ÖZLEMİN ATLISI: HIZIR
Esat Korkmaz
Hızır özlemin atlısıdır bir bakıma. Anadolu halk inancında Hızır, ulu bir ermiş kabul edilir. Ölümsüzlük suyu içmiştir. Zaman zaman dünyaya gelip halkın arasına katılarak darda olanların yardımına koşar ve doğaya yeniden can verir.
Üzerinde çiçeklerden yapılan bir cübbesi bulunan, kırmızı pabuçlu, ak sakallı ve nur yüzlü bir yaşlı olarak betimlenir. Bastığı yerde güller, çiçekler açar; ekinler yeşerir, bülbüller ötmeye başlar. Elini sürdüğü kişi dertlerden, uğursuzluklardan ve hastalıklardan arınır; ömür boyu sürecek bir bolluğa kavuşur.
Demek ki Hızır Doğa’nın doktorudur, ötesinde Havayı, Suyu, Toprağı ve Ateşi dölleyen babadır; ötesinde, zorda kalındığında el-alınan ulu bilgedir.
Hızır tapımı, hemen hemen tüm halkların söylencelerini süsleyen bir öğedir. Söylencenin çok özel bir yeri olduğu Alevilik kültüründe ise daha bir anlamlıdır.
Hızır, bir türlü gerçekleştirilemeyen isteklerin, dileklerin nesnelleşmesine, toplumsallaşmasına duyulan özlemlerin beslediği, giydirip kuşattığı; doğaüstü yetilerle belirgin bir düş varlığıdır, bir kurtarıcıdır. Söylence dünyasında oynanan kumarda, talih oyununda, bireyden yana tavır koyan, kimi kez onu kazandıran, onun dileğinin, özleminin gerçekleşmesini sağlayan kutlu kişidir. Bir anda yanlışı doğruya çevirebildiği gibi çirkini de güzelleştiriverir.
Bireyin-halkın inanç kanalında gönül coşkusunu dışa vurabilmek, bunu yaparken önündeki aşılamaz engelleri aşabilmek için yarattığı, zaman zaman kendi dünyasına soktuğu, eliyle saçıyla ya da bir sözüyle kutsadığı bir inanç kişisidir Hızır.
Bu bağlamda, insan için olanaksız olan zemine, özlem denen ata binilerek yapılan gezintinin baş kişisidir Hızır; rüyalarda muştulayıcıdır. Dondan dona girerek yeri geldiğinde insanı sorgulayan, yeri geldiğinde onurlandıran, ödüllendiren, kimi kez ipuçları vererek araştırmaya özendirendir. Kısaca insanoğlunun özlemle yarattığı, özlemle devindirdiği, iyilikle, saflıkla donattığı; kendi isteğiyle güdümüne girdiği, yönlendiriciliğinden hoşlandığı, zaman zaman birlikte eğlenip birlikte güldüğü, ağladığı, tümüyle kendi yaratısı olan düşsel varlığın adıdır Hızır.
Hızır Orucu Niçin ve Nasıl Tutulur?
Hızır orucu niçin tutulur? Ne yazık ki çoğumuz bu sorunun yanıtını belleğimizden silmişiz: Hızır orucu, Hızır’dan dilekte bulunmayı hak etmek için tutulur. Eğer Hızır’dan bir dileğimiz olacaksa oruç yükümlülüğümüzü yerine getirmek durumundayız. Tersi davranırsak, piyango bileti almadığı halde, -Bana para çıkmadı, diye yakınan kişinin durumuna düşeriz.
Niçin tuttuğumuzu öğrendik. Şimdi de ikinci soruyu üretelim: Hızır orucu nasıl tutulur? diye. Birinci sorunun yanıtı gibi bu sorunun yanıtını da çoğumuz belleğimizden silmiş ya da unutmuş durumdayız. Hızır orucu, su içmeyerek tutulur: Su içmeden oruç tutarak susuzluğumuzu çoğaltırız. Çünkü susayan suya değil, su susayana koşar. İyice susarsak, doğaya, yani susayan doğaya su yürürken bize de koşar. Demek ki Hızır orucu, bizim suyla buluşmamızı sağlar.
