Koronavirüs salgınına karşı tedbirler kapsamında evde kalan bireyler, ev içi yaşamlarında karşılaştıkları sorunlarla nasıl baş edebilirler?
Psikolog İnci Erdem, koronavirüs günlerinde, bir yanda virüse karşı korunma kaygısı diğer yanda ise zorunlu evde geçirilen sürede bireylerde oluşabilecek psikolojik sorunlarla baş edebilme üzerine önemli değerlendirmelerde bulundu.
Bireylerin psikolojik sağlamlılık düzeylerinin arttırmaları gerektiğine vurgu yapan Erdem, “Doğru önlemler almalıyız, salgına yakalanmamak için gereken ‘abartısız ‘koşulları sağlayarak. Beynimizin ürettiği endişeli ve felaket senaryolarını doğru telkinlerle absorbe etmeliyiz” dedi.
Kaygıları azaltmalı, umudu büyütmeliyiz
Koronavirüsle mücadele günlerinde yapılan “evde kal” çağrısına uyarak evde zaman geçiren vatandaşlarda, dışarıya çıkamadıkları için çeşitli psikolojik sıkıntılar baş göstermeye başladı. Aile içi şiddette belli ölçülerde artışlar gözlenirken, boşanma vakaları ise çoğalmaya başladı.
Koronavirüs pandemisi insanları bir anda eve kapatarak alışık oldukları yaşam tarzından uzaklaştırdı. Eskiyi yaşayamayan ve yeniye de ayak uydurmakta zorlanan insanlar ev içinde geçirilen ve ne zamana kadar süreceği belli olmayan bir yaşama geçişte belli zorluklar yaşadı.
PİRYOL, bir yanda virüs salgınından kaynaklı kaygı içinde olan vatandaşın bir yanda ise evde zaman geçirmek zorunda kalaktan kaynaklı yaşayabileceği muhtemel sorunlara ve bu sorunlarla baş etme yöntemlerini Psikolog İnci Erdem ile konuştu.
‘Anksiyetenin yoğunlaştığı noktada şiddet doğar’
PİRYOL:Evde zorunlu kalma sürecinde aile içi şiddet vakalarında artış yaşandı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
İnci Erdem: Pandemiyle beraber insanlar ‘evde kal’ çağrısıyla kimi zaman gönüllü kimi zaman da yasal zeminle sınırlandırılmış dışarı çıkma hakkından kaynaklı evlerinde kalıyorlar.
İnsanlar alıştıkları sosyal yaşamdan, aktivitelerden uzun ve belirsiz bir süre uzak kalmak zorunda kaldı. Bu bilinmezlik ve zapt edilme hissi anksiyetenin egemen olduğu bir ruh halini doğurdu. Anksiyetenin yoğunlaştığı noktada şiddet doğar. Burada eşit şartlar esas alınmalı. Akran olan iki kardeşin kapışması ise bu; doğaya ait olandır. Tehlike arz etmez. Ama fiziksel gücü elinde tutanın zayıfa, maddi gücü elinde tutanın görünmeyen emek olan ev işinde çalışana gösterdiği şiddet doğaya ait değildir. Bu yüzden kabul edilemez. Babanın çocuğa, abinin kardeşe, babanın anneye şiddeti her daim kendini var eden bir o kadar insanlığın yüz kızartıcı suçlarındandır.
Kadına şiddette artış
Sorunuza gelecek olursak daha çok; erkeğin kadına şiddetini soruyorsunuz sanırım. Ne yazık ki bu süreçte ivme kazanan kadına şiddet söz konusu. ( Kadın erkek tarafından kıstırılmış durumda, kadının dışarı çıkamayacağını, kısıtlı bir yardım alacağını bildiği için daha fazla kadına baskı uygulamakta. (Bunun için anitsayac.com’dan detaylı bilgi alınabilir.)
İçeride kalan erkek öfkesini kadına, çocuğa yöneltiyor
Aynı koşullar, aynı kaygılar söz konusuyken neden kadın daha fazla mağduriyet yaşamak zorunda kalıyor ki? İşte bu noktada karşımıza toplumsal kodlar çıkıyor. Erkek öfkelidir, erkeğin üstüne gidilmez, erkek dört duvar arasında sıkılır o yüzden gergin olur gibi mitlerle kuşatılmış durumdayız. Halbuki aynı durumlar, aynı başa çıkmazlar kadınlar için de geçerli. Ama aynı toplumsal kodlar; kadını uysal oldukça kucaklıyor, isyan ettikçe cezalandırıyor. Kadının yaşadığı baskı ortamı ile paralel gitmeyen öfori hali anksiyeteden psikoza geniş bir yelpazedeki ruh haline sebep oluyor.
