Alevi inanç (öğreti) sistemimiz, dogmatik, ilahi ve semavi bir din değildir! Rızalık ve ikrar üzerine kurulu, semavi dinlerden ayrı, kendine özgü kavram, kural, örgütlenme, işleyiş ve düşünce yapısına sahiptir. Kendine has örgütlenme ve işleyiş kuralları vardır.
Hepimiz de biliyoruz ki; her inanç kendi öz değerleri içerisinde var olup yaşam bulur ve geleceğe, gelecek kuşaklara özünden koparılmadan aktarılarak yaşatılır. Canlar, öz değerlerimizin (hakikatimizin) farklı din ve inançların (mezheplerin) içerisinde eritilmesine, asimile edilip köklerinden koparılmasına ve içinin boşaltılmasına müsaade etmeyelim. İç ve dış asimilasyona hep birlikte karşı çıkalım!
Alevi Yol’undaki Hızır kimdir?
Her şeyden önce Hızır, Kızılbaş-Alevi-Bektaşi inancında ve yaşamında önemli bir yere sahiptir. Darda ve zorda kalan toplumlar mutlaka bir kurtuluş yolu veya bir kurtarıcı ararlar, Aleviler de kendilerine bir kurtarıcı yaratmışlar ve bunun adına da Hızır demişler. Hızır’a sevgiyle bağlanıp, çeşitli misyonlar (görevler) yüklemişler. Hızır’ı inançsal ritüellerinin (ayin) içine almış, adına lokmalar yapmış, kurbanlar kesip Cemler yürütmüşler! Pir Sultan Abdal bir şiirinde; “Bin bir adı vardır, bir adı Hızır / Her nerede çağırsan orada hazır” diyerek Hızır’a yüklenen misyonu (görevi) hatırlatıyor. Hızır, Alevilerin gönlünde yüreğinde bilincinde var olan ihtiyaç duyduğunda dara düştüğünde medet umduğu manevi bir güçtür. Çağrıldığında yetiş carımıza medet ya boz atlı Hızır denir!
Alevi inancına ve öğretisine göre Hızır; toplumsal yaşamda adalet ve vicdanın sembolüdür ve manevi bir güçtür. Hızır, doğaya can verendir, yeniden varoluştur, yeniden doğuştur baharın müjdecisi ve bereketin simgesidir. Hızır, Ateşin ışığı, Suyun temizliği, Havanın serinliği, Toprağın bolluk ve bereketidir. Hızır, doğanın yasası ve insanın vicdanıdır. Hızır, birliğin, bütünlüğün, paylaşımın, zorluklarda çözümün simgesidir. Hızır, kimsesizlerin kimsesi, darda, zorda ve yolda kalanların yardımına ve imdadına yetişendir. Hızır, yoksulun ve güçsüzün umududur. Hızır, mağdur ve mazlumun acısına ortak olup, derdine derman olandır. Hızır, düşerken tutulan daldır, ağlarken güldürendir. Hızır, zalime ve egemene karşı itirazdır. Hızır, barıştır, sevgidir, sevgi; paylaşmak ve dayanışmaktır. Hızır, adaletin, barışın, dostluğun, kardeşliğin, paylaşımın, dayanışmanın ve emeğin simgesi, zalime karşı dik duruşun sembolüdür. Hızır, hakikati haykırmaktır, haksızlığa susmamaktır, mazlumun yanında olmaktır. Hızır, özlem ve umudun, dildeki dileklerin, gönüllerdeki muradın adıdır. Hızır, sevgililerin umududur. Hızır, diline, dinine, inancına, kimliğine, kültürüne, cinsiyetine, rengine ve düşüncesine bakmaksızın herkesi bir, eşit ve bir can görmenin kutsalıdır. Kemter Derviş bir şiirinde Hızır’a şöyle sesleniyor;
“Elaman Mürvet huzura geldik
Yardım eyle bize boz atlı Hızır
Yüz sürüp yerlere yardım diledik
Yetiş yardım eyle boz atlı Hızır.”
