“Adaletsizlik karşısında sessiz kalıyorsanız, zalimin tarafını seçmişsiniz demektir.”
Desmond TUTU.
Osmanlı döneminde yaşanılan baskı ve acılar, Alevi toplumunun hafızasında halen sanki dün gibi çok canlıdır. 3-4 asır boyunca Kızılbaşla-Aleviler hakkında iftira dolu fetvalar verilmesi, fermanlar yayınlanması, Yavuz-Selim’in kırk bin Alevi’yi katletmesi, Kıbrıs, Girit, Modon vb. adalara sürgün edilmesi, I. Ahmet’in Sadrazam’ı Kuyucu Murat Paşa’nın otuz bin Alevi’yi ‘ateş kuyularında’ katletmesi, II. Mahmut’un 123 Cemazziülaher 1247 (1827) tarihli bir Ferman’la Alevi-Bektaşi Dergâhlarının (Tekkelerinin) bir kısmını yıktırması, yine 1834 yılında da Dergâh Avlusunun doğu köşesine de bir Cami’nin inşa edilmesi (o Cami bugünde orada varlığını devam ettiriyor) Alevilerin zihin dünyalarında bugün bile sarsıntılı bir şekilde devam etmektedir.
Zulümle abat olmayan Osmanlı’nın dağılış sürecinde, Mustafa Kemal Paşa; Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra, kongrenin yürütme organı durumunda olan temsil heyetiyle birlikte Ankara’ya geçerken, Hacı Bektaş’a uğrayıp Cemâlettin Çelebi Efendi ile görüşme kararı aldığı ve ardından 22 Aralık 1919 tarihinde yanındaki heyetle birlikte Hacı Bektaş’a uğradığı ve de Postnişin Cemâlettin Çelebi Efendi ile görüştüğü birçok kaynakta açık bir şekilde yer almaktadır. Mazhar Müfit Kansu anılarında, M. Kemal Paşa’nın Hacı Bektaş’a gediş nedenini şöyle aktarıyor: “Burası mühim bir merkezdi. Bütün Anadolu’daki üç, dört milyondan daha ziyade miktara baliğ olan Alevilerin merbut bulundukları Çelebi, Hacı Bektaş karyesinde oturmakta idi. O zaman Çelebi Cemâlettin Efendi’nin ve Dede Baba Postu Vekili Niyazi Salih Baba idi! Milyonlara varan Alevi-Bektaşiler, gerçi bitaraf bir vaziyette görülüyorsa da bunlar, Çelebi’nin, Dede Baba Vekili’nin emir ve iradesine tabi olduklarından bu zat ile görüşmek, onları tarafımıza çekmek için gerekliydi…”(…)
Alevilerin, Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında maddi ve manevi tüm güçleriyle Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarına destek verdikleri de inkâr edilemez bir gerçektir. 24 Temmuz 1923’te Lozan’da kendini uluslararası statüye kabul ettiren Cumhuriyet, belirlenen sınırları içinde “Türk- Sünni-Hanefi-İslam” (tekçi-inkârcı) bir ulusal kimlik ekseninde kendini kurumsallaştırmaya yöneldi. Bu eksende etnik ve inançsal alanda büyük bir çeşitlilik gösteren Türkiye’nin toplumsal yapısı, “tek ulus, tek inanç, tek millet ve tek din” denilerek Türk üst kimliği adı altında, Tüm kimliklerin “Türk-Sünni-Hanefi-İslam” bir potada eritilme sürecine gidildi. Bu süreçte başta Kürtler olmak üzere tüm farklı etnik kimliklere Türkleşmeyi, Alevilere de Müslüman’laşmayı dayattı!
Tek tipleştirmeye uygun bir şekilde Şeriye Bakanlığı yerine, Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle 3 Mart 1924 tarihinde 429 Sayılı Kanunla Diyanet, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlığına bağlı bir teşkilat olarak kuruldu. Yani Şeyhülislam’ın dininden Diyanet’in dinine geçildi ve kurucu irade tarafından Diyanet’e, toplumun dinsel alanda tek tipleştirilmesi görevi verildi. Devletin bir kurumu Diyanet ta başından beri tek tipleştirme aygıtı olarak çalışmaya başladı. O günden bu güne Diyanet kuruluş misyonu (görevi) gereği, Cami, namaz, ramazan orucu, sahur, iftar ve bayram gibi tüm “İslam’i” ritüelleri, Türkiye’nin dinsel gerekleri olarak yaygınlaştırdı. Oysaki bütün bunlar Alevi inanç (öğretisinde) sisteminde olmayan şeylerdi.
