçekleşti doğdun, bu da Sessiz-Tanrı’nın ‘buyruğu’ idi… Yol doğumunda, ‘anne karnına dönmeyi, ağızdan doğmayı’ diledin; bu Konuşan-Tanrı’nın ‘isteği’ idi; isteğin gerçekleşti doğdun, bu da Konuşan-Tanrı’nın ‘buyruğu’ idi…” (13)
Bu nedenle Kızılbaş aydınlanması doğaya, insana ve insanın bilme yetisine yöneldi. Doğanın aklı ve insanın aklı üzerinde yapılanarak âdil toplum tartışmaları kapsamında, ezilenleri esenliğe çıkartacak sınıfların-özel mülkiyetin ve devletin olmadığı bir kâmil toplum tasarımını geliştirdi.
Tam da bu nedenle bir Alevinin, başlangıçtaki amacı ne olursa olsun, varacağı yer açık ve kesindir: Tanrısız bir doğaya ve Tanrısız bir insana ulaşmak ister. Bu ezberimiz durumundaki ateizm değildir: Ezberimiz durumundaki ateizm, insana benzemeyen Tanrı’yı inkâr etmekle yetinir; yeri boş kalır. Yaşam boşluk tanımaz ne oluyor ne bitiyor demeye fırsat bulamadan inkâr ettiğin Tanrı’nın görüşleri o boşluğa doluverir. Toprağımın sosyalistlerinin-komünistlerinin, ateist yaşayıp, camiden gömülmeleri bu yüzdendir.
Kızılbaşlar ise insana benzemeyen Tanrı’yı inkâr etmekle yetinmez; yerini insanla-doğayla doldurur; insanı Konuşan Tanrı-Konuşan Hak, doğayı Sessiz Tanrı-Sessiz Hak yapar. Açıkçası doğrudan Tanrı Kabul ettiği insanı ve doğayı öne alarak onlara musallat olan Metafizik Tanrı’yı iptal eder hem insanı hem de doğayı özgürleştirir.
KAYNAKÇA
(1) Daha geniş bilgi için bkz.: Korkmaz, Esat; Kızılbaşlıkta Üç Firar Üç Terk, Demos Yayınları, İstanbul- 2014, s, 31-40 arası
(2) Felsefelogos; İnanç, Yıl: 16; Sayı: 45; 2012/ 2; s, 49
(3) Bernsteın J.M.; Görünüşü Kurtarmak Niye? Metafizik Deneyim ve Etiğin Olabilirliği-Çev.: Kemal Atakay- Cogito; Yapı Kredi Yayınları, Üç Aylık Düşünce Dergisi; Sayı: 36; Yaz 2003; s, 223); Dellaloğlu Besim F.; Bir Giriş: Adorno Yüz Yaşında; Adorno: Kitle, Melankoli, Felsefe; Cogito; Yapı Kredi Yayınları; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Sayı: 36; Yaz 2003; s, 18
(4) Korkmaz, Esat; Seyh Bedreddin ve Varidat: Anahtar Kitaplar Yayınevi: Üçüncü Baskı; İstanbul- 2010; s, 101
(5) Bernsteın J.M.; Görünüşü Kurtarmak Niye? Metafizik Deneyim ve Etiğin Olabilirliği-Çev.: Kemal Atakay-; Cogito; Yapı Kredi Yayınları; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Sayı: 36; Yaz 2003; s, 216
(6) Korkmaz, Esat; Alevi Süreğinde Bektaşi Yolunda Enel Hak; Nefes Yayınları; İstanbul- 1995; s, 6
(7) Özbek, Sinan; Feuerbach’ın Din Anlayışı…; Felsefelogos 3; 1998/ 2; s, 42
(8) Anidjar Gil; Düşmanın Tarihi/ Yahudi, Arap-Çev.: Timuçin Binder-; Ayrıntı Yayınları, İstanbul- 2012; s, 43
(9) Fransez, Moris; Spinoza’nın Tao’su/Akıllı İnançtan İnançlı Akla; Yol Yayıncılık Tic. Ltd. Şti.; İstanbul- 2004, s, 48
(10) Deleuze Gılles; Üstinsan: Diyalektiğe Karşı-Çev.: Turhan Ilgaz-; Cogito; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Yapı Kredi Yayınları; İstanbul- 2001; Sayı: 25; s, 114
(11) Bernsteın J.M.; Görünüşü Kurtarmak Niye? Metafizik Deneyim ve Etiğin Olabilirliği-Çev.: Kemal Atakay-; Cogito; Yapı Kredi Yayınları; Üç Aylık Düşünce Dergisi; Sayı: 36; Yaz 2003; s, 225
(12) Schimmel, Annemarie; Tanrı’nın Yeryüzündeki İşaretleri-Çev.: Ekrem Demirli-; Kabalcı Yayınevi, İstanbul- 2004; s, 13
(13) Korkmaz, Esat; Kan Dolambacında Saklambaç Oynayanlar ya da Aydın Düşmanlığını Yol’un Gereği Sayanlar; Serçeşme Dergisi, Sayı: 43; İstanbul- Haziran/ 2008; s, 6-7