Yaşadığımız toplumsallıkta, aşkınlık yok edilemedi ya da edilgen duruma taşınamadı, bu nedenle düşünce ya da bilinç, ruh-beden karşıtlığı üzerine yapılandı. Karşıtlığın ruh ayağı, kutsala bağlandığı için temiz, yani günahsız, beden ayağı ise kutsala bağlanmadığı için olumsuz ve günahkâr olarak bilinçlere taşındı.

Karşıtlık, karşıtlık olarak aşkınlığa bağlanınca, karşıtların örtüşmesi olanaksız duruma geldi; ruh, bedenin canı, beden ise ruhun evi olmaktan çıktı. Ruh, bedenden özerkleşti, beden ise ruh tarafından terk edildi.
Kültürel çevrim dünyasına taşıdığımızda, bu karşıtlık, kavram-nesne karşıtlığına evrildi; kavram, nesnelerin ruhu, nesne ise kavramın bedeni olup çıktı.
Böylece kültürel çevrim dünyasında nesne, Doğa’nın vermediği, tam tersine insanın ürettiği kavramlar donuna dökülmüş, yani insancıl kılınmış, özetle insan-dünyasının anlamlı öğeleri durumuna getirilmiş oldu. Bu öğeler işlevli duruma taşınır taşınmaz, doğal dünyanın yeteneklerinin ötesinde, insan eliyle yaratılmış, yapay-sanal bir dünya yapılanıverdi.
İnsanın kurduğu bu yapılanmada, düşünebilmek için artık, var-olanlara ya da var-olacak olanlara değil, onlara giydirdiğimiz giysi anlamında, kavramlara başvurmak durumunda kalırız: Artık ortalıkta nesneler yok kavramlar vardır.
Esat Korkmaz