Bir de tabi erkeğin dışarda olması nispeten kadının erkeğe maruz bırakılma süresini azaltıyordu. ‘Bunalan, sıkılan erkek ‘ bir şekilde kendisini dışarıya, sosyal yaşamına atıyordu. Şimdi öfkesini yönetemeyen erkek; aciz ve zayıf bulduğu kadına ya da çocuğa yöneltiyor öfkesini.
Korku; çaresizliği, çaresizlik anksiyeteyi doğurdu
PİRYOL:İnsanların kapalı alanda kalma zorunluluğu ve bu sürenin belirsiz olması ne gibi davranış bozukluklarını tetikleyebilir?
İnci Erdem: Belirsizlik daima korkutucudur. Belirsizlik güvenlik ihtiyacının ihlal edilmiş olduğunu düşündürtür ve bu da korkuya, kaygıya, öfkeye neden olabilmektedir. Bununla birlikte birçok psikolojik rahatsızlığa neden olacaktır.
Yukarıda belirttiğim gibi insan doğaya aittir. Evler günün sonundaki güvenilir sığınaklardan, post-modern hapishanelere dönüştüler. Bu da amigdalayı uyardı. Korku; çaresizliği, çaresizlik anksiyeteyi doğurdu. Anksiyetesine çözüm olarak kimi öfkeye başvurdu, kimi antidepresan/anksiyolitiklere. Depresyon, obsesyon, daha ileri dönemlerde psikozda artışlar görülebilir.
‘Yaş ayrımcılığı, ırkçılıkla aynı frekansta seyreder’
PİRYOL:Evde kal çağrısının yanında yaşlılar ve gençler için sokağa çıkma yasağı var. Yasağın belli kesimlere uygulanması bir ötekileşme hissi uyandırabilir mi?
İnci Erdem: Olayları nasıl aktardığımız çok önemli. Kullandığımız dil, uyguladığımız yöntemlerle durumu stabil hale getirebiliriz.
Evet, bütün insanlık için zorlayıcı bir süreç, yıkıcı bir olay ama unutmayalım ki onlar çok daha fazla bu durumdan etkilendiler. Yaşlı insanlar ölüm korkusu, çocuklar ve gençler gelecek kaygısıyla dolup taşıyorlar. Onları anlamaya çalışarak, olabildiğince doğru bilgilere vererek, beklentilerini-ihtiyaçlarını karşılamaya çalışarak bu süreci daha sağlıklı geçirebiliriz.
Yaratılan, ötekileştirilen yeni sınıf ’65 yaş üstü’ danışanlarım elbette kırgınlar. Vadelerinin dolduğu aksettirilen, bu değerli insanlara uygulanan tavırlar ‘komiklik’ adı altında kalp kırıcı olmasının yanında, İngilizce literatüre yer alan ancak bizim sözlüğümüzde daha yer edemeyen ‘ageism’ in ‘meşru dayanaklarla’ hüküm sürmesine sebep oldu. Yaş ayrımcılığı diye kısmen karşılanabilecek bu tanım, ırkçılıkla aynı frekansta seyreder. Buna rağmen, insanlık suçu olarak ele alınmaz.
‘Ertelenen problemler görünür oldu’
PİRYOL:Evde zorunlu kalma sürecinde boşanma vakalarında artış yaşandı. Bunu neye bağlıyorsunuz?
İnci Erdem: Çin’in Vuhan şehrinde yüzlerce çift, boşanma nedeniyle mahkemelere akın etmişti. Türkiye’de bu şekilde olur mu tabi önümüzdeki süreçte görebileceğiz.
Çeşitli nedenleri olabilir. Öncesinde var olan, ertelenen problemler daha görünür olmaya başlayabilir. Birbirine karşı tahammülsüzlük, farklılıkları kabullenememe, doğru iletişim kuramama pandemi kaygısıyla beraber artmaya başladı.
‘Birbirimizi tanımıyoruz’
PİRYOL:Toplum olarak evde zaman geçirme ve sevdiklerimizle bir arada olma konusunda neden bu kadar sıkıntı yaşıyoruz?
İnci Erdem: Bu aslında bir önceki sorunun devamı niteliğinde. Çünkü birbirimizi tanımıyoruz. Birbirimizin sınırlarını, farklılıklarını, kabul-ret ölçülerini ya bilmiyoruz ya da görmezden geliyoruz. Hepimiz anlaşılmak istiyoruz ama tek taraflı bir sancıya dönüşüyor bu durum. Bugüne kadar sadece akşam yemeklerinde birlikte olmuş bir aile yapısından bahsediyoruz. Sınırlı zaman, sınırlı mekân durumu değişti, şu an bütün zamanımız, bütün alanımız birleşti.
