13 Aralık 1980 tarihinde idam edilen genç komünist Erdal Eren, idamının 41’inci yıldönümünde anılmaya devam ediyor.
12 Eylül askeri faşist cuntasının 17 yaşında darağacına yolladığı genç komünist Erdal Eren, 13 Aralık 1980 tarihinde idam edildi.
Erdal Eren 13 Aralık 1980’de idam edildi
Erdal Eren, ODTÜ Öğrencisi Sinan Suner’in katledilmesini protesto için 2 Şubat 1980’de Ayrancı Hoşdere Caddesi’nde yapılan eyleme katılmıştı. 30 Ocak 1980 tarihinde Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD) üyesi ODTÜ öğrencisi olan Sinan Suner, Ankara’da, MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruma polisi Süleyman Ezendemir tarafından vurulmuştu. Sinan’ın öldürüldüğü yerde arkadaşları bir eylem gerçekleştirdiler. Eylemde çıkan çatışmada Zekeriya Önge isimli asker öldürüldü. Bu eylemede Erdal Eren ve 24 kişi gözaltına alındı. Er Zekeriya Önge’yi Erdal Eren’in vurduğu iddia edildi. Mamak Askeri Cezaevine ağır işkencelere maruz kalan Eren, göstermelik bir yargılama sonucu 19 Mart 1980 tarihinde Askerî Mahkeme tarafından idam cezasına çarptırıldı. Eren’in hakkındaki idam kararı Askerî Yargıtay 3. Dairesi tarafından önce usul yönünden, daha sonra ise esastan bozuldu. Askerî Yargıtay Başsavcısının bozma kararına itirazı sonucu ise dosya iki kez Askerî Yargıtay Dava Dairelerine giti ve itiraz yerinde görülerek karar kesinleşti. Millî Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan idam kararıyla Eren, 13 Aralık 1980 günü Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak idam edildi.
Erdal Eren, idamının 41’inci yıldönümünde anılıyor
Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi iken devrimci mücadeleye başlayan Erdal Eren, Ankara Ortaöğrenimliler Derneğinde (ANOD), yöneticilik yaparken, Genç Komünistler Birliği’nde de örgütlü faaliyet yürütüyor. Genç yaşında örgütlü devrimci mücadeleye katılan Eren, gençlik hareketinin simgesi haline geliyor. Gökçe Fidan Erdal Eren, idamının 42’inci yıldönümünde gençlik mücadelesinde anılmaya devam ediyor.
Erdal Eren’in son mektubu
Erdal Eren’in annesine hitaben yazdığı mektubu kardeşi Erkan Eren, Evrensel gazetesine vermiş ve mektup ilk kez gazetenin 15 Aralık 2011 sayısında yayınlanmıştı.
Erdal Eren’in 4 Nisan 1980’de yazdığı mektup şöyle:
“Sevgili Anneciğim!..
Uzun zamandır mektup yazamadım. Kusura bakma.
Ancak Salı günkü Demokrat Gazetesi’nde yayınlanan bir devrimcinin mektubu cezaevindeki tüm devrimcilerin yaşamlarını, duygularını yansıttığından bu mektubu size gönderiyorum.
Ana!..
Neden mi buradayım? Neden mi evimde değilim? Neden istediğim zaman yatıp kalkamıyorum? Niye istediğim kitabı, evdeki kanepeye oturup okuyamıyorum, düşünemiyorum, yazamıyorum? Ne mi arıyorum dört duvar arasında?
“O sözler ki kalbimizin üstünde dolu bir tabanca gibi ölüp ölesiye taşırız. O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan, uğruna asılırız.”
Baharın, karın altından fışkırdığı bugünlerde içeride olmak, çiçek kokusunu alamamak, geniş yeşilliklerin güzelliğini görememek insanda anlatılması zor bir duyguyu yaratıyor. Ama bu duygu öyle karamsarlığın, yılgınlığın, bitkinliğin ve vazgeçmişliğin bir belirtisi olmuyor.
Aksine, bu duygu beni daha biliyor, daha hırçınlaştırıyor, bir yerlerden uzaklaştırıyor, bir yerlere yakınlaştırıyor. “Ne yapmalı?” “Nasıl savaşmalı?” sorusuna cevaplar arıyorum günlerce.
Sizi de düşünüyorum. İçeriye düşmeden önce anlatmak istediklerimi ama anlatamadıklarımı herhalde şimdi daha iyi anlayacaksınız. Bizi anlamayan analara, babalara, bacılara, eşe, dosta, herkese ama herkese anlatın daha vakit varken.
Henüz geç kalmamışken. Vaktim az da olsa var ve eğer biz değerlendirmesini bilirsek yeter de artar bile. Bu işi hep beraber yürütürsek ancak kazanabiliriz.
Omuz, omuza, bir birinden güç alarak, bir birine güç vererek. Ve anam, bu savaşı ne pahasına olursa olsun kazanmalıyız, kazanacağız. Kazanacağız ki çiçekli, mutlu günleri hep beraber görelim, senin torunların görsün ve torunlarının çocukları görsün.
Biz karşımızdakiler gibi bir avuç değiliz. Biz halkız. Bak sana bizden olanları iyiyi, güzeli, haklarını isteyenleri sayayım. Ben varım, babam var, sen varsın, kardeşlerim var, ablam bacım var, sonra köydeki dayılarım, şehirdeki amcalarım ve onların akrabaları, komşuları var, onların arkadaşları, onların oğulları, kızları, benim okul arkadaşlarım, onların arkadaşları, onların akrabaları, amcaları, dayıları var ve yine onların… saymakla bitiremeyeceğim kadarız biz.
Gördün mü ak saçlı boncuk gözlü anacığım saymakla bitiremiyorum. Yeter ki omuz verelim birbirimize. Yeter ki destek olalım ortak mücadelemizde.
Gelecek görüşte bana özgürlüğü, özgürlüğün tohumlarını getir. Ve demir parmaklıklara bütün bu yazdıklarımı düşünerek gözyaşlarını, mahzun bakışlarını bırakmadan git. Boynun bükük olmasın. Giderken gözün arkada kalmasın. Arkana bakma. Dışarıda da hep öyle ol.
Sana ve soranlara devrimci selamlar.
Anne. Benim anlatmak istediklerimin hemen, hemen hepsi bu mektupta var. Bu da cezaevindeki tüm devrimcilerin düşüncelerinin, yaşamlarının ve mücadelelerinin aynı olduğunu gösterir.
Bu yazdıklarımın yanı sıra sağlığınıza da dikkat edin ki yaşamın zorluklarına göğüs gerebilesiniz.
Size, akrabalara ve tüm arkadaşlara devrimci selamlar. Ellerinizden öperim.
Erdal – (10 – 4 – 1980 Perşembe)” PİRYOL