Koronavirüs salgınının yayılmaması için alınan önlemlerden sokağa çıkma yasağının çalışmayan kesimlerle sınırlı tutulması çare mi?
İçişleri Bakanlığı, 20 yaş altına sokağa çıkma yasağı getirdi ama hemen adından 18-20 yaş arasında kamuda ve özel sektörde çalışanlara, mevsimlik tarım işçilerine, sokağa çıkma yasağından muafiyet getirdi.
Çalışan gençlere yasak yok
Bunun anlamı açık, çalışana sokağa çıkma yasağı yok. Yani, 18-20 yaş arasındakiler için sokağa çıkma yasağından muafiyetin temel kriteri çalışan olmak. 81 il valiliğine gönderilen genelgede, sokağa çıkma yasağından muaf tutulanlar, istisna kapsamında olduklarını kanıtlayacak belgeleri yanlarında bulundurmak ve denetimler sırasında bu belgeleri ibraz ettiklerinde sorun çıkmayacak.
Nüfus hareketliliğinin olduğu yerde virüs için açık kapı var demektir
Koronavirüsle mücadele günlerinde böylesi bir uygulamanın avantajları ve dezavantajları bir yana çalışan, üreten insanların koronavirüse karşı nasıl korunabilecekleri ve çalışma alanlarında koronavirüs salgınının yayılmasının nasıl önlenebileceği konusunda pek de bir açıklık yok. İşçiler üretsin, çalışsın ama sonuçta dönüp dolaşıp evlerine gelecekler ve bu hareketlilik sonuçta illa ki bir şekilde virüsün yayılmasına zemin hazırlayacak. Bunun önüne nasıl geçilecek doğrusu kimsenin buna kafa yorduğu yok.
Sorunlu yaklaşım
Bunu bırakalım, koronavirüs testi pozitif çıkan bir işyerinde işçilerin tedirgin olması, çalışmak istememesi üzerine patronun eli sopalı adamları işçileri tehdit edebiliyor. Virüse karşı mücadele günlerinde böylesine bir tablonun çalışanlar üzerindeki etkisi üzerine düşünmekte fayda var. Patronların tek derdi kar olursa ve işçinin can güvenliğini, sağlığını hiçe sayan yaklaşımlara dur denilmezse insanlar arasında kaygı giderek derinleşecek.
‘Hazıra dağ dayanmaz’
İnsanların temel gereksinimlerinin karşılanması için üretim olmazsa olmaz. Üretimin, hizmetin tamamen durması hayatın da durmasıdır. Hiçbir hazır kaynak uzun süreli üretimsizliğe dayanabilecek güçte değildir. Hazıra dağ dayanmaz. Bu durumu bir ay, üç ay, beş ay idare edebilecek hazır bir kaynak var mı bilmiyorum. Ama en kötü durumda dahi bir şekilde üretim yapmak zorundayız. Çünkü virüsün kontrol altına alınması ya da virüse bir çare bulunması sürecini şuan kimse ön göremiyor. 3 ay sonra virüs bitecek, o zamana kadar herkesi evinde kalsın. Üretim olmasın, birikmişler bize 3 ay yeter diyebilecek bir olanağa sahip miyiz bilmiyoruz. Zor zamanlar için elde ne kadar birikim var, bunları vatandaş olarak bizim bilme olanağımız yok. Bunun yanıtı devleti yönetenlerde.
Nasıl paylaşacağız?
Diyelim ki, hâlihazırda üretilmiş ürünlerin paylaşımı bizi üç beş ay idare edecek durumdadır. Ama bu durumda bile bu ürünlerin dağıtımı için ciddi bir lojistik gerekecek. Yani, yine birileri zorunlu olarak dışarı çıkmak, çalışmak zorundadır. Yani, hiçbir durumda sıfır çalışma diye bir şey olmayacak. Demek ki, bir şekilde zorunlu ihtiyaçlar için çalışma yaşamı olacak. Tabii ki, bunun için en asgari şekilde bir istihdam ve en azami şekilde bir hijyen kuralı işletilmek zorunda.
Üretimde dönüşümlü çalışma
İşçilerin hepsi değil ama bir bölümü mutlaka üretimin içinde olacak. Üretilen ürünlerin dağıtımı için çalışanlar olacak. Kamusal alanda sınırlandırılsa da bir çalışan kesim olacak. Bundan kaçış yok. Nasıl ki, sağlıkçıların için ortak mekanlarda kalma olanağı sağlanıyor, bunun diğer alanda üretimde, hizmette mesai harcayanlara da getirilmesi düşünülebilir. Üretim kar için değil, insanların ihtiyaçları ölçüsünde asgari bir şekilde düzenlenebilir. Çalışan sayısı minimuma indirilerek, vardiya sistemine geçilebilir. Fabrikadan günlük eve geliş gidişler yerine, üretim sürecine katılanlar bir süreliğine steril alanlarda, sıkı denetimlere tabi olarak kalınabilir. Bunun uygulaması için nasıl bir planlama yapılabilir, üzerine düşünmekte fayda var.
