Esat Korkmaz
Anarşi konusunda, düşünsel bir sığlığımızın olduğunu kabul etmek zorundayız: Anarşi, Fransızca bir sözcüktür ve sözcük anlamı başsızlık, lider yokluğu demektir. Zerdüştlükte, Ehrimen’in altı görünümünden biri durumunda bulunan, ölüm korkusunun taşıyıcısı Aeşma’nın yönetimi altındaki yedi şeytandan biridir anarşi. Fransız Proudhon tasarımlarında, düzen; Bakunin tasarımlarında ise devletsiz özgür toplum anlamına gelir. Tolstoy ve Gandhi’nin dünyasında şiddete başvurmadan devleti yönetme gücüdür.
Zerdüşt, tektanrıcı üç dinin dölyatağını kurmuştu: Esin oradan geldi. Gerçekten de Zerdüşt reformu, Hıristiyanlığın habercisi olan Geç-Yahudiliği belirledi. Ve üç tektanrıcı dinden tanıdığımız Şeytan da İÖ. VI. yüzyıla doğru İran’da doğdu: Adı Ehrimen idi. Aeşma’nın komutasında rütbeli durumda bulunan yedi şeytan ya da zebani vardı. Bunlar; Yanlış Düşünce, Sapkınlık, Anarşi, Uyumsuzluk, Kendini Bilmezlik, Açlık ve Susuzluk’tur. Bu altı başşeytan komutası altında bir ordu vardı. Bize taşınan Şeytan kavramının gelişiminde bu başşeytanların önemli işlevi oldu.
Fransız anarşist Pierre Joseph Proudhon’a göre mülkiyet hırsızlıktır, anarşi düzendir ve Tanrı kötülüktür. Proudhon, insanın insan tarafından sömürülmesini nasıl kabul edemiyorsak, insanın insan tarafından yönetilmesini de kabul edemeyiz. Yönetmek için bana el atan her kim olursa olsun o bir tirandır. (1)
Devlet, hiçbir ahlakı olmayan bütünüyle kurgusal bir varlıktır. Borçları ve süngülerinden başka bir şeyi olmayan bir canavardır o; O’nun kusurlarını azaltmanın hiçbir yolu yoktur. İnsanlar hiçbir biçimde temsil edilemeyecekleri için demokratik hükümet bir çelişkidir. Kendisine oy veren seçmenlerin iradesini ifade edemez ve iki seçim arasında onları etkisiz bırakır; hüküm sürmenin yararı ve temsilcilerin çıkarı için iktidarın, temsil edilenler aleyhine kullanılması zorunluluktur. Bu nedenle genel oy, tam bir kumardır; sıradanlığın zaferini ve çoğunluğun tiranlığını sağlar. Parlamenter demokrasilerdeki yasalar meşru değildir; çünkü bireyler bu yasaların yapımına doğrudan katılmamıştır. Kendi kendimin yasa koyucusu olmalıyım ben; o zaman da yasa yapmama gerek kalmaz. Yasalar yurttaşların devredilemez, aktarılamaz otoritesinin yerine dışsal bir otoriteyi geçirir. Özgür insan söz konusu olduğunda, her türlü örgüt, özgürlüğün baskı altına alınmasıyla eşanlamlıdır. Ama insan yapısı yasalarla genel ahlaki kurallar arasında bir ayrım yapmak gerekir; birincisi yadsınırken ikincisi olumlanmalıdır. Her insanın asıl yargıcı kendi vicdanıdır. Aklın egemenliğini vahyin egemenliğinin yerine geçiremezsek asla özgür olamayız.