Hızır Orucu eskiden Rumi aylara göre 31 Ocak ile l ve 2 Şubat günleri tutulurdu. Sonraları Miladi takvime göre 13-14 ve 15 Şubat günleri tutulmaya başlandı; ancak Perşembe gününe gelecek biçimde tutulması gelenek haline geldiği için bu yıl Hızır orucu 14-15 ve 16 Şubat günleri tutulacaktır. Yine de kimi bölgelerde tarihler ve oruç gün sayısı değişiktir.
Hızır orucuna başlarken niyet gülbangı, sonlandırırken de açma gülbangı okunur:
-Aşk ile…
Susuzluğumuza su, dertlerimize derman, hastalarımıza şifa, borçlarımıza kolaylıklar versin diye çağıracağımız Hızır için, Hızır orucu tutmaya niyet ettim. Ulu Dergâh kabul etsin. Gerçeğe Hû! Eyvallah!
-Aşk ile…
Hızır’ı çağıranlar aşkına, Hızır’dan dilekte bulunanlar aşkına tuttuğum Hızır orucunu Ulu Dergâh kabul etsin. Hak Defteri’ne kaydedilsin.
Gerçek erenler demine Hû! Eyvallah!
16-17-18-19 Şubat günleri, Hızır’dan dilekte bulunma günleridir: Bireysel esenliğimiz için, ailemiz için, topluluğumuz/toplumumuz için, en önemlisi tüm doğa için dilekte bulunuruz. Orucumuzu tuttuğumuz için Hızır, bizim çağrımızı duyar ve dünyayı ziyaret eder. Onun için 16-19 Şubat günleri, Hızır’ın dünyayı ziyaret günleri olarak algılanır. Hızır’ın bizi ziyaret edip etmediğini anlamak için, geldiğinin kanıtı olacak bir ize-işarete bakarız. Bu ize-işarete rastladığımızda ya da ziyaret günlerinde ak sakallı/ nur yüzlü biriyle karşılaştığımızda anlarız; artık talihimiz açıktır. Dilekte bulunduğumuz umudumuz, gelip bizi kutsadığı için kurbanlar tığlar, teşekkürler ederiz.
Ziyaret günlerinde doğayı kollama, onu doğuma hazırlama, Hızır’ın önceliğidir: Öncelik gereği Hızır, kor-ateş anlamında cemre kimliğine bürünür ve 20 Şubat’ta havaya düşer, yani havayı döller; 27 Şubat’ta suya, 6 Mart’ta toprağa düşer, yani onları döller. 20 Şubat’ta hava bayramı, 27 Şubat’ta su bayramı ve 6 Mart’ta toprak bayramı kutlanır. 13 Mart’ta ise sıcaklık yürüyen hava, su ve toprak ısınır ateş olur. Bu nedenle bugün de ateş bayramı olarak kutlanır. 21 Mart’ta, yani Nevruz’da, daha önce ateşle buluşup gebe kalan hava, su ve toprak, yani doğa doğurur.
Hızır erkânı, cemle mühürlenir: Ya bağımsız olarak Hızır Cemi olarak tutulur ya da Nevruz (Newroz) Cemi ile birleştirilerek tutulur. Tutulan cem, üçlü yapıdaki özgün cemlerin güncellenmiş biçimi olarak uygulamaya taşınır: Cemin birinci bölümünde, bu makalede konu edindiğimiz Hızır anlatımı yapılır. İkinci bölümde, Hızır’ın aklına uyulmaması ya da Hızır’a bağladığımız özlemlerimizin öne taşınmaması durumunda insan olarak neler kaybedeceğimiz açıklanmaya çalışılır. Üçüncü bölümde ise birinci ve ikinci bölüm kutsanarak cem bağlanır.