Nevruz ya da Newroz; Dünya’nın Güneş çevresinde dönmesine göre düzenlenmiş eski İran takvimine göre, geceyle gündüzün eşit uzunlukta olduğu 21 Mart günü başlar. Nevruz Farsça, Newroz Kürtçe’dir; her iki terimin de anlamı yeni gün demektir. Doğa bugün doğmuştur; bu ortak anlam dışında Nevruz terimine yüklenen anlamlarla Newroz terimine yüklenen anlamlar farklılıklar gösterir.

Nevruz ya da Newroz, doğanın değişiminden-dönüşümünden kaynaklanan, zamanla halkın yaşamına, yaşam felsefesine sızan ve toplum vicdanında ortak bir yargı durumuna dönüşen gülme, sevinme, ışıkla bezenme, ateşle yıkanma gücüdür; bu gücün doğaya ve insana taşınma günüdür. Bir bakıma kışın soğuğundan, karından, çamurundan kurtuluş; yeşeren, can bulan doğaya çığlık çığlığa bir öykünmedir.
Bu nedenle Nevruz ya da Newroz, dünyanın canlanmasını, karanlık günlerin geride kalmasını, sıcak günlerin devreye girmesini, aydınlığın çoğalmasını, bolluğu-bereketi ve en önemlisi de karanlıktan ışık olarak doğumu temsil eder.
Tanrı olarak algılanan doğa, bugün doğmuştur; bu doğumla görünmeyen tanrısal öz, bugün görünüşe taşınmış; Hak, yani hava, su, toprak ve ateş Tanrı’nın çocukları olarak bugün dünyaya gelmiştir.
Şimdi de Nevruz ve Newroz terimlerinin açılımını yapalım:
Nevruz (21 Mart); doğa-tanrıcılık ve insan-tanrıcılık temelli tasarımlarda, her Alevi için Yol’da doğumun ve bâtınî Ali’nin gönül doğumunun gerçekleştiği gün olarak algılanan, Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür.
Sûfi gelenekte, yaşam ve ölümsüzlük deposu olarak algılanan doğanın doğum günü ya da gebe kalan kışın çocuğu olan ateşin doğum günüdür. Türklere ve Moğollara bağlanan tasarımlarda, toplumsal yeniden diriliş olarak algılanan Ergenekon’dan çıkış günüdür.
Newroz’a gelince Newroz(21 Mart); doğa-tanrıcılık ve insan-tanrıcılık temelli tasarımlarda, Zerdüşt’ün toplumsal önder durumuna dönüştüğü, Eski İran takvimine göre yılın ilk günüdür. Mazdaizm’de ve Zerdüştlük’te, doğanın kendi kendini döllemesiyle oluşan ve doğanın, ilk doğum ürünü olarak algılanan Ahuramazda’nın doğum günü ya da Ahuramazda’nın Ehrimen’e galip gelerek canlı-cansız her şeyi yarattığı gündür. Mithraizm’de, doğanın kendi kendini döllemesiyle oluşan ve doğanın ilk doğum ürünü olarak algılanan, ışık-tanrı Mithra’nın doğum günü ya da ışık-tanrı Mithra’nın kozmik boğayı öldürerek canlı-cansız her şeyin yaratılmasını sağladığı gündür. Kassitler’in(İ.Ö. 1896-1176), Babil’i ikinci kez işgal ederek kralları Cemşid’i bir taht üstünde bu kente götürdükleri gün olarak alarak algılanan zafer günüdür. Medler’in İ.Ö. 612 yılında, Demirci Kawa önderliğinde Asurlular’ın başkenti Niniv’i ele geçirdiği gün olarak algılanan zafer günüdür.
Bu nedenle Alevilerin en büyük bayramlarından biridir. Alevilikte iki doğum vardır: Biyolojik doğum ve Yol doğumu. Her Alevi, kendi bâtınını, ardından Ali’nin bâtınını doğurmak zorundadır: Bâtın doğumlar, 21 Mart’ta, doğanın doğum gününde gerçekleşir. Bu-Dünya’dan uğurladığımız atalarımız-büyüklerimiz 21 Mart’ta bizi, biz onları dâr’a çekeriz; onlar bizi dâr’dan indirirse biz yaşarken diriliriz; biz onları dâr’dan indirirsek onlar göçtükten sonra dirilir.