Yine bu çerçeve içerisinde Köy-Mahalle gibi yerleşim birimlerine Cami yapılması önkoşulu 1924 yılında çıkarılan 442 Sayılı Kanunla zorunlu hale getirildi. Yerleşim birimlerine bir şey yapılacaksa bunlar arasında Cami ön sıradan sayıldı. Yine 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına dair 677 Sayılı Kanun’un asıl muhatabı, sanılanın aksine Alevi kurumlarıdır. Başta Alevilerce çok önemsenen Hace Bektaş Dergâhı olmak üzere tüm Alevi kurumları (gericilik yuvaları suçlamasıyla) bu kapsam içine alınarak yasaklanıp dağıtıldı. Bu yasaklamalara ilaveten Alevi Yol önderleri Dede, Baba ve Çelebi gibi unvanlar üfürükçülükle, falcılıkla eşdeğer görülüp yasaklandı ve adeta II. Mahmut’un 1826’da yaptıkları tekrarlandı. Bu yapılanlar adaletsizlikler de “ilerleme-çağdaşlaşma” girişimi ve ‘laikliğin’ gereği olarak topluma sunuldu.
Alevilerin koşulsuz desteğiyle kurulan Cumhuriyet rejimi, kurulduktan kısa bir süre sonra ilk iş olarak Alevileri reddetti ve Alevilere yönelik asimilasyon ve imha politikalarını son derece planlı ve programlı bir şekilde uygulamaya konuldu. 1930’ların ortasında kaleme alınmış olan ve Dâhiliye Vekâleti, Jandarma Umum Komutanlığı tarafından hazırlanan gizli Dersim raporunda şöyle deniliyor; “Yavuz Sultan Selim’in gazabı olmasaydı bugün güzel Türkiye’mizde tek bir Sünni’ye tesadüf etmek belki de mümkün olmayacaktı. Eğer Yavuz’un gazabı Dersim’in yalçın dağları içine girebilmiş olsaydı, herhalde Dersim’i de bugün maddi ve manevi başka bir yol üzerinde görürdük.”(…) Açıkça görülüyor ki; Jandarma Umum Komutanlığı tarafından hazırlanan bu raporda Yavuz övülüyor ve yaptığı katliamlar onaylanıyor.
1930’lu yıllarda devlet yönetiminde bulunan kimi yöneticiler, açık bir şekilde ırkçı ve faşizan söylemlerde bulunurlar. Dönemin Başbakanı İsmet İnönü bir demecinde şunları söylüyor: “Bu Ülkede sadece Türk Ulusu ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.” Yine dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt bir konuşmasından şöyle diyor: “Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler…” İnsan haklarına aykırı bu yaklaşım, devletin ta başta öngördüğü bir şekilde “Türk-Müslüman-Sünni-Hanefi” kalıbına girmeyen herkesin, kendi tarihsel yurdunda yabancı hale gelmesini beraberinde getirdi.
Osmanlı döneminde “katli vacip” denilerek haklarında fetvalar çıkarılıp fermanlar yayınlanarak katledilip, sürgün edilen Aleviler, Osmanlı döneminde olduğu gibi 99 yıllık Cumhuriyet döneminde de inkâr politikalarıyla karşılaştılar. Horlandılar, dışlandılar, ötekileştirildiler, baskı, katliamlarla ve sürgünle karşı karşıya kaldılar. Aleviler, gelmiş–geçmiş tüm Cumhuriyet iktidarları döneminde rejim için “sorun” olarak algılanmaktan, asimile ve manipüle edilmekten kurtulamadılar. Yaşanılan bütün bu baskı ve inkârdan dolayı da daha düne kadar bulundukları (Oturdukları apartmanda ve iş yerlerinde) ortamlarda kendilerini gizlemek zorunda kaldılar.