Alevilerinin inanç (öğreti) kültüründe ve manevi dünyasında Hızır, bolluk ve bereketin simgesi, kara kışın sonu, baharın başlangıcı, Newroz’u müjdeleyen, yeni bir yılın başlangıcının habercisidir. Alevi gülbenklerinde Hızır sıkça yer alır. Aleviler, gülbenklarini Hızır’ın adını anarak yaparlar. Örneğin bir can karşısındaki bir cana iyiye ve güzele dair temenni ve dileklerde bulunurken Hızır yar ve yardımcın olsun. Hızır seni darda ve zorda bırakmasın. Hızır elinden tutsun. Hızır yoldaşın ve kılavuzun olsun diyerek Hızır’ı o cana yoldaş olmaya çağırır. Her can kendisi içinde bu dilek ve temenniler de bulunur. Alevi canlar, yeminlerini de ikrar ile bağlı bulundukları Ocaklar (Ağuiçen, Babamansur, Kureyş, Şıh Çaban ve Üryan Hızır gibi) adına ve Hızır adına yaparlar! Hızır, Alevi-Bektaşi inancının özünü oluşturan kutsallığın deyim yerinde ise kalbi ve vicdanıdır. Öyle ki yaşamın her alanında o vardır.
Hızır günleri ve Hızır orucu
Hızır, Alevilerin en kutsalıdır! Anadolu’a Hızır günleri Ocak ayının son haftasında başlar ve Şubat ayının son haftasına kadar sürer! İçinde bulunduğumuz günler Hızır günleridir. Farklı dinlerin-inançların kendi içerisinde nasıl önemli ayları ve günleri var ise, Hızır ayı ve günleri de Alevi-Bektaşi inancının (öğretisinin) özünü oluşturur. Alevi inancında Hızır ayı ve Hızır orucu en önemli inanç günlerini içerir. Hızır orucu kimi yöre ve bölgelere ve ülkelere göre farklılıklar gösterir! Aleviler, Hızır ayında kimi bölgelerde üç gün, kimi bölgelerde beş kimisinde de yedi gün oruç tutarlar. Hızır orucu gece yarısından itibaren başlar ve gün bitimi güneşin sır olmasıyla hava kararıncaya kadar sürer.
Alevilikte oruç, kişinin kendi nefsini açlıkla terbiye etmesi değildir, bedensel, zihinsel ve ahlaksal olarak geliştirmesi ve özü itibariyle “Doĝa Ana’ya” minnet duyma ve kişinin kendi nefsini arındırması ile ilgilidir. Hızır orucuna, ister bir efsanenin ürünü, isterse bir inancın (öğretinin) ritüeli diyelim, burada önemli olan şey, bu geleneğin Alevi toplumu tarafından yüzyıllardır yaşatılıyor olmasıdır. Hızır için tutulan orucun ilk gününde günesin doğusuyla birlikte toprak anaya ve güneşe Ya Hızır denilerek aşk i niyaz edilir.Hızır’a adanmış olan dildeki dilekler, gönüllerdeki muratlar en yakın kutsal mekânlarda (Ziyaretgâhlarda) dile gelir. Gülbenkler okunur, ocaklarda ateşler yakılır, ocaklarda ateşler yakılır ve üç gün boyunca vardan var olan ışık kutsanır. Hızır için çerağ (delil) uyandırılır, uyandırılan çerağkaranlığa karşı aydınlığı, cehalete karsı bilime adanır.