Erkek eve kapandı ama ev işlerine hala yabancı
Bununla beraber, kadının erkeği sorgulayabileceği alan genişledi. Kadınla beraber tüm gün evde olan erkek, hala ev işleri yapmamakta, çocuğa bakmamakta, gönüllü karantinadan faydalanarak ‘bunaldığı’ için dışarı atmakta kendini. Kadın bu süreçte konumlandığı yeri gördü; hayatı paylaştığını düşündüğü erkeğin aşkla bağlı olduğu sadık hizmetkârı, çocuklarının bakıcısı. Bu durum hep vardı, ama şu süreçte tam da gözler önünde. Bu durumun kabul edilemezliği ile yüzleşen kadın, daha güçlü olma çabası içine de girdi.
Realiteyi kabul etmek zorundayız
PİRYOL:İçerideki insanlara önerileriniz neler nasıl zaman geçirirlerse bu süreci en az hasarla atlatabilirler?
İnci Erdem: Muhtemelen birçok video izlemişsiniz, birçok yazı okumuşsunuzdur. Olağanüstü bir olay yaşıyoruz. Kaygılarımızı, korkularımızı önce dinlemeliyiz, kabul etmeliyiz. Realite kabul etmediğimiz durumlara çözüm bulmakta sıkıntı yaşarız yoksa.
Son zamanlarda çok ciddi komplo teorisyenleri meydana çıkmaya başladı. Bunlardan etkilenmemek için doğru bilgi kaynağın belirleyip sadece oradan bilgi akışını sağlamalıyız.
Gündelik rutin oluşturup olağan yaşamamıza yakın bir atmosfer oluşturmalıyız.
İnsanlar sosyal varlıklardır ve şimdi sosyalleşmekten mahrum kalmış durumdayız. Telefon ve tabletle sevdiklerimiz ile iletişim kurduğumuzda bu ihtiyacımızı bir nebze de olsa gidermiş olacağız.
En önemlisi elbette sıkılacağız, diğer milyonlarca insan gibi. Daha önce de zorlandığımız, bizi yiyip bitiren durumlar yaşadık ama bir şekilde üstesinden geldik. Şimdi sıra başa çıkma becerilerimizi tekrar ortaya çıkarmak.
Aşırı kaygı ve umutsuzluk ciddi ruhsal problemler getirir
PİRYOL:Evde izolasyonun üçüncü haftasında insanların psikolojik tükenmişlik hissedebilecekleri yönünde görüşler var, bu konuda neler söylemek istersiniz?
İnci Erdem: Elbette bu süreç hepimizde bir değişim yaşatacaktır. Olayları algılama biçimimiz, göz ardı ettiklerimize yönelik farkındalık artışı, bugünün ve şimdinin kıymetini bilme gibi değişimler. Bu değişimler pandemi süresini iyi yönetenler yaşayacaktır. Peki, bu süreçte aşırı kaygıya kapılan, umutsuzluğa düşenler ne olacaktır? Ciddi psikolojik ve ruhsak problem yaşayacaklar ne yazık ki.
İnsanların ‘psikolojik sağlamlık düzeyini’ artırması gerekiyor:
Doğru önlemler almalıyız, salgına yakalanmamak için gereken ‘abartısız ‘koşulları sağlayarak. Beynimizin ürettiği endişeli ve felaket senaryolarını doğru telkinlerle absorbe etmeliyiz.
Eğer bu alanda çalışan bir mesleğimiz yoksa anlık haber takibinin sadece bizim korkularımızı arttırdığının bilincinde olmalıyız.
Kaygı veren kişilerden uzak durup, bize iyi gelen kişilerle daha çok vakit geçirmeliyiz. Sevdiklerimizle iletişime geçip bizde korku yaratan durumları konuşmalıyız. Konuşamama durumunda yazabiliriz, yazdığımız zaman mantıksız düşünceleri fark etmek daha işe yarar bir yöntem olabiliyor çoğu zaman.
Güçlü ve zayıf yönlerimizin farkına varmak için bir fırsat olarak değerlendirebiliriz.
Günlük program, bir rutin oluşturmak kendimizi daha iyi hissetmemize yardımcı olacaktır. Hep başka bir zamana ertelediğimiz şeyler için en uygun zaman.
Unutmayalım bu sadece yaşamda kalma mücadelesi değil, kendini yeniden yaratma süreci de olabilir.
PİRYOL / ÖZEL