Risk büyük
Hem üretim olsun, herkes normal zamanlardaki gibi işine gidip gelsin, üretim eskisi gibi devam etsin mantığı virüsle mücadele noktasında çok kırılgan bir yapıya sahiptir. Milyonlarca insana bir davranışı eksiksiz uygulatmak mümkün değil. Milyonlarca çalışan var ve her gün hareket halindeler. Böylesi bir ortamda virüsün yayılmasını önlemek gerçekçi durmuyor. Aslında keşke daha en başında en az birkaç hafta herkesi evinde tutabilme ve virüsün yayılmasını minimize etme yoluna gidilebilseydi ama bu olmadı. Şimdi ise vaka sayıları on binleri buldu ve virüsün yayılmadığı il kalmadı. Bilinen vakalarda bu böyle ve bilinmeyenler daha da büyük riskler oluşturuyor. Şuan vatandaş her yerde virüs varmış gibi hareket etmek zorunda kaldı.
Virüse karşı her hata bizi zayıflatır
Virüse karşı mücadele kapasitemizi soğukkanlı bir şekilde değerlendirmek durumundayız. Her hatalı yaklaşım her eksik davranış bizi virüse karşı daha da güçsüz düşürüyor. Kaygıların artması bağışıklık sistemimizi ciddi etkiliyor. Bu işin psikolojik sorunları üzerine henüz neler yapmamız gerektiği üzerinde düşünecek vakit dahi bulamıyoruz ama yarın bu sorunlar karşımıza ummadık şekilde çıkabilir. O yüzden her şeyi öncesinden hesap etmeli ona göre bir senaryoya hazırlıklı olmalıyız.
Virüsle imtihan!
Virüsü illa ki yenmek zorundayız ama bunu nasıl yapacağımıza tüm toplumu hazırlamak diye ciddi bir yük var orta yerde. Virüsle ya ciddi bir mücadele içine girerek gün gün alanını daraltıp kontrol altına alıp yok edeceğiz ya da virüse karşı kontrolü yitirecek ve “ölen ölür kalan sağlar bizimdir” durumunu yaşayacağız. En kötüsünü yaşamamak için hala vaktimiz olduğu konusunda iyimserliğimizi koruyarak yapılması gereken işlere, alınması gereken tedbirlere tüm toplum olarak elbirliği ile sahip çıkacağız. Herkesin sadece kendini düşündüğü bir anlayışın virüse karşı başarı kazanma şansı yok. Hepimiz bunu bilerek hareket etmek zorundayız.
Üretim şart ama nasıl?
Üretime de üretilenleri paylaşmaya da ihtiyacımız var. Kimsenin hazırda aylarca tüketecek bir birikimi yok. Bu sadece ülkemizin ekonomisi için değil, dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine birikmiş bir zenginlik olduğunu sanmıyorum. Mesele sadece sermaye birikimi ile ilgili değil, birikmiş ürün kapasitesi sorunu diye somut bir durum söz konusu. Tamam, elinde varsa devlet tüm vatandaşlarına parayı versin ve herkesi ihtiyaçlarını karşılamak için çarşı pazarın, marketin yolunu tutsun. Ama bunun gidip dayanacağı bir nokta var ve bu sürenin ne kadar olacağını kestirmek zor. İşsizlik Fonu’ndaki birikmiş tüm parayı vatandaşa dağıttık. Sonra, elde avuçta ne varsa harcadık. Peki, ya sonra; sonra yine üretmek zorundayız. Ama peki virüsü de henüz kontrol altına alamadık. Eeeee ya ondan sonrası, yine üretime ihtiyaç duyacağız. Peki, elde yok avuçta yok, neyi nasıl üreteceğiz?
Ne için üretim?
Yani, dön dolaş üretim şart ama nasıl ve ne kadar üretim? Bunu iyi planlamak lazım. Kar için değil, insanların ihtiyaçları için üretim. Yoksa virüsün yayılmasını durdurma işinde başarı sağlamak mümkün gözükmüyor. Bakalım, yaşayarak göreceğiz süreç nasıl sonuçlanacak, neye evrilecek.