“Asıl acınılacak yoksulluk, maddi yoksulluk değil; düşüncede ve bilgideki yoksulluktur.” Victor HUGO
Toplumlar ancak ve ancak öğrenip, bilinçlenip ve sorgulayarak gelişirler. Toplumların gelişiminde iki ana kategorik özellik vardır. Bunlardan biri doğa diğeri de düşünce’dir. Hiçbir toplumsal gelişme doğa ve düşünce’den kopuk ele alınamaz! İnsanın en acil ve olmazsa olmazı olan kendi varlık bilincine kavuşmasıdır. İnsanın kendi varlık bilincine ulaşması da ancak kendi tarih bilinciyle mümkündür. Çünkü tarih bilinci bize kim olduğumuzu ve nasıl yaşadığımızın bilincini oluşturur ve de aynı zamanda yarınlarda gideceğimiz yolda kılavuz görevini görür.
Tarihselliğimize kısaca bir göz atalım! İnsan, vardan var oldu ve varoluşundan itibaren de doğa içinde bütün canlı varlıkların yaşam mücadelesinin aynısını verdi. Doğayla uyumlu bir şekilde kendi inşasını gerçekleştirip, doğanın bir parçası olarak yaşamını sürdürdü. Devamında evrim geçirerek üretken bir yapıya kavuştu ve düşünsel anlamda dünyayı algılamaya incelemeye başladı. Keza insanın her icadı bedeninin evriminde insanı bir adım öteye taşıdı. Çevresindeki yaşantıları, hareketleri inceleyerek, bunlara vakıf oldu ve yeniliklerde (ateş ve kesici aletler vb.) bulundu. İnsan, kendi özünü yaratırken doğanın özünü de keşfetti, doğaya sadece beden ile dâhil olmadı; akıl, mantık, irade ve duygu dâhil oldu. Akıl, mantık, irade ve duygu insanı insan yapan temel etkenlerdir. Akıl ile sorgulamayı, mantık ile doğru-yanlış, irade ile iyi-kötü ve duygu ile güzel-çirkini ayırt ederek insanlığın özünü oluşturup, mevcut toplumsallığı ve düşünsel yaratımları var etti.
TOPLUMSALLIK (BİR ARADA YAŞAMAK)
Toplumsallaşma nedir? Emilio WİLLİEMS, toplumbilim sözlüğünde (Dictionnaire de Sociologie, Paris, 1961) toplumsallaşma kavramını şöyle açıklayıp açıklamaktadır: “Bireyin, yalnızca biyolojik bir varlık olmaktan çıkıp belli bir topluma ve belli kümelere bütünleştirilmesi sürecine toplumsallaşma süreci denir” diyor. Toplumsallık insanlığın en doğru rotasıdır. Toplum adı verilen bir arada yaşamak, insanın doğal yapısı gereği olan toplumsallıktadır. Toplumsal bilincimiz varlık olarak yaşamın gereğidir. Açıkçası toplumsallık insanın düzeneğidir. Tıpkı güneşin enerjisini etrafındaki gezegenlere eşit bir şekilde dağıtması gibi! Toplumsallık aynı zamanda birey için güneş vazifesi görmektedir.
