Kürt meselesi, 1990’lı yıllarda başlayan ve yaşadığımız coğrafya dahil olmak üzere, tüm dünya da kimlik temelli, farklılıkların tanınması talepleri meydana gelmiş, bu talep ve istekler nedeniyle yoğun çatışmalar günümüze kadar süregelmiştir.
Müslüm Doğan
Sistemin Türkiye toplumunun çoklu kültürel yapısından kaynaklı sorunlara; çözüm odaklı yanıt veremeyişi, farklılıkların eşitlik esaslı kurulacak sistem dengesinin nasıl sağlanacağı hususunda meselenin sosyolojik gerçeklikle birleştirmede ki, bilinçli isteksizliği, Kürt meselesi olarak karşımıza çıkmıştır.
Ancak mesele 90’lı yıllarla sınırlı değildir elbette.
Kürt meselesinin tarihsel arka planı
Tarihsel arka planı meselenin nedenlerinin başında gelmektedir. Bu tarihsel arka plan Kürt meselesini yaşadığımız çağ olan “belirsizlikler çağına” kadar sürüklemiştir. Geride kalan son iki yüzyılda, büyük imparatorluklar parçalanarak yok olurken 100 den fazla ulus devlet ortaya çıkmıştır.
Sosyalist Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla da ulus devlet niteliğinde yeni devletler süreçteki yerini almıştır. Osmanlı Devleti’nin uluslararası emperyalist sistem tarafından paylaşılma çabaları ve Sykes-Picot anlaşmasıyla vücut bulan kuşatılma sonucu, Anadolu’da yaşayan halklar ortak kurtuluş mücadelesi kararı almışlardır. Emperyalizme karşı verilen mücadele aslında, yeni kurulacak devletin program ve anayasal düzlemde olmak üzere, strateji ve politik düzlemlerde halkların ortak bir irade kararı olup bir mutabakat niteliğindedir.
Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasıyla, Kürt meselesi, anayasal düzlemde gerçekliğini bularak; Türklerin ve Kürtlerin ortak vatanı Anadolu üzerinde yaşayan halklar birlikte yaşam kararı almışlardır.
Kurulan devletin adı Türkiye Cumhuriyeti’dir. Devletin sınırları, ortak vatan olarak tanımlanmıştır. Kurulan TBMM Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisidir. Kurulan hükümet te Türklerin ve Kürtlerin ortak hükümetidir. Kürtler bir azınlık değil, Türklerle birlikte cumhuriyet ’in asli kurucu unsurudur. Türkiye, nahiyelerde nahiye şuraları(meclisleri), iller de il şuraları ve ülke ölçeğinde Büyük Millet Meclisi tarafından yönetilir…
Yukarıda özetlenen birlikte yaşam esaslı demokratik birlik ulusu temel alan, ilk anayasa 1924 Anayasası ile deyim yerinde ise mutabakat sonlandırılarak, tekçi ve egemen ulus psikolojisi devlete egemen olmuştur. Kürt meselesi de bu süreçten sonra talepleri nitelik kazanmaya başlamıştır. Sonrası isyanlar, günümüze kadar gelen Kürt meselesi ve seçilen mücadele biçimi , “şiddet”
Kürt doğal yaşam hakkı talepleri, aslında modern demokrasiler içerisinde; daha çok tanınma, siyasal iktidarı paylaşma amaçlıdır. Kürtlerin son yirmi yılda geliştirdikleri yeni siyaset değerler dizisi; Kürtlerin geçmişle bağlarını koparma talebi ile küçük burjuva ve elitlerinin birlikte tarih yazma hevesi olarak tanımlansa da, yeni bir toplum yaratma çabası ile egemen ulusçuluğa karşı, demokrasinin derinleştirilmesi kaygısıyla toplumsal yaşamı birleştirme çabası olarak değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Cumhuriyet ile yaşıt, bir soru yanıtını bekliyor!
Kürtler ne istiyor?
Ülkemizde insanların biri birine çokça sorduğu soru!
Kürtler tarafından cevabı bilinen soru ile ilgili olarak, Kürtlerin farklı sınıfsal boyuttaki temsilcilerinden tutun da tüm aydınları, politik önderleri, siyasal parti programları… Dört ayrı jeo-politik yaşam coğrafyasında ve dört ayrı devlet sistemine karşılık; bir irade birliği içerisinde bu soruya şaşırtıcı şekilde aynı cevabı veriyorlar.
Bulundukları ülkelerin halkları ile “ birlikte eşit olmayı ve eşit koşullarda yaşamayı” yani “ulusal demokratik haklarımızı” istiyoruz diyorlar.