21 Mart, doğanın doğurmak için inlediği gündür; bu inleme, ancak yaralı vicdanların duyabileceği bir mırıltıdır: Mırıltıyı duyanlar, geleceğin acının ödülü anlamında kurulacağını algılarlar ve içlerindeki vicdanı, Bu-Dünya’daki eşitsizliklere karşı sorgulayıcı bir kimlik olarak örgütlerler.
Nevruz/Newroz erkânı, halk takviminde, gün gecesinden başladığı için 20 Mart akşamı başlar: Erkân kapsamında, ritüele katılanlar, 21 Mart sabahı ışık olarak doğmaları için karanlığa salınırlar. Karanlıkta ışığa durup gece gündüzüne açılırken, ışık donunda doğarlar.
Sabah, Güneş ışınlarıyla birlikte mezarlıklar ziyaret edilir; Bu-Dünya’dan uğurladığımız canlarla konuşulur; onlara neler olup bittiği anlatılır, bir istekleri olup olmadığı sorulur; yaşayanlarla göçenler, birbirlerini dâr’a çekerler.
Bu erkân, dâr’dan indirme ya da toprak erkânı adını alır; ölmeden evvel ölmek, yaşarken dirilmek, göçenin ruhunu-canını rahatlatmak, yeni bedenlere taşınması konusunda onu ikircikten kurtarmak için yapılan bir inanç uygulamasıdır; göçen canın, zâhirde kalanlarla helalleşmesi-hesaplaşmasıdır. Bu hesaplaşmayı simgelemek üzere biz göçenlerimize, göçenlerimiz bize seslenir:
Bu-Dünya’dan Uğurladıklarımıza Sesleniş
-Aşk ile!…
Canan’ım, Hakk’a yürüyen canlarımız senin âşığındır; canları, bedenlerini terk etti; bedenleri toprağa döndü, canları sana koştu, akılları ortada kaldı.
Yeni bedenler ölmeden evvel ölsün ya da yaşarken dirilsin de göçen canlarımızın canına can olsun, aklına akıl; dondan dona yürüyelim, sızıntılarını toplayalım hava, su, toprak ve ateşten. Sızıntılardan derecikler, dereciklerden ırmaklar, ırmaklardan denizler oluşturalım ve göçenlerimizle buluşalım ve onları çoğaltalım, durmayalım gönüllere salalım.
Üçler, Beşler, Yediler, Onikiler, Ondörtler, Onyediler ve Kırklar bize yardımcı olsun, yol göstersin. Erkânımız, ibadet ve hizmet pirlerimizin tanıklığında Hak Defteri’ne kayıt edilsin, silinmesin hatırlansın.
Gerçeğe Hû! Eyvallah!
Bu-Dünya’dan Uğurladıklarımızın Bize Seslenişi
-Aşk ile!…
Tenimiz toprakta, canımız gayb âleminde. Zâhir âlemde-can gölgemizde bir ömür sürdük; yedik-içtik; konduk-göçtük. Doğa çağırdı, Hakk’a koştuk. Belki kiminizi üzdük, belki kiminizin hakkını yedik. Yaptıksa bütün bunları bilmeyerek yaptık; bilmemek bizim kusurlarımızı ortadan kaldırmaz.
İşte huzurundayız: Hak’tan geldik bâtına gideceğiz. Haklarınızı helal edin: Bunu niyaza geldik.
Yaşam gelip geçicidir. Pirimiz Hünkâr Hace Bektaş Veli’nin; ‘Benim üç iyi dostum vardır: Ben ölünce birisi evde kalır, birisi yolda kalır, birisi benimle birlikte gelir. Evde kalan malımdır, Yol’da kalan ailem ve yakınlarımdır, benimle birlikte gelen ise iyiliklerimdir’ sözlerini unutmayın. Dirilmek için dâr’da ben, bu anı bekliyorum. Bizi bedensiz bırakmayın, bizlere acı çektirmeyin. Sırrımız ortada kalıp ‘utancından’ kıvranmasın.
