Milletin parasıyla, vatandaşa hizmet için göreve gelenlerin millete kabadayılık ettiği bir sistemin yaman çelişkisinde, çözüm nedir?
Türkiye siyasetinde yönetenlerin dilinden düşmeyen bir tekerlemedir; ‘biz milletin hizmetkarıyız’. Oysa vatandaş nazarında olup bitenler hiçbir şekilde bu sözle örtüşmüyor. Çünkü vatandaş hizmetkarın da hizmet edilenin de kim olduğunu iyi bilir. Hizmetleri kendilerine lütuf olarak görenleri ve çok iyi bilir.
Millet için hizmetkar olma sözleri bir türlü adresini bulamaz
Seçime doğru vaatler havada uçuşsa da vatandaş vaat edilenle yaşanacak olan gerçeklik arasındaki açıyı defalarca deneyimleyerek enine boyuna ölçüp biçmiştir. Sandıklarda sayım sonrası iktidar koltuğuna oturanların balkon konuşmaları dışında vatandaşın gönlüne hoş gelebilecek ne bir söz duymak ne de bir icraat görmek mümkün değil. Seçilen herkes evvela seçim hazırlıklarında kendi cebinden çıkan paracıkları misliyle yerine koymanın telaşına düşer. Milletin vekili olarak seçilenler o andan itibaren milletten uzaklaşmaya başlar. Çünkü onların işleri başlarından aşkındır ve milleti hatırlayacakları bir sonraki seçime henüz çok vakit vardır. Haliyle öncelik kendi cepleridir ve cepten taşarsa da yandaşa mandaşa düşen kırıntılardır. Hal böyle olunca millet için hizmetkar olma sözleri bir türlü adresini bulamaz.
Miş gibi yapanlardan çözüm beklerken…
Siyaseten süslü laflar etmek zor olmadığı gibi gereklidir de. Sonuçta halk kitlelerini yönetmek için beklenti yaratmak, umut vermek gerekir. Zira erişilen bir nokta için kimse heyecan yapmaz. Yönetenler için henüz ulaşılamayan şeylerin hayalini kurdurmak daha işlevseldir. Hem cepten de bir şey çıkmaz. O yüzden, yönetenler aslında halkın birçok ihtiyacını özellikle karşılamaktan imtina ederler. Çünkü karşılanan her ihtiyaçtan sonra insanlar bir adım ötesini düşünmeye başlar. Bu nedenle yönetenler sürekli miş gibi yaparlar. Çok zorda, darda kalmazlarsa da gerçekten o ihtiyaçları karşılamak istemezler. Kurulu düzenin yönetme biçimi basitçe budur. Yani, kitlelerin ihtiyaçlarını karşılamak üzerine, onların daha iyi yaşam koşullarına sahip olmasını önceleyen bir bakış açısı yoktur.
Milletin içinden çıkan millete hava atarsa
Aslında çok şeyden yoksun bırakılan kitleler üretir tüm zenginlikleri. Ama tersinden nedense üretimden kopan ya da hiç üretimin kıyısından geçmeyen birileri yönetir. Yönetenler üretmez, üretenler yönetmez, düzen böyledir. Ne kadar çok çalışırsan o kadar az ve ne kadar az çalışırsan o kadar çok kazanırsın. Çok çalışanlar hamallaşırken az çalışanlar ise hükümdarlaşır. Hizmet edenle hizmet edilen arasında böylesine bir çelişki hep sürer. Lafta üreten her şeyin sahibiyken, icraatta ise üretimden kopanlar her şeye sahiptir. Milletin kendisine seçtiği vekilden daha az itibar görmesi bundandır. Millet seçer, milletin parasıyla geçimini sağlar ancak her nedense milletin üzerinde görür kendini. Vatandaşın ödediği vergilerden maaş alan amirinden memuruna herkes yine milletin üzerinde görür kendini. Oysa tam tersi olması gerekirdi ama öyle değil. Milletin içinden çıkan, millet için mesai tüketmesi gerekenler birden millete yukarıdan bakmaya, onlara caka satmaya başlar.
Bu nasıl adalet?
Neden böyle olduğunu insanların kötü niyetiyle açıklamak mümkün mü? Nedense millete gerçekten hizmet etme idealiyle hareket edenlerin sayısı parmakla sayılırken, kendisini milletin efendisi sananları ise saymakla bitmez. Demek ki, sistemsel bir terslik var. Öyle bir tezgah kurulmuş ki, bir taraftan sıradan bir vatandaş olarak giren öte taraftan efendi olarak çıkıyor. Yaşam tarzıyla, oturuşuyla kalkışıyla vatandaşa yabancı tipler türeyip duruyor. Bu işte bir terslik olduğu aşikar. Hizmetkarım diyene saraylar, vatandaşa ise kısıtlamadan kısıtlama beğenmeler. Vatandaş asgari ücrete talim ederken, hizmetkarın maaşına gelen zamlar bile vatandaş için hayali dahi kurulamayacak tutarlardır. Kemer sıkma talimleri nedense hep iki yakası bir araya gelmeyen vatandaşın kaderi olur. Öyle bir adalet ki, evlere şenlik…
Az olan çok, çok olana az verelim
Hizmetkar olanla hizmet edilen arasındaki yaman çelişki kısır bir döngü olarak yaşanır durur. Hizmetkar sarayda, hizmet edilen gecekonduda olduğu sürece bu çelişkinin bir çözümü olmaz. Toplumu eşitlemenin yolu az olan çok, çok olana az vermektir ama kimin umurunda. Çok alan daha fazlasına gözünü dikerken, az olandan daha azına talim etmesi beklenir. Eşitsizlik büyüdükçe büyür ama kimin umurunda…