Proudhon anlayışında insan, başıboş bırakılmayacak bir hayvandır: İnsan doğuştan özgür ve bencildir; aşk ve dostluk uğruna kendini feda edebilir ama bencilce kendi haz ve çıkarının peşinde koşar. Kendi haline bırakılırsa ister istemez başkaları üzerinde egemenlik kurmaya çalışır. Doğamızın ilk özelliği birey olmaktır; demek ki toplum bireyden sonra gelir. Yalıtılmış birey sadece bir soyutlamadır; o özünde, toplu varoluşun bütünleyici bir parçasıdır. Tam da bu nedenle toplum, onu oluşturan bireyler denli gerçektir; kendine ait bir güç, bir irade ve bilince sahiptir; topluluk gücü ve topluluk aklı onun ayırdedici özelliğidir bir bakıma. Proudhon tasarımlarında hükümet, geçmişte vahşilere karşı toplumu savunduğu zamanlar ilerici idi; ama şimdi ortalıkta vahşi yok, sadece hükümetlerin vahşi muamelesi yaptığı işçiler var. Artık toplumu işçilerden koruyor, yani gerici. Bireyde olduğu kadar toplumda da akıl ve düşünce her zaman içgüdü ve kendiliğindenliğe galip gelir; bu insanın özgün özelliğidir ve neden ilerlemek durumunda olduğumuzu kanıtlar. Bu nedenle içimizdeki doğa gerilerken, aklın öne çıktığı görülür. İlerlemek için bir ilâhi güce gereksinmemiz yoktur; ileriye doğru attığımız her adım Tanrı’yı yok eden bir zaferin kanıtıdır. (2)
Toplumsal bir felsefe sahibi ve ahlaki bir düşünür olan Tolstoy, en derin etkisini Hindistan’da hissettirdi: İngiliz emperyalizmine kafa tutan Gandhi, Tolstoy’un silahlara direnmeme tasarımını, kitlesel itaatsizlik zemininde kolektif bir eylem örgütleyerek daha da geliştirdi. Şiddete başvurmayan ideal devlet anarşiyle yönetilecektir, derken Tolstoy’u aşıyordu. Anlaşılacağı gibi Tolstoy, şiddete başvurmadan başkalarına yardım etmenin felsefesini yaptı: Onun, hükümet şiddeti şiddetle yok edilemez ve iktidarı dağıtmak için iktidarı ele geçirmek olanaksızdır savı İkinci Dünya Savaşı sonrası geniş bir taban buldu. Ötesinde altmışlı yıllarda barışçı anlayış ile anarşist gelenek arasında bir yakınlaşma doğdu: Bu zeminde Tolstoy’un şiddet içermeyen doğrudan eylem ve sivil itaatsizlik örgütlenmeleriyle barışçı bir devrim yapmak olanağı vardır yargısı uyandı. Tolstoy’a göre insanın içi öte-dünyadır ve orada bir Tanrı Krallığı vardır; aklın ışığını izleyenler bu krallığı anlama olanağına kavuşacaklardır. Yaşam boyu sürecek olan istikrarsız ve umutsuz bir mana arayışını öne çıkaran Tolstoy anarşizmi, bir dinsel anarşizmdir. Bu anarşizm, modern köktenci bir teoloji olarak algılanabilir. Çarlık rejiminin tiranlığı altındaki Rus toprağında, bir hükümete gereksinme hissetmeden düzen ve barış içinde yaşayan köylü komünlerinden esin alan Bakunin, Kropotkin ve Tolstoy gibi en büyük üç anarşist yetişti. (3)
Gandhi aydınlanması, yasaklı kültürlerin hümanizmini ve aydınlanmasını anlama-algılama açısından son derece önemlidir. Gandhi beden gücü ile değil, doğrunun gücüyle savaşmayı yeğledi. Günahkâra değil günaha kin duy, ilkesinin izinde düşmana zarar vermeden ya da düşmanda kin uyandırmadan onu yenilgiye uğratmaya çalıştı. Gandhi bir korkak değildi; korkaklık ile şiddet arasında seçim yapmak gerektiğinde şiddeti tavsiye etti. Anlaşılacağı gibi O’nun şiddet içermeyen devrimi iktidarın ele geçirilmesini değil, gündelik yaşamın ve gündelik ilişkilerin dönüştürülmesini-dönüşüme uğratılmasını amaçlıyordu.
Gandhi’nin toplumsal tasarımı, merkezi olmayan bir ekonomiye dayanır. Çiftçiliğin yüksek bir zanaat ile birleşmesi koşuldur; esnaf bağımsız, toprak onu işleyene ait olacaktır; fabrikalar işçiler tarafından yönetilecek, eski sahipler yönetim kurulunda yer bulacaktır. O’nun savunduğu bu tasarım bir özyönetim idi; toplumsal yaşamın kendisi düzenlendiği için ne devlet ne de siyasal iktidar olacaktır. Aydınlanmış bir anarşi, egemenlik kuracaktır. Geçiş döneminde devlet denilen şey, özerk birimlerden oluşan merkezsiz bir toplumda eşgüdüm sağlayan bir araçtan öte bir anlam içermeyecektir.