Öyleyse soruyorum sizlere; -Bizlere beden olmak istiyor musunuz? İstiyor musunuz? İstiyor musunuz?
–Eyvallah! sözlerinizi delil kabul ediyoruz. Ayaklarımızın mührünü çözüyoruz ve Hz. Hüseyin’in kavgasını sürdürmeyi sizlere bırakıyoruz. Secdede yere kapanan alnımızın mührünü çözüyoruz ve Fazlullah’ın kavgasını sürdürmeyi sizlere bırakıyoruz. Dizlerimizin mührünü çözüyoruz ve Nesimi’nin kavgasını sürdürmeyi sizlere bırakıyoruz. Bir bütün olarak dâr duruşumuzun mührünü çözüyoruz ve Hallac-ı Mansur’un kavgasını sürdürmeyi sizlere bırakıyoruz.
Bizi dâr’dan indirdiğiniz için sizlere çok teşekkür ediyoruz. Kavganız kutlu olsun diyoruz.
Gerçeğe Hû! Eyvallah!
Daha sonra Hakk’a yürüyenlerimizin isteği-dileği üzere, onların mekânı durumundaki mezarlar-mezarlık temizlenir; bilinçlerine-inançlarına sahip çıktığımızın kanıtı anlamında dirilip aramıza katılmaları için mezarlara can suyu verilir.
Ardından doğaya çıkılır; doğaya, yani havaya, suya, toprağa ve ateşe teşekkür edilir; doğanın kucağında doğayla birlikte eğlenilir. Ateşler yakılır, üzerinden atlanarak olumsuzluklardan temizlenilir. Doğanın ilk çocukları olarak algılanan çiçeklerden demetler yapılır.
Gün gecesine kapanıp akşam olduğunda Nevruz/Newroz Cemi tutulur; cemde doğanın doğum öyküsü gülbanklarla anlatılır:
-Aşk ile!…
Ruhsat verdiğin için cümle varlık gebe kaldı ya Hızır: Işık oldun havaya düştün hava, suya düştün su, toprağa düştün toprak ateş aldı; her yer ateş oldu. Kışın çocukları bugün destur aldı: Doğa doğurdu; biz yaşarken doğurduk, göçenlerimiz yeni bedenlere taşınarak yeniden dünyaya geldi. Hepimiz, her şey bereket oldu. Bereketi-bereketimizi hakça paylaşalım. Cümle varlığın doğum gününü kutlayalım. Mezarlıklarımızı ziyaret edelim: Yeni bedenlerde dirilememiş, beden beden diye çığrışan göçen canlarımızın feryatlarına kulak verelim; onları doğuma hazırlayalım. Dağların-taşların, suların-bulutların hatırını soralım.
Hizmet pirlerimizin himmetleri üzerimizde olsun, doğuran doğanın olanaklarından yararlanmada bizlere yardımcı olsun. Sıcak Hızır günlerinde, bereket hasadında Pirimiz Hünkârımız Hace Bektaş Veli, ihsanını bizlerden esirgemesin.
Gerçek erenler demine Hû! Eyvallah!
Sonra sırasıyla havaya, suya, toprağa ve ateşe teşekkür edilir:
Havaya Sesleniş
-Aşk ile…
Ey hava; su, toprak ve ateşle birlikte varlığa gelen canlı-cansız her şeyi oluşturan bir nesnesin sen. Pirimiz Hace Bektaş Veli’ye bağladığımız Dört Kapı Kırk Makam öğretisinde sen, şeriat kapısının topluluğu abitleri temsil ediyorsun.
Seni her soluduğumuzda içimizi ateşliyorsun; yağmura ihtiyacımız var, diye feryat ettiğimizde bulutları önüne katıp bize doğru sürüyorsun, tam üzerimize geldiğinde onları bir güzel sıkıyorsun; yağmur olup damla damla düşüyorsun toprağa.