Söylenenin ve düşünülenin aksine Cumhuriyet’in ilk yüz yılında, Aleviler açısında özgürlük alanlarındave eşitlik yurttaşlık konularında köklü bir değişiklik yaşanmadı. 1925’li yıllarda ortaya konulan ve günümüzde de hala devam eden dönüştürme politikaları, Alevi toplumunun hafızasında ciddi ve derin tahribatlar yarattı. Ama kimi Aleviler (çoğunluk böyle), bir asırdır adaletsiz bir gerçekle yaşıyorlar ve bu adaletsiz gerçekle yüzleşmek istemiyor. Kendileri açısından sanki bütün bu olumsuzluklar (baskı, inkâr, katliam ve asimilasyon) olmamış ve yaşanmamış gibi davranıyor. Evet, geldiğimiz bu noktada Cumhuriyet’in ilk yüz yılıyla yüzleşmenin tam zamanıdır! Geleceğe sağlam adımlarla yürümek istiyor isek, Cumhuriyet’in ilk yüz yılının her yönüyle yani laiklik ve tarihi dâhil yüzleşmek zorundayız. Ve yüzleşip bütün yaşanılanları gelecek nesillere tahkiye yapmadan aktarmak zorundayız. Bunu başardığımız anda itibaren bizden sonraki kuşaklar ileriye doğru düzgün bir şekilde yol alabilirler. Aksi halde, sağlıklı bir kurumsallık yaratılamaz ve isabetli bir şekilde yol alınamaz…
“Gelin özümüze sitem edelim
Hile ile hurd’a ile hal olmaz
Hakk’ın divanına biz de gidelim
Hakk katında yalan söze yer olmaz.” PİR SULTAN ABDAL
Sonuç: Evet, hiç şüphesiz Cumhuriyet’ten yanayız ama hangi Cumhuriyet? Gerçek manada, Demokratik Laik bir Cumhuriyet’ten yanayız! Tüm yurttaşlarını eşit gören, hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığına inanan ve sahip olan! Çoğulcu ve katılımcı olan, her yurttaşına eşit haklar sağlayan, kimsesizlerin kimsesi, gerçek manada bir sosyal devlet olan. Diyanet gibi bir kurumu ve okullarında zorunlu din dersleri gibi bir dersleri olmayan, bilimsel eğitime önem veren, eğitimi tekçi, ırkçı ve dinci müfredattan arındırmış olan! Yurttaşlarını din, dil, ırk, mezhep ve inanç olarak ayrıştırmayan Demokratik Cumhuriyet’ten yanayız. Yine yurttaşlarını etnik kimliğinden dolayı sorgulamayıp, ötekileştirmeyen, her türlü tercih ve farklılığın insanın doğuştan gelen ve anasının ak sütü gibi hakkı olduğunu kabul eden Demokratik Cumhuriyet’ten yanayız.
İnsanların eşit ve özgürce barış içinde yaşadığı bir dünya ve ülke diliyorum. Böyle bir dünyanın ve ülkenin özlemi için bedel ödeyenlere ve bu uğurda mücadele edenlere bin selam olsun! Aşk İle.
EKLER:
30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan 677 Sayılı Kanunla Alevi-Bektaşi Dergâhları kapatıldı ve varlıklarına el konuldu. Alevi-Bektaşi Yol önderlerinin Dedelik, Çelebilik ve Babalık gibi unvanları yasaklanıp falcılar, üfürükçüler ve muskacılarla aynı sepetin içine konuldu… (Aleviler bugün kendi dergâhlarında kiracı konumundadır…) Açıkçası günümüzde yaşanan sorunların birçoğunun temeli 1925’li yıllarda ortaya konulan ve devam ettirilen bu yasakçı, tekçi, inkârcı, baskıcı ve asimilasyoncu anlayıştan kaynaklanmaktadır.
Resim, Gaziantep Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri iş birliğinde inşa edilen ‘Yunus Emre Cemevi’ne ait! Alevi Kültür Dernekleri’nin (AKD) bir şubesi olan bu Yunus Emre Cemevi’nin açılışı 30.05.2022 tarihinde yapıldı. (Kaynak: https://pirha.org/antepte-yunus-emre-cemevinin-acilisi-yapildi-325779.html/30/05/2022/) Unutulmamalıdır ki; devlet yeniden inşa edilirken, Alevilik de yeniden inşa edilmeye çalışılıyor, bu inşa ediliş sürecinde de Alevi öğretisinin içi boşaltılıyor. Bilmeliyiz ki, inançlar kontrol altına alınıp iktidara bulaştırıldığında, ilk önce kendi içinde kaos (kagaşa), çatışma ve ayrışmalar yaşarlar. Alevi toplumu, yani Alevilikteki her sürek devlete, iktidara rağmen değerlerini, varlığını, birliğini, dirliğini koruyarak bu günlere gelmiştir. “Yol Cümleden Uludur” düsturu ilke edinilmeli ve Alevilik hiç bir zihniyetin arka bahçesi, müdahale alanı hâline getirilmemelidir.
KAYNAKÇA:
1-Mehmet Kabadayı, https://alevinet.com/2017/12/09/tarihi-hakikatlerle-yuzlesme/
2-Mehmet Bayrak, Alevilik ve Kürtler, Öz-Ge Yayınları.
3-31. 08. 1930 Tarihli Milliyet Gazetesi.
4-19. 09. 1930 Tarihli Milliyet Gazetesi
5-Mehmet Kabadayı, Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemi Kitle Katliamları!
Yürekli yoldaşım. Selam v esevgiler.