Bugün insanın kendini kargaşadan (kaostan) kurtaramaz durumda olmasının ve toplumsal olarak bunalım yaşamasının nedenlerinin başında insanlığın kendi toplumsallığından uzaklaşmasından kaynaklanmaktadır desek her halde yanılmış olmayız. Doğası gereği toplumsallığın doğasında özgürlük ve eşitlik sorunu yoktur. Oysaki toplum bugün doğadan koparılarak “demir kafese” hapsedilmiş durumdadır. Oysa insan gerçekliği toplumsal varlıkla ifadesini bulur. Toplumsal varlık kalıplara sığmayacak kadar özgür ve özgündür. Toplumsal yaşamın görsel (görünecek) alanı ise siyaset alanıdır. Siyasi yaşamın varoluş nedeni ise özgürlüktür. Ve bu özgürlük esas olarak eylemde tecrübe edinir. Fakat eylem ve söylem birbirine tezat oluşturmamalıdır. Eğer eylem ve söylemde bir tezatlık oluşturulmuş ise orada ikiyüzlülük var demektir. Unutmayalım ki; ikiyüzlülüğün olduğu yerde de toplum manipüle ediliyor demektir…
Aynı zamanda toplumsallığın temel işleyiş dinamikleri ahlak ve politika etkenleridir. Toplumsallıkta işlevsel ve etkin olan da bu iki alandır. Bunlardan birisi yaratıcılığı doğru olanı sürekli esas alırken bir diğeri de iyi olanı sağlar. Bu ikisinin sentezi de güzel olanla taçlandırılır. Bu üç kavram (iyi, doğru ve güzel) geçmişin yeniden inşa edilmesinde kilit kavramlardır. Yani kaybettiğimiz şeyi (değerlerimizi) tekrar kaybettiğimiz yerde bulmanın anahtarıdır. Bu anlamıyla toplumsallık insanın iyi, doğru ve güzel olmasını sağlayan sığınak gibidir. İyi insanidir, güzel toplumsallığın icadıdır, doğru ise her ikisinin tarihsel gelişimi ve varoluş gerçeğidir.
TOPLUMSALLIK ve KAPİTALİST DÜZEN
Günümüzde yaşanan kapitalist finans çağının kendisini birey ve toplumlarda nasıl yaşatıp sistemleştirdiğini ve de kendini nasıl ve neden sürekli kıldığını iyi incelemek gerekiyor. Naçizane, kapitalist sistemin kendini sürekli kılmasının ve yayılarak köklerini her kıtaya salmasının nedenlerinin başında insanın egosuna, hırsına ve tamahına yenik düşmesinden kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Fransız yazar Honoré de BALZAC’da, “Hırs ve tamahın başladığı noktada saf duygular sona erer” diyor! Geldiğimiz noktada insanoğlunun doyumsuzluğuna ve egosuna yenik düşmesine tanıklık ettiğimiz gerçekliğiyle yüzleştiğimizde bu tespitin çok doğru olduğunu görürüz.
Sonuç olarak kurulu soygun sistemi (kapitalist sistem) sürekli her şeyi paraya çevirerek toplumsal değerlere ait ne var ise parçalayarak, sömürüp, çürütmektedir. Aynı zamanda insanın egosuna, hırsına ve tamahına yenik düşmesinden kaynaklı olarak, toplumsal değerlerimiz, su kaynaklarımız, tarım arazilerimiz ve ormanlarımız yok olmaktadır. Açıkçası her gün doğal yaşam kaynaklarımız atılan çöplerle kirlenmekte ve de yapılan talanla yok olmaktadır. Bu doğayı kirletme ve talan durumu insan için tehlike çanlarının çaldığı anlamını taşımaktadır. Geldiğimiz noktada ekolojik (çevre) üretim, tüketim ve dönüşüm vs. konularda toplumun bilinçlendirilmesi günümüzde can alıcı önem taşımaktadır. Aşk ile.
EKLER
Yol (Ana’dır,) Kadındır bu anlamıyla Alevi toplumsallığı Ana Kadının etrafında hayat bulur. Ana Kadının hakikat anlayışı rıza ve adalet üzerine kuruludur. Ana Kadının hakikat arayışında, dar-didar olup toplumsallaşan canlara aşk olsun. Doğadaki yani rıza dünyasındaki her varlık bizim için bir candır diyen canlara aşk olsun.
İkrar ve rıza esası hukukuna dayanan Ana Kadın eksenli Alevi inancının (öğretisinin) temelinde doğaya ve tüm canlı, cansız tüm varlığa saygı vardır. Alevi inancını (öğretisini) içselleştirmiş her can, toprağı, suyu, dağı, taşı, ağacı ve doğadaki tüm canlı, cansız varlıkları kutsar. Toprağına, ırmaklarına, dağına, taşına, suyuna pervane olup, cem olan canlara aşk olsun.
Mehmet KABADAYI
İletişim: Mehmet_k.34@hotmail.com