Ağzımıza yaşam nefesini üflüyorsun, yüreğimize sevinç tohumları ekiyorsun. Görünüşe taşınan nesnelere gaz özelliği veriyorsun; rüzgâr olup estiğinde, doğanın kolu olup bizi sarıp sarmalıyorsun.
Bu nedenle doğa dirilik olayını sana bağlıyor; senin yüzünden tüm varlıklar duyuyor-düşünüyor, yeri geldiğinde bizlerle konuşuyor. Her eyleme geçtiğinde çiçekleri okşuyorsun, tohumları yeni alanlara taşıyorsun.
Bunun bir bedeli olmalı; bu bedelini ödemek istiyoruz: Aracılığınla tüm doğaya iletilmek üzere, bağrına dem serpiyoruz. Borcumuzu ödüyor, sonsuz teşekkürler ediyoruz.
Gerçeğe Hû! Hava eyvallah!
Havanın Seslenişi
-Aşk ile…
Ey insan, ben size çok şey verdim ama siz bana nankörlük ettiniz: Kirleticilerle kirlettiniz beni; yaşamın güvencesiyken ölümün nedeni olup çıktım.
Farkında mısınız bilmem ama son yüz yılda yeryüzünün ortalama sıcaklığı 0.85 derece arttı. Kömür, petrol, doğalgaz gibi fosil yakıtların yakılmasından kaynaklanan karbondioksit salımları bugünkü gibi devam edecek olursa eğer ortalama sıcaklık, bu yüzyılın sonunu görmeden 4.5 derece yükselecek. İklim değişikliğine karşı önlem alınmazsa dünyamız çöl olacak, deniz seviyesindeki yükselme yine bu yüzyılın içinde bir metreyi bulacak.
Böyle giderse rüzgârın uğultusu, kuşların sesi duyulmayacak. Öyleyse soruyorum sizlere:
-İnsan olmanın sorumluluğunu eyleme geçirip beni kirletmeyeceğinize söz veriyor musunuz?
-Hava eyvallah!
-Veriyor musunuz?
-Hava eyvallah!
-Veriyor musunuz?
-Hava eyvallah!
-Hava eyvallah sözlerinizi delil kabul ediyorum. Dâr’ımın mührünü çözüyorum ve sizleri insanlığınızla baş başa bırakıyorum. Dilerim beni temiz tutma çabalarınız ırmak olur da doğruluk denizine akar.
Gerçeğe Hû! Doğa eyvallah!
Suya Sesleniş
-Aşk ile…
Ey su; hava, toprak ve ateşle birlikte varlığa gelen canlı-cansız her şeyi oluşturan bir nesnesin sen. Pirimiz Hace Bektaş Veli’ye bağladığımız Dört Kapı Kırk Makam öğretisinde sen, marifet kapısının topluluğu arifleri temsil ediyorsun.
Yaşamın başlangıç gerçekliğisin. Görünüşe taşınan varlıklara sıvı niteliğini sen veriyorsun. Sağlığı bağışlayan, esenlik getiren, kalbi-gönlü arındıransın.
Her bahar ayında susayan doğaya koşansın; Hızır günlerinde susuzluğumuzu çoğalttığımızda, bizimle kucaklaşansın. Öfkelendiğimizde, ruhumuzun itaatsizliğini temizleyensin. Her cemimizde, Kerbelâ acımızı söndürensin.
Yaşamın temel güvencesi, toprağın bereket nedenisin. Bunun bir bedeli olmalı; bu bedelini ödemek istiyoruz: Aracılığınla tüm doğaya iletilmek üzere, bağrına dem serpiyoruz. Borcumuzu ödüyor, sonsuz teşekkürler ediyoruz.
Gerçeğe Hû! Su eyvallah!
