Alevi inancı ve öğretisinin özgün halini bir dönem de olsa yaşayan bir insan olarak, inancımızın tarihsel sürecini araştırırken, kendi yaşamımdan ve etrafımızda yaşayan Alevi/kızılbaşlar da korunma amaçlı takiyye sürecinin ne denli pahalıya mal olan bir süreç olduğunu da anlamış oluyorduk.
İnanç ve öğretimize ilişkin olarak, büyüklerimizden bize yapılan telkinler, “Alevi olduğunuzu söylemeyin!” şeklindeydi. Korunma amaçlı takiyye’lerin bir sonucu olarak telkinler, inanç dünyamızda ve kişisel gelişmemizin önünde önemli bir engel olduğunu düşünüyorum. Bu süreç zayıf ta olsa sürmektedir…
Özellikle Kızılbaş kelimesini ailemden hiç duymamıştım.
Neden “alevi olduğunu söyleme” sözü, toplumsal yaşamımız içerisinde en iyi kavradığımız bir süreçti. Bu süreçlerin ruhi şekillenmemizde ki rolü çok önemli bir boyutta için olduğu araştırmalarla ortaya konması gereken sosyolojik süreçlerdir.
Neden Takiyye’ye zorlanıyorduk?
Ailemizde duyduğumuz “Ali Sırrı” sözü tüm hayatımız boyunca bir yemin gibi belleğimizin en önemli yerinde yer tutmuştu.
Neydi “ Ali Sırrı” ?
Köy yaşamında, köy sınırları içerisinde böyle bir sınırlama yoktu. Kentten korkuluyordu!
Kent deyince ilk olan ve bilinen devlettir. Kent koşulları ise ruhsal gelişmemiz üzerindeki değişim ve gelişim anlamında yeni sürecinin adı idi.
Kent koşullarında inanç ve öğretimiz gelişmesini tamamlayabilecek mi? Ya da gelişmesini sürdürebilecek mi?
Başka bir boyut; Alevi İnanç ve öğretinin Özgün halini koruyarak ileri kuşaklara aktarılabilincek mi?…
Zamanla “Ali Sırrı”nın kime karşı? Niçin? sorularını yaşımız ve olgunluğumuzla birlikte sorgulanmaya başladık.
“Ali Sırrı” neydi?
Sırlar neden saklanmalıydı?
Hakikat neden gizleniyordu?
Kimler bu sırrı biliyordu?
Sırlar ne zaman kimler tarafından canlara aktarılıyordu?
Bu sorular çoğaldıkça inanç ve öğretimiz üzerine olan ilgimiz artıyordu elbet.
Sonraları bu sırrın inancımız ve öğretimizin felsefesi olduğunu kentlerde anlamıştık. Kentler bize sorgulama olanağı vermişti. Kent olanakları, Kapitalist modernite koşulları, inanç ve öğretileri çokta kıskaçta tutamıyordu. Tek ulus / inanç sistemi ve politikası, kentlerde taviz vermek zorunda kalmıştır. Kapitalizm, sömürü düzenini sürmesi karşılığında, kısmide olsa örgütlenme olanakları sunmuştur. Bu durum, ulusal bilinç yanında inançsal gelişimin de önünü açmıştır.
“Söz var halk içinde, söz var hulk içinde” bu öğretimizin temelini oluşturmaktaydı.
Artık kapalı ekonomik düzenden uzakta, modernite olanakları içerisinde İnancımız ve öğretimizi takiye yapmadan sahiplenebiliyorduk.
Bu bilincin yüksekliği şehirdeki yaşamamızın bir kazanımı gerçeği, Alevi örgütlülük düzeyinin ulaştığı boyutu ile eşleştirilebilinir.
Peki, inancımız ve öğretimiz neden sırda saklı idi?
Hakikat yolculuğu ne idi?
Sır hakikatta gerçekliğe mi dönüşüyordu?
İnancımız ve öğretimiz gerçekliğini hakikatte mi bulacaktı?
İşte tüm bu sorular ve yaşadığımız Aleviliğin, izinin sürülmesi ve felsefesinin kaynağı olan Batinilikle bağını kurarak, Hakikatin gerçekliğini felsefe de bulması gibi bir yeni süreç Alevilik için de söz konusudur.
Bundan tam 20 yıl önce Pir Sultan Abdal Dergisinde yayınlanan bir yazıda, “ Uzun bir tarihi süreçten süzülerek gelen, farklı uluslardan ve milliyetlerden insanların yaşam felsefesine dönüşen Alevilik; beş bin yıllık yürüyüşünde İslam öncesi yapısı ile önemli aydınlanma felsefesi konumunda olması” hususu belirtilmiş olması Aleviliğin tarihsel ve inançsal boyutunu göstermesi anlamında çok önemlidir.
Burada şu hususu da hemen belirtmeliyim. Alevi inanç ve öğretisinin yalnızca vakayinameler tarihi olamaz. Vakayinamlere, bakış açımı da ifade etmek istiyorum. Düşünen, yorum yapan, etrafındaki şeylere olduğu gibi bakan her insanın ayrıca çevre ve kültürlere dair tasavvur ettikleri bir dünyayı düşlerken, kabul edemeyeceğimiz fantezilerini de yansıttıkları ortadadır. Vakayinameler çoğu zaman gerçeklikten çıkıp düşler âleminde gezinti ile sonuçlanmıştır. Kısaca tarih toplumu yerine yalnızca vakayiname toplumu konursa gerçeklikten uzaklaşmış, doğal toplumu göremez hale geliriz. Ancak bu tarihsel belgeleri bir tarafa bırakmanın da bir yararı olamaz.
İşte bu yüzden, tüm dinlerin ve inançların ve de öğretilerin yer aldığı bir botanik bahçesini düşünelim. Bu botanik bahçeye Batini kapıdan girerek, Alevi inanç ve öğretisinin geçirmiş olduğu süreci ve de ifadesini bulduğu felsefe boyutunu görme şansına sahip olabiliriz. İşte bu sebeple Batiniliği soluyarak, bir iz kabul ederek, sırrı hakikat yolculuğuna devam etmek inanç ve öğretinin Özgün halinin korunması anlamına gelmektedir.
Günümüzün Alevi inanç ve öğretisinin en önemli sorunu, Batini pencereden yoksun olmaktır.
Takiye süreci tamamlanmıştır. Ruhsal şekillenme gerçekleşmiştir. Öğretinin ve inancın özgün ve bağımsız olduğu, tüm araştırmalarda tescillenmiştir.
Aleviler, artık “ batin ile zahirin buluştuğu nokta bizim manyetik kuzeyimizdir.” Diyorlar
Şimdi sıra Takiyye ile elde edilen korunma zırhların çıkarılmasındadır. Ancak bu da uzun bir sürecin yaşanmasına neden olabilecek bir husustur.
.