Orucun son gününü akşamı kavrulmuş, Kavut adını verdikleri, dövülmüş buğday geniş bir siniye konulup, dilekler tutulur. Dilek sahipleri dövülmüş buğday serili tepsiyi niyet ederek yüksekçe bir yere kaldırırlar. Gençler tepsiyi kaldırırken hayallerindeki sevgiliye kavuşmayı niyet ederler. Bekâr gençler oruçlarını açarlarken su içmezler, rüyalarında, gönüllerindeki sevgilinin kendilerine su vereceklerine inanırlar. Ertesi sabah uyanan hane halkının ilk işi buğday serili tepsiye bakmak olur. Eğer tepside, dövülmüş buğdayın üzerinde bir ize rastlarlarsa Hızır’ın o haneye uğradığına ve buğdaya dokunduğuna inanırlar. Hızır’ın o buğdaya dokunması berekettir. Hızır hangi haneye uğramışsa o haneye bolluk geleceğine inanılır. “Gel artık darda olanlarımıza elini uzat, girdiğin evlere dert, tasa girmesin, dokunduğun canlar dertlerden, kazalardan, belalardan uzak olsun, hastalar şifa bulsun, bolluk, bereket, aydınlık, barış ve kardeşlik gelsin diye gülbenkler okunur. Ertesi gün un üzerine örtülen örtü dikkatlice kaldırılarak, bir el izi veya bir belirti olup olmadığına bakılır. O haneye Hızır’ın uğraması, o ev için bolluk bereket demektir. Bu undan yapılan yiyeceğin adı de kavut’tur. Anadolu’nun birçok bölgesinde de kömbeler ve çörekler yapılır. Bu lokmalara Hızır lokması denir.
Alevi yol’unda Hızır cemi
Pirler, Hızır ayında taliplerini ziyaret ederek Hızır aşkına cem yürütürler. Eskilerde cem köylerde pir ve talibin uygun gördüğü büyük odalı evlerde (büyük ev) yürütülürdü. Günümüzde ise şehirlerde Cemevlerinde yürütülmekte! Hızır cemleri herkesin/çoğunluğun katılabileceği bir güne denk getirilir. Hızır ceminin yürütülmesinde pir-ana ve rayber sorumludur. Pir-ana ve rayber cem hizmetini yürütmek için, öncelikle özünü dara çeker. Cem’de rızalık alınır ve verilir, çünkü Alevi toplumu bir rıza toplumudur. Pir-Ana ve Rayber erkân hizmetini yürütmek için; Canlar bu meydan Hakk ve hakikat meydanıdır, bu meydanda hizmet görmek, dar-didar olmak için siz gül cemallerden rızalık isteriz derler.Canlar ise aşk ile meydan yürüye derler. Devamında Pir, canlara seslenir; dar didar olmaya karar kıldık, Hızır aşkına meydana durduk, “birbiriyle dargın, küskün, alacağı ya da vereceği olan var mı? İste meydan dile gelsin bile gelsin. Meydana gelsin hakkını talep etsin” Bunun içinde canların birbirine rızalık göstermesi için nişan istenir. Herkes sağındakine ve solundakine niyaz olur ve ondan sonra Cem erkân hizmeti başlar.
Aleviler, Cumhuriyet dönemine kadar hiçbir zaman devlet kapısına ve mahkemesine gidip, sorunlarının çözümü noktasında davalarını oraya yani kadı mahkemesine taşımamışlar! Zaten, rıza ve ikrar hukuku, devlet hukukuna gereksinim duymaz! Pir Sultan Abdal; “Dünya Kadısına ben sorulmazam/ Kalsın benim davam divana kalsın.” sözü ile bunu ifade ediyor. Dikkat edilirse o özgün sözünde Osmanlı kadısı demiyor, dünya kadısına diyor! Cem meydanı yer ile göğün birleştiği, eğrinin düz olduğu, yalanın yersiz olduğu, dilsizin dile geldiği, haksızın sus pus olup özüne yöneldiği ve lokmanın sadece helal olanın yer aldığı ve paylaşıldığı bir meydandır. Bu meydanda çerağ (delil) uyarılır. Kâinatin var oluş felsefesini; sır edip kendi içerisinde gizleyen Cem erkânında dar-didar olunur, sorgu-sual yapılır. Her türlü sosyal, hukuksal ve inançsal sorunlar cem meydanında konuşulur, toplumsalın sorun ve sıkıntıları var ise kendi içerisinde çözüme kavuşturulur. Coşa gelip semah dönülür. Cem birlenip, delil sırlandıktan sonra Cem’e getirilen Hızır lokmaları paylaşılır. Aşk olsun bu meydanda hizmet görenlere, aşk olsun Yol’u yürütenlere!