Suyun Seslenişi
-Aşk ile…
Ey insan, sen doğadan daha büyük değil, yaşamdan daha büyüksün. Unutma; yaşamdan daha büyük olanlar doğadan daha sağlıklı yararlanır. Doğadan aldığın gibi yaşa; sakın doğanın sana verdiğinin dışına çıkma.
Ben yeri geldi, sizin uysallığınızın dışa vurumu oldum; yeri geldi başkaldırınızın yakıcılığını, karşı çıkışınızı ve içgüdüsel tutkunuzu okşadım. Bolluk getirdim, yeniledim sizi ve arındırdım. Hem alçakgönüllülüğünüzü hem de ezici güçlerinizi vurguladım. Bir engelle karşılaştığımda kaçmadım; karşı koymak için toplandım.
Aklıma aykırı davrandığınızda size de zarar verdim; ormanları yok ettiğiniz için ben de sizi besleyecek olan toprakları, sildim süpürdüm. Hiç durmadım, sert kayaları bile aşındırdım; aşındırdım da doğanın heykeltıraşı oldum. Söz verilirse kayalardan daha anlamlı anlatabilirim doğayı size.
Ey insan, verdiklerimin karşılığını kötülük olarak ödediniz bana. Kirleticilerle doğamı değiştirdiniz; dün can suyu idim, şimdi ölüm dağıtıyorum.
Görmüyor musunuz? Sulak alanların yaklaşık yarısı son elli yılda yok olup gitti. Akarsular, hes’lere ve kirliliğe karşı yaşam savaşı veriyor. Öyleyse soruyorum sizlere:
-İnsan olmanın sorumluluğunu eyleme geçirip beni kirletmeyeceğinize, doğanın aklına göre davranacağınıza söz veriyor musunuz?
-Su eyvallah!
-Veriyor musunuz?
-Su eyvallah!
-Veriyor musunuz?
-Su eyvallah!
-Su eyvallah sözlerinizi delil kabul ediyorum. Dâr’ımın mührünü çözüyorum ve sizleri insanlığınızla baş başa bırakıyorum. Dilerim beni temiz tutma çabalarınız ırmak olur da doğruluk denizine akar.
Gerçeğe Hû! Doğa eyvallah!
Toprağa Sesleniş
-Aşk ile…
Ey toprak; su, hava ve ateşle birlikte varlığa gelen canlı-cansız her şeyi oluşturan bir nesnesin sen. Pirimiz Hace Bektaş Veli’ye bağladığımız Dört Kapı Kırk Makam öğretisinde sen, hakikat kapısının topluluğu olan muhipleri temsil ediyorsun.
Bolluk veren, erdemi sağlayan güçsün, suyun bulunmadığı yerlerde bizi arındıransın. Sıcak Hızır günleri gelip çattığında aydınlıkla yıkanıp bizlere bereket sunansın. Seni kırların baharı sevmesi gibi seviyoruz; sende, gün ışığında bir çiçeğin yaşamını, bir böceğin dansını izliyoruz.
Görünüşe taşınan nesnelere sıkılık özelliği kazandıransın; anasın, yeryüzüsün, ürettiğimiz yersin. En önemlisi, okunacak en büyük kitapsın.
Sen nasıl doğadaki diğer varlıklarla kardeşçe yaşıyorsan biz de öyle yaşamalıyız ve herkese öğretmeliyiz. Bunun bir bedeli olmalı; bedelini ödemek istiyoruz: Aracılığınla tüm doğaya iletilmek üzere, bağrına dem serpiyoruz. Borcumuzu ödüyor, sonsuz teşekkürler ediyoruz.
Gerçeğe Hû! Toprak eyvallah!
Toprağın Seslenişi
-Aşk ile…
Ey insan, benden doğdunuz, bana döneceksiniz: Benim aklıma uyarsanız, yaşarken dirileceksiniz. Unutmayın: -Ben acıktım, dediğimde ölüm denen şey gerçekleşir; ölenin bilincine-inancına sahip çıkarsanız, onu yeni bedenlere taşırsanız, unutmayın ölümsüzleşirsiniz.