Bu belirleme, Kürt halkının birlikte yaşam arzusu olarak ifade edilmektedir. Talebi tanımlayan bu belirleme, Kürtler anlamında bir birikimin de sonucudur. Uzun bir süredir tekçi bir ulus devlet organizasyonları içinde yaşamalarına rağmen ortaya koydukları birlikte yaşam iradesi ve arzusu çok değerli bir talep olarak karşılık bulmalıdır diye düşünüyorum.
Bu eşit yaşam arzusu, neden karşılık görmüyor? Bu, olsa olsa egemen ulus psikolojisi ve egemen ulus kazanımları ile ilgili bir husus olmalıdır. Birlikte yaşadığınız halklarla eşit olmanın doğal olduğu hususunu karartan şey nedir?
Mesele, ulus devletidir. Bu tespitle mesele burada farklı bir anlam kazanmaktadır.
Ulus devletler, egemen olan ezen ulus ile diğer ezilen ulus ve milliyetlerin birlikte yaşadığı devlet organizasyonlarında, kazanımları paylaşma da çağımızın sorunlu devletleri olarak ifade edilmektedir.
Ülkemizde egemen ulus ile ezilen ulusu karşı karşıya getiren soru ve cevabı, kırk yıldır ağır hak ihlallerine varan bir sürecin yaşanmasına neden olmaktadır. Sorunun kaynağına inmeden sonuç üzerinden meselenin sosyolojisinden uzak, aşırı güvenlikçi bir devlet politikası ile “silahlı mücadele” de direten bir örgütsel yapının kör döğüşü, halklar arasındaki güçlü kadim bağların zayıflamasına neden olmaktadır.
İstenmeyen çatışma süreçlerinde, yeterince inisiyatif almayan ve de alamayan egemen ulusun; aydını, sosyalisti, sanatçısı ve ezilen sınıfın temsilcilerinin, egemen ulus kazanımlarına yenik düştüğü söylenebilir. Bu yüzden, askeri ve sivil bürokratik devlet oligarşisi bu süreçten yararlanmayı kendisine görev saymış ve meseleyi çözümsüz bir noktada tutmayı başarmıştır.
Değişik özellikli dört ayrı jeopolitik bir coğrafyada yaşamlarını farklı ulus devlet organizasyonları altında sürdüren Kürtlerin, birlikte yaşam esaslı demokratik bir toplum modelinde ısrar etmesine rağmen neden karşılık görmüyor?
Bu konuda açıkça ifade edebileceğimiz husus; egemen ulus psikolojisiyle örgülü bir sivil ve askeri devlet oligarşisinin varlığıdır. Devlete egemen olan bu yapı, Cumhuriyet’in demokratikleşmesinde de en büyük engeldir. Aynı zaman da bu oligarşik yapı, son süreçte Cumhuriyet’in temel kuruluş ideolojisinden uzaklaşarak, Siyasal İslam (dini siyaset ve iktidar aracı olarak kullanan) ile ortaklık kurmuştur. Bu durumda ülkedeki sorunları ağırlaştırırken meseleleri çözüm ekseninden uzaklaştırmıştır.
Cumhuriyet idaresinin en büyük sorunu olan ve tekçiliğin kaynağı, devlet oligarşisi ve ideolojisinin, meselenin sosyolojisini kavrayamadığını söyleyebilir miyiz?
Elbette hayır.
Aksine devlete egemen olan askeri ve sivil bürokrasi meselenin sosyolojisi dâhil tarihi arka planını da dâhil olmak üzere tüm süreçleriyle iyi bilmektedirler. Sistemin en önemli sorun üreten mekanizması olan devlet oligarşisinin sonuç üzerinden giderek meseleyi, “beka” düzeyine yükseltmesi, egemen ulus kazanımlarının paylaşılması kaygısından kaynaklıdır.
Bu durum, Türk halkının istemediği bir durumdur. Yapılan sosyolojik araştırmalarda; Türk halkı, tüm kazanım ve değerlerini, binlerce yıldır birlikte yaşadığı kadim bir halk olan Kürtlerle paylaşmaya hazırdır. Her iki halkta, yarattıkları ortak vatanda birlikte eşit bir şekilde eşit yurttaş temelinde yaşamak istiyorlar. Bu konuda halklar arasında mutabakat sağlanmıştır. Kürtlerin buna rağmen geliştirdikleri paradigmayla, bin yıldır bir arada yaşayan halklar ile birlikte yaşamda diretmeleri, geleceği birlikte inşa etme talepleri son derece değerli önemli bir birikimin sonucu olduğu kadar, ulusal ruhsal gelişimin de ürünüdür. Bu gerçeklik aslında Kürt meselesinin çözümünü kolaylaştıran bir durumdur.
Kürtlerin ne istediğine ilişkin konuyu biraz daha açalım.