Sonuç: İnsanı kurtaracak ve insana yol gösterecek olan yine insanın kendisidir! Zaman, Hızır’ın hakikatinden alacağımız güçle, birbirimize Hızır olmanın zamanıdır. Zaman, haksızlıklara, adaletsizliğe karşı birlik olmanın zamanıdır. Bunu başarırsak Hızır’ı çağırmanın bir anlamı olacaktır. Aksi durumda bunu başaramaz isek, Hızır’ı çağırmamızın bir anlamı olmayacaktır. Hızır, ışık ve enerjimiz, rayberimiz, kılavuzumuz, yarenimiz, yoldaşımız, sırdaşımız, bekçimiz, gözcümüz, gözetleyenimiz yar ve yardımcımız olsun. Hızır, yolumuzu pirsize, nursuza, hırsıza, düşküne, uğursuza uğratmasın! Aşk ile.
Hızır ayında özellikle Dersim, Erzincan, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum vs. gibi bu bölgelerde evlerde yapılan Kömbe ve Çörek (lokmalarla) kutsal mekânlara ziyaretlere gidilir. Pir, lokma gülbengini okur. “Hızır darda olanın carına yetişe. Hızır aşkı ile Yol’a ikrar bend olanların dilde dilekleri gönülde muratları hasıl ola. Hızır aşkına niyet edip, lokma paylaşanların lokmaları kabul ola.”
“Ya Hızır, bastığın yerlerde bereket taşsın, ekinler yeşersin, bülbüller ötsün. Dokunduğun canlar dertlerden, kazalardan, belalardan uzak olsun ve hastalar şifa bulsun. Dil bizden, nefes pirlerimizden olsun. Gerçek erenler demine Hû.”
Köy toplumunda Cemre düşmeye yakın, kilerdeki unun azalmaya yüz tuttuğu; yiyeceğin ve yakacağın yavaş, yavaş bitmeye başladığı günler kış aylarının en sıkıntılı günleridir. Bu zor günlerden çıkışın sembolü olarak, toplumsallığı sevgide, iyilikte ve güzellikte arayan Aleviler doğaya şükranlarını en içten duygularıyla sunarlar. Hızır, artık baharı müjdelemiştir, bu aydan sonra doğa ana yeniden dirilir can bulur. Ağaçlar tomurcuklanır, bitkiler yeşerir, tabiat yeniden canlanır. Yeni ve tertemiz bir hayat başlar.
KAYNAKLAR:
1-Baba Mansur (Bamasor) Ocağı Evladı Pir Ali Koçak.
2-Derviş Cemal Ocağı Evladı Pir Haydar Buga (Pir Bela).
3-Kureyş Ocağı Evladı Pir Musa Kazım ENGİN.
4-Sinemilli Ocağı Evladı Pir Mehmet Yapıcı.
5- Baba Mansur (Bamasor) Ocağı Evladı Kazım Dursun.
6-Sarı Saltık Ocağı Evladı Pir Turabi SALTIK.
6- Mehmet Kabadayı, Hakk ve Hakikat Aşkına Yol’u Yürütenler, cilt: 1 / Can Yayınları-İkinci Baskı.
7- Mehmet Kabadayı, Hakk ve Hakikat Aşkına Yol’u Yürütenler, Cilt: 2. Can Yayınları-Birinci Baskı.
8- Fotoğraflar; V. Aldemir, E. Sefer, İ. Ateş, T. Saltık arşivinden
Mehmet KABADAYI
İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.com