Benim bir parçamda milyonlarca canlı yaşar. Ben o canlılarla el ele verip yeryüzünü, sizin için verimli kılmaya çalışıyorum. Ama siz ne yapıyorsunuz? Kötülük. Açgözlülük karakteriniz olup çıktı; benden daha yüksek verim almak için kimyasallar kullanıyorsunuz, yaşam katili olacak denli kirletiyorsunuz beni. Uyanın artık; tuz gibi dengeli davranın, koruyun beni. Üzerimde ağaç bırakmadınız, ben de erozyon denen illeti sizin üzerinize saldım. Öyleyse soruyorum sizlere:
-İnsan olmanın sorumluluğunu eyleme geçirip beni kirletmeyeceğinize söz veriyor musunuz?
-Toprak eyvallah!
-Veriyor musunuz?
-Toprak eyvallah!
– Veriyor musunuz?
-Toprak eyvallah!
-Toprak eyvallah sözlerinizi delil kabul ediyorum. Dâr’ımın mührünü çözüyorum ve sizleri insanlığınızla baş başa bırakıyorum. Dilerim beni temiz tutma çabalarınız ırmak olur da doğruluk denizine akar.
Gerçeğe Hû! Doğa eyvallah!
Ateşe Sesleniş
-Aşk ile…
Ey ateş; hava, su ve toprakla birlikte varlığa gelen canlı-cansız her şeyi oluşturan bir nesnesin sen. Pirimiz Hace Bektaş Veli’ye bağladığımız Dört Kapı Kırk Makam öğretisinde sen, tarikat kapısının topluluğu olan zahitleri temsil ediyorsun.
Doğanın ilk çocuğu olarak ışık biçiminde doğdun, Tanrı oldun; ısı-ışık donuna bürünüp havayı, suyu ve toprağı dölledin; döllediğin hava ateş aldı, döllediğin su ateş aldı, döllediğin toprak ateş aldı; her yer ateş oldu, doğa dayanamayarak doğurdu.
Her baharda, gebe kalan kışın çocuğu belledik seni; her kışın yüreğinde kıpırdayan bahar oldun, yeri geldi âşığın kalbinde mahrem şey olup çıktın. Her Nevruz’da/Newroz’da bedenimizi temizledik seninle, olumsuzluklardan arındırdık kendimizi; yıkandık doya doya.
Bunun bir bedeli olmalı, bu bedeli ödemek istiyoruz. Aracılığınla tüm doğaya iletilmek üzere bağrına dem serpiyor, borcumuzu ödüyor, sonsuz teşekkürler ediyoruz.
Gerçeğe Hû! Ateş eyvallah!
Ateşin Seslenişi
-Aşk ile…
Ey insanlar: Ben karanlığın içinde alev aldığım için karanlık doğurdu. Doğa benim yangınımla oluştu, yine sonsuzluk yolunda, benim yangınımla tükenecek: Doğaya bu yazgıyı ben verdim.
Doğanın parçası olarak ey insan, her soluk alışınızda yuttuğunuz oksijenle içinizi ben ateşe verdim. Ruhlarınız, benim yangınımla kendini yakarak bedenlerinizi kurdu.
Benimle ocağınız tüttü, soyunuz sürdü. Durma! Gayretinle alevim gibi yüksel; ikrarını perçinle. Ben yaşamı, yaşam da seni dölleyecek ve sen yaşamın çocuğuna gebe kalacaksın, bunu unutma: Öyleyse soruyorum sizlere;
-Hızır günlerinde, doğaya göz-kulak olmak ve doğayı döllemek üzere beni çağıracak mısınız?
-Ateş eyvallah!
-Çağıracak mısınız?
-Ateş eyvallah!
-Çağıracak mısınız?
-Ateş eyvallah!
-Ateş eyvallah sözlerinizi delil kabul ediyorum. Dâr’ımın mührünü çözüyorum ve sizleri insanlığınızla baş başa bırakıyorum. Dilerim esenlik dilekleriniz ırmak olur da doğruluk denizine akar.
Çerçeğe Hû! Doğa eyvallah!