“Hakikat davasının yolcusu olup bilinçli ve erdemli yaşamaktan daha güzel ne olabilir ki?” DERVİŞ.
Dona Zohar, “Kuantum Benlik” adlı eserinde, “Bilinç deneyimin aslıdır ve bilince hesap vermeyen bir felsefe ya da bilim dalı mutlaka tamamlanmamış yarım kalmış bir felsefe ya da bilim dalıdır” der. Bu doğru bir tanımlama olduğu kadar, yaşama dair tüm algılamalarımızı da bilincin süzgecinden geçirmemizi ve sorgulamamızı zorunlu kılan bir tanımlamadır. İnsan, yaşadığı ve yaşamakta olduğu zaman ve mekân içerisinde gerçekleşen ilişkilerini duygu ve düşünce dünyasında anlamlandırabildiği, anlamın yol açtığı güzergâhta yürüyebildiği ölçüde insandır. Zira kendini bilebilecek yegâne varlık ise insandır.
Bireyin kendi varlığının farkında olmasını sağlayan bilinç kavramı belki de gündelik hayatımızda en sık kullandığımız birkaç kavramdan biridir. Bilinç nedir? Bilinç, insanın varlığı, davranışları hakkındaki duyguları yoluyla, olayların farkında olma halidir. Ve de insanın kendisini, dış dünyayı, çevresini, çevresinde olup bitenleri bilme, algılama, kavrama ve sorgulama durumu ve yeteneğinin özü de diyebiliriz. Kısacası bilinç; insan olmanın, farkındalığın ya da bireyin kendi varlığının farkında olmasını sağlayan süreçlerin bütünü olarak tanımlanabilir. René DESCARTES’ın yıllar yılı dillendirilen ama derinine pek inilmeyen “düşünüyorum, o halde varım” sözünü bu çerçeve içine alabiliriz.
İnsan; yaşadığı ve yaşamakta olduğu zaman ve mekân içerisinde düşünce dünyasını ve de verili olan her şeyi “neden”, “niçin” ve “nasıl” diye sorguladığı kadar bilinçlenir. Bu bilinçlenme doğrultusunda da kendini geliştirir. Bir insanın bilinçli veya bilinçsiz olarak değerlendirilmesinin ölçütü, asla kullandığı süslü sözcükler, sahip olduğu mevki veya her hangi bir konudaki ansiklopedik bilgilere dair ezberler değildir. Okumuşluk düzeyi, bitirdiği okullarda, onun bilinçli olduğunu göstermeye yetmez! Her şeyden önce kişinin yazdığıyla, söylemiyle, eylemiyle ve yaşam biçimiyle bir bütünlük içinde midir ve de dünyaya, evrene ilişkin ilgisi nedir diye bu kıstaslara bakılmalıdır.
Eğer tüm bu sorulara kişinin net cevapları var ise ve bunları anlamlı bir pratikle yaşamın dili haline getirebiliyorsa, o gerçekten bilinçli ve erdemli bir insan yani insan olan insandır. Düşünme ihtiyacı duymayan, içerisinde bulunduğu zaman ve mekânı, kendisinin bulunuş sebeplerini dahi sorgulama, anlamlandırma gereği görmeyen, zamanın günü birlik akışı içerisinde devinip (tepinip) duran, toplumsal (sosyolojik) bakış açısını yitirmiş veya bu olguya hiç ulaşmamış insan ise bilinçsiz insandır. Bilinçsiz insan, başkalarının ezberiyle yaşayan, bu ezberlerin sıradan taşıyıcılığını yapmaktan öteye gitmeyen, kendine ait bir düşüncesi ve fikri olmayan, sadece biyolojik varlığını devam ettirme derdindeki bir insandır…
Erdem; her hangi bir dışsal baskı olmaksızın gerçekleştirilen özgür davranıştır, kendini bilmektir, adil ve de güvenilir olmaktır. Âşık Mahzuni Şerif boşu boşuna “kendini bilmeyen halkı ne bilsin” dememiş! Kişi yaşamda olup bitenlere dair nasıl bir anlamlandırma içerisindedir? Doğaya ve evrene dair ilgisi nedir? Onun için sevgi, saygı, toplum, ilke, erdem, değer ve fedakârlık gibi olguların anlamları var mıdır? Yaşamı nasıl tanımlıyor ve yaşama nasıl bakıyor? Bir anlamlandırma çabası varsa, bunlara dair sosyolojik-felsefik, siyasal ve ideolojik yorumu nedir? Ve bu yorumlar neye ve hangi dünya görüşüne tekabül ediyor? Toplumsallık adına ne üretiyor, ne kadar yanıt almaya çalışıyor? Bütün bunlar önemli ve değerli kriterlerdir.
Hakikat aşkıyla kendi özünde evrenin (kâinatın) tüm güzelliklerini görüp ve o güzellikler de kendini bulup, kendini geliştirme, sorgulama ve üretme gücü gösteren, topluma, doğaya ve de toplumsala dair her şeyle ilgili, cevap olma iddiası taşıyan bilinç ve erdem sahibi insanla yapılan yol yürüyüşü büyük bir heyecanla yürünür. Sorumluluk bilinciyle “yol yürüyüşü ciddi iştir” ve “yaşamak direnmektir” ve “yaşamak ciddi iştir” özdeyişini de unutmadan ve dahası her şeyin farkında olarak yol yürümek başarıya (hedefe) giden yolun kapılarını aralar.
İnsanın kendisine ve içinde çıktığı topluma yapabileceği en büyük kötülük; makam, mevki ve çıkar derdine düşüp, özünü yitirip kendini inkâr etmesidir! Makam, mevki ve çıkar derdine düşerek kendisi olmaktan vaz geçenleri, “egemene nasıl benzeşiriz” yarışı içinde olanları, toplumsalın değerlerini çıkar aracı yapan ikiyüzlüleri ve de genişleyerek bir kartopu gibi büyüyerek varlığını sürdüren kirli çarkı sorgulamak bilinçli ve erdemli olan her insanın görevidir. Nerede bir savrulma, yozlaşma, asimilasyon ve manipülasyon (hileli yönlendirme) var ise orada direniş haktır!
Evet, Biliyorum işimiz zor ama her devrin zorlukları olmuştur ve günümüzün zorlukları da olacaktır. Bu anlamda bilinçlenmeyi geliştirmek, demokratik toplumun ayrılmaz bir parçası haline getirmek kaçınılmaz bir gerçekliktir. Karanlığa karşı ışık olanlara, eğilmeden ve bükülmeden yol yürüyenlere aşk ola.
Altı Şubat 2023 tarihinde merkez üstü Maraş’ta meydana gelen ve 11 ilimizi kapsayan depremde yaşamını yitiren tüm canlarımızın anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Devirleri daim, mekânları gönüller olsun. Bu depremde yaralı olarak kurtulan canlarımıza da şifa diliyorum.
Mehmet KABADAYI
İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.com
Gelişmiş üst beyin takımı (Ticaret ve siyaset ile uğraşanlar) alt tabakayı her zaman ezmek için kullanmışlardır beyinlerini.
Beyini gelişmiş bir azınlığın yarısı onlara danışman, yarısıda mucit bir konumda yine araç malzemesini
ürtemişlerdir. Halktan yana olan çok az bir beyni gelişmiş, üstbeyin ile mantıklı davarnan insanlar vardır.
Duygusallığı yenip, mantıkla hareket etmeyi öğrenenin çoğunlukta olduğu bir toplum yaratılmalıdır.
Alt bilinci terk etmeyen feodal ve duygusallığa yenik düşerek, zorba diktaların ekmeğine yağ sürenlerdir.