Kürt aydını, entelektüeli köylüsü, işçisi, öğrencisi; kısacası Kürt toplumu, yeni bir toplum sözleşmesi ile mevcut idari ve sosyal yapıda köklü bir değişiklik le, yerel meclislerde (İl Genel Meclisi, Belediye Meclisi) halkın seçme ve seçilme süreçlerinde halkın dâhil edilmesini, kültürel farklılıklarının özgürce ifade edilmesini ve bu konularda yerel de güçlendirilmiş yerel demokrasiyi savunmaktadırlar.
Yerel demokratik yönetim organlarının sağlık, eğitim ve bütçe konularında karar verebilir demokratik yapılara kavuşmasını istemektedirler. Kürtler ortak vatan da Türklerle kurdukları ülkelerinde kurucu unsur olarak, yeni bir toplum sözleşmesinde, kendilerinin ifade edilmesini doğal hak talebi olarak görmektedirler.
Ülkemiz birçok dilin varlığına rağmen yalnızca bir dil hakkının olduğu ülke olup, anayasa ile de “resmi dili” sınırlaması getirilmiştir. Bu durum toplumlar arası gerilimlere yol açmaktadır.
Çok uluslu siyasal toplum gerçeği ve toplumsal çeşitliliğinin yönetimi tekçilik anlayışı ile değil, ulusal çeşitliliğin korunması ve demokratik bir yeniden demokratik birlik Ulus’un inşası esasıyla mesele ele alınmalıdır.
Başka bir deyişle; entegrasyon-uyumlandırma adı altında asimilasyon çabası yerine farklılıkların yalnızca tanınmasını da ötesinde, ulusal toplulukların güçlendirilmesi temelinde eşitlikçi olanakların anayasal eksende değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bakış ile sağlıklı toplumlar arası eşit ilişkiler ve birlik sağlanmış olacaktır.
Dilsel eşit muamele talepleri sistem tarafından doğru algılanamamıştır. Dolaysıyla ülkedeki dilsel çeşitlilikle ilgili kaba bir tek dilcilik söz konusudur. Bu durum aşılmalıdır.
Kürtlerin; anadillerinde eğitim görmeleri doğal bir hak olduğu için yerel meclis kararları ile eğitim olanaklarına sahip olmayı istemektedirler. Bu talep Türkçe yanında Kürtçenin de eş değerde ve zorunlu eğitim dili olmasını kapsamaktadır.
Özünde sıraladığımız bu talepler için son kırk yılda on binlerce insanımızı kaybettik. Ülke kaynaklarını bu konu için heder ettik.
Bir başka talep yüzleşme!
Kürtler, tarihsel geçmişle yüzleşmeyi hesaplaşma olarak görmemektedir. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geçmiş ders almak üzere tarihin tanıklığına bırakılmıştır. Aslında yüzleşmenin halklar arasındaki bağı güçlendireceği hususu açıktır. Cumhuriyet’in demokratikleşmesi için geçmişin muhasebesi yapılmalıdır.
Yüzleşmenin ana konusu neden tekçilikten uzaklaşamıyoruz? Sorusudur.
Neden “ortak vatan” da ulusların, demokratik birliği temelinde bir arada tutacak onların birlikteliğini geliştirecek güçlendirecek politikaları üretemiyoruz? Bu sorgulama ve muhasebe yüzleşme olarak görülmelidir. Kürtler sorgulamasını bir birikim ifadesi olarak, Cumhuriyet kurucu irade kadrolarının neden “ortak vatan” paradigmasından uzaklaşıldığını ve ulaşıldığı tekçi çizgi anlayışı temelinde yapmaktadırlar.
Kürtler anlamında bakıldığında, egemen ulusları kaygılandıracak bir durum da söz konusu değildir. Çünkü dört ayrı ülkede, dört farklı siyasal rejim, dört farklı ekonomi düzeni, dört farklı siyasi kültürel durum ve dört ayrı jeo-politik durum içerisinde yaşayan Kürtlerin, ulus devlet gibi ciddi planda bir birliktelikleri ve de bu konuda talepleri bulunmamakta dolaysıyla stratejik planları bulunmamaktadır. Başka bir deyişle ulusal bir birlikleri söz konusu değildir.
Ancak gelecek süreçler için; doğal hak taleplerinin karşılanmaması ve çözüm odaklı olmayan politikalarda ısrar edilmesi durumunda, geleceği güç olmayacaktır. Doğal haklarının kullanımına ilişki taleplerin “beka” sorununa indirgenmesi ve ağır güvenlikçi politikalar, Kürtler anlamında yeni süreçlerin planlanmasına zorlayabilir ve şiddet politikalarına yeni zemin hazırlama olasılığı daha ağır basmakta diye düşünmek doğru olacaktır. “Şiddet”; politikasını verilmeyen doğal haklar üzerinde kurmaktadır. “Şiddet” ’in panzehri, eşit yurttaşlık haklarının ulusal demokratik haklarla birleştirerek anayasal düzlemde tescil görmesini sağlamaktır.