Gandhi’ye göre yaşam, tabanı sayesinde ayakta duran bir piramit değildir; tam tersine merkezinde bireyin yer aldığı sonsuz bir çevrimdir. Toplumsal örgütleşmenin tabanında doğrudan demokrasi temelli özerk birimler bulunur; bu özerk birimlerin seçtiği temsilcilerle temsili, yani dolaylı demokrasi belirleyici bir üst örgütlenme önerilir. Tepede yer alan Ulusal Konsey, iletişim, enerji, madenler vb kaynaklara eşgüdüm hizmeti vermekten öte bir görevi olmayacaktır. Orduya gerek yoktur; ülkenin işgal edilmesi durumunda barış tugayları işgalciyi karşılayacak ve şiddet kullanmadan ona karşı çıkacaktır. Polisin cezalandırma yetkisi bulunmayacak sadece suç işleyenleri kısıtlamakla yetinecektir. Hapishaneler eğitim merkezlerine dönüştürülecek, anlaşmazlıklar mahkemeler tarafından değil, komşular arasında hakemlik yoluyla çözülecektir. Gandhi tasarımında şiddet içermeyen kolektif direnişi örgütleyenler iktidarı ele geçirmek istemez; çünkü iktidar ona koşar. Winston Churchill’in Yarı Çıplak Fakiri Gandhi, siyasal gücün karşısına ahlaki gücü çıkarıyordu. Bireylerden oluşan grubun, muazzam bir ahlaki güce dayanarak kafa tutması durumunda, siyasal otoritenin kökten sarsılabileceğini ileri sürüyordu. İngilizlerin terk etmesi durumunda Hindistan’ın durumunun ne olacağı sorusuna şu karşılığı veriyordu: Hindistan’ı Tanrı’ya bırakınız. İnançlı insanlar çoğalırsa; anarşiye bırakınız. Aydınlanmış anarşi O’nun her zaman ideali oldu: Devlet, örgütlü şiddeti meşrulaştırmak için kurulmuş bir yapı değildi. Kendi yurttaşları zemininde bir içsel ilişkiler şebekesinin yaratısıydı. Tam da bu nedenle onu yıkmak asla yeterli olmayacaktır; o ancak içselleştirdiğimiz ilişkiler şebekesinin ortadan kalkmasıyla yok olacaktır. Böylece aydınlanmış anarşi, aydınlanmış demokrasiyi kuracaktır. (4) Bu tasarım Gandhi’nin özgün bir içgörüsü olarak tarihte yerini aldı. (5)
KAYNAKÇA
1) “Proudhon kendi sorduğu ‘Mülkiyet nedir?’ sorusuna cesur bir paradoksla yanıt verdi: ‘Mülkiyet hırsızlıktır.’… Proudhon, Tanrı’nın kötülük olduğunu ilan etti ve ‘insanlar sunakların önünde boyun eğdikleri sürece, insanlık lanetlenmiş olarak, kralların ve rahiplerin kölesi olarak kalacaktır’, dedi.” (Marshall, Peter; Anarşizmin Tarihi/İmkânsızı İstemek-Çev.: Yavuz Alagon-; İmge Kitabevi, İstanbul- 2003; s, 345 ve 350)
2) “Proudhon’un anarşizmi, insanın insan üzerinde tahakkümünü mümkün kılan toplumsal formasyon ve yönetim biçimlerinin tamamıyla ve yavaş yavaş ortadan kaldırılması; düzenin karşıtlığı değil ama beşeriyeti sefalete sürükleyen düzenin karşıtlığı; insanın insan onuruna ve şerefine yaraşır şekilde yaşamasına engel olan düzenin karşıtlığı; hiyerarşinin ve otoritenin oluşma sebeplerinden biri olan ve aynı zamanda güç ile tutkunun tahakkümünün oluşmasında en fazla etkili olan özel mülkiyetin ortadan kaldırılması; adalet ilkesi yönetiminde beşeriyet düzeninin oluşturulması; adalet ilkesini tesis etmeyen hiçbir devrimin gerçek bir devrim olmadığı ve eğer somut koşullarda bir anarşizm gerçekleşecekse ancak ve ancak inasnın insan üzerindeki tahakkümünü onaylayan ilkeleri yıkmaktan geçtiğini belirten bir düşün ve eylem biçimidir.” (Anarşizm/ Özne Felsefe Bilim ve Sanat Yazıları/ 32. Kitap/ Bahar 2020, Pıerre-Joseph Proudhon ve Anarşizmin İki Biçimi (Soner Kavuncuoğlu), s, 143)
3) “Tolstoy bir anarşist, hem de kararlı bir anarşisttir, … şöyle der: ‘Kölelik yasalardan kaynaklanır, yasalar hükümetler tarafından yapılır. O halde insanlar ancak hükümetler ortadan kaldırıldıklarında kölelikten özgürleşebilirler.’” (Marshall, Peter; Anarşizmin Tarihi/İmkânsızı İstemek-Çev.: Yavuz Alagon-; İmge Kitabevi, İstanbul- 2003; s, 525)
4) “Gandhi tasarımlarında, simgesel anlamda, şiddet içermeyen anarşi aydınlanmış anarşi; pasif direniş ile gerçekleştirilen, en zayıfla en güçlünün aynı fırsata sahip olduğu, önyargı ve boş inandan arındırılmış demokrasi ise aydınlanmış demokrasi adını alır.” (Korkmaz, Esat; Ansiklopedik Simgeler Sözlüğü, Anahtar Kitaplar Yayınevi; İstanbul- 2010; s, 131)
5) “Gandhi, Batı’da Hindistan’ın bağımsızlığını amaçlayan ulusal bir önder olarak görülmüştür. Barışçılığın anarşizmle bir araya getirilmesinde de etkili oldu… devletin uzun süre varlığını sürdüreceğini düşündüyse de ‘aydınlanmış anarşi’ her zaman onun ideali oldu. En önemlisi, devletin örgütlü şiddeti meşrulaştırmak için kurulmuş bir yapı değil, kendi yurttaşları olan bir içsel ilişkiler şebekesinden ibaret olduğunu savundu. Onu ‘yıkmak’ asla yeterli olmayacaktı; o ancak kendi benliklerimizin ortadan kalkışıyla yok olacaktır.” (Marshall, Peter; Anarşizmin Tarihi/İmkânsızı İstemek-Çev.: Yavuz Alagon-; İmge Kitabevi, İstanbul- 2003; s, 594)