Kürtler bulundukları devletler içerisinde demokratikleşmeyi ve kültürel doğal hak taleplerini birlikte yaşadıkları halklarla eşit bir şekilde birlikteliği savunmaktadırlar.
Başka bir deyişle yaşadıkları her ülke onlar için “ortak vatan”dır.
Sonuç olarak, bırakalım geçmiş tarihi, yakın modern tarih, bize birlikte yaşanılmış ve elde edilmiş birikim ve değerlerin talep edilen hakların doğal hak olarak görülmesini zorunlu kılmaktadır.
Yakın tarihin tüm siyasi süreçlerinde Kürtler anlamında ortaya konan taleplerin hemen hemen hepsi, devlete egemen olan ideolojinin askeri sivil bürokrasisi tarafından “bölücülük” amaçlı olduğu gayesi ile reddedilmiştir. Zora dayanan ağır aşırı güvenlikçi politikalarla “şiddet” ortamı gerekçe gösterilerek talepler susturulmaya çalışılmaktadır. Bu politika, meselenin çözümü yerine meseleyi çözümsüzlüğe götürmektedir. “Şiddet” ’in kullandığı zeminleri çoğaltmaktadır.
Kürtlerin hak taleplerine karşılık giderek artan bir hızla süren devlet kayıtsızlığı ve katılığı yeni talep ve sorunları ortaya çıkaracağı hususu tartışmasız bir gerçekliktir. Doğal hak taleplerinin sonuç üzerinden değerlendirilerek reddedilmesi meselenin yeni olumsuz boyutlarına neden olacak ve dolaysıyla “şiddet” politikaları yeni zemin bulacaktır.
Yukarıda belirtilen taleplerin, demokratik zeminlerde çözüm olanakları var iken silahla talep edilmesi çağdaş dünya da kabul edilebilecek bir husus değildir.
“Şiddet” hiçbir şekilde kabul edilemez.
“Silahlı mücadele” olarak ifade edilen “şiddet”, koruculuk sisteminin doğmasına, bölge halkının yoksullaşmasına, on binlerce insanımızın hayatını kaybetmesine ve ekonomik gelişmede bölgede geriliğe neden olmuştur.
Çözüm; “silahlı mücadele” yerine demokratik mücadele zeminlerinin çoğaltılması ve bunda ısrar edilmesi ve taleplerin anayasal hak talepleri düzeyine çıkartılarak, birlikte yaşayan halklarla, talep edilen hakların doğallığı konusunda mutabakat sağlanmış olması son derece önemli ve değerli iken kör döğüşte ısrar Kürt halkının yararına olmadığı kesindir.
Mutabakat toplumsal uzlaşmanın siyasi belgesidir.
Yeni bir toplum sözleşmesinin gündemde olduğu bu günlerde Kürt meselesi olarak ifade edilen doğal hakları karşılayacak talepler, halkların mutabakatı ile yeni anayasada anlam bulmalıdır.
Başka bir deyişle, derin bölünmüşlük izlenimi veren toplumumuzda, siyasal aktörlerin taleplere karşı zorla boyun eğdirme dinamiklerinden vazgeçerek, “şiddetin” olanaklarını kısıtlama temelinde, ulus devletin homojenleştirme görüntüsüne son vermek ve bu durumu sorgulayarak, olgun bir siyaseti süreçte yer almasını sağlamak gerekir. Siyaseten aynı dalga boyunda bir iletişimin kurulması zorunludur. Böyle bir zemin “şiddetin” önünde en büyük engel olacaktır.
Bunun anlamı; özgürlük ile otorite arasında bir dengenin kurulması talebidir. Bugün evrensel eşitlik için zorunlu görülen tek şey özgürlük talebinin doğal hak olarak görülmesidir.
Müslüm Doğan kimdir?
1959 Divriği-Sivas doğumlu, ilk orta ve lise eğitimini Ankara’da tamamladı. Yükseköğrenimini Konya Devlet Mimarlık ve Mühendislik Akademisi Harita Mühendisliği bölümünde tamamladı. Kamu kurumundan emekli oldu. Sırası ile Ankara Divriği Kültür Derneği Başkanlığı, TMMOB Harita Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu üyeliği ve Pir Sultan Abdal Derneği Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu. HDP’nin kurucu Parti Meclisi ve MYK üyeliğinde bulundu.25. ve 26.Dönem İzmir Millet Vekilliği ile 63.Hükümet’te Kalkınma Bakanlığı görevinde bulundu. Toplum sorunlarına ilişkin olarak ve de Mesleki konularda yayınlanmış makaleleri bulunmaktadır.