1921’de zorunlu göçe tabi tutulan Koçgirili bir ailenin çocuğu olan ve kendini ‘itirazları olan muhalif sanatçı’ olarak tanımlayan Ressam olan Gülizar Kılıç, “Sanatın bir yüzleşme birde iyileştirme gücü var. Yüzleşince iyileşiyorsun” dedi.
İzmir’de Halkların Köprüsü tarafından düzenlenen 3’üncü Mülteci Film Festivali başladı. Film festivali, 8 Ekim’e kadar sürecek. Festival kapsamında İzmir Sanat’ta düzenlenen “Bir acıdan bin acıya” adlı resim sergisinde Ressam Gülizar Kılıç’ın resimleri 15 Ekim gününe kadar sergilenecek.
Gülizar Kılıç, 1921 Koçgiri İsyanı’nda ailesi Erzincan Refahiye’den Eskişehir’e ‘ölüm göçüne’ gönderilen ve büyük acılar yaşatılan bir ailenin mensubu olarak zorunlu göçten 27 yıl sonra dünyaya gelir. Alevi ve Kürt kimliklerinden kaynaklı büyük acılar yaşatılan bu ailenin en büyüğü ‘Koca Mustafa’ isimli dedesi köylülerce linç edilerek katledilir.

Kolluk güçlerinin ‘cezasızlık politikası’ ile tek bir kişi dahi ceza almaz iken, Gülizar Kılıç‘ın dedesinin cenazesine el koyan devlet aileye bir ‘mezar taşını’ dahi çok görür. Dedesinin hala bir mezarı yoktur!
Savaşlardan, çatışmalardan, katliamlardan kaçan ve trajediye dönüşen bu hikayenin kendisindeki etkisi üzerinden atamayan Gülizar Kılıç ile ailesinin göç hikayesi, Alevi Kürt bir ailenin travmalarını, kamu çalışanından ressamlığa uzanan yaşam öyküsünü, resim yaparken beslendiği-etkilendiği argümanları, muhalif sanatçı kimliğinin itiraz ve isteklerini konuştuk.

‘Eskişehir’e gelen bir Kürt aile ancak tek bir mekana yerleştirilmişler’
Koçgiri’den Eskişehir’e kadar ki hüzünlü göçlerini büyüklerinden duyduğunu kaydeden Kılıç, “Ben Eskişehir’de doğdum. 1921’de genel bir Koçgiri sürgünü söz konusu olunca benim ailemi de Eskişehir’e göndermişler. Eskişehir’e gelen bir Kürt aile ancak tek bir mekana yerleştirilmişler. 2 ailenin yerleşmesine izin verilmemiş. Orada büyük acılar yaşamışlar. Dedemi linç ederek öldürmüşler. Devlet dedemin cenazesine el koyarak ailesine teslim etmemiş. Mezar yeri dahi bilinmiyor. Babam burada evlenmiş ve annem ise oranın yerlisi Türkmen Alevi bir yörük. İşte tüm hikayemiz kaba hali ile böyle” diye anlattı.
‘Bu katliam beni profesyonel resim yapmaya tetikledi’
Öğrencilik yıllarında resme ilgi duyan ve çalıştığı dönemlerde de dahi çocuklarının ihtiyaçlarını görerek resim dersleri aldığını aktaran Kılıç, “Ortaokul ve lise yıllarında merakım vardı ve resim yapıyordum. Kamuda yıllarca çalıştım. Resmi profesyonel olarak yapmıyordum. Çalışıyordum ve 2 çocuğum vardı. Onları doyurduktan sonra geceleri ders alıyordum. Halepçe Katliamından sonra çok yoğunlaştım ve bu katliam beni profesyonel resim yapmaya tetikledi” dedi.

‘Sanatın bir yüzleşme birde iyileştirme gücü var’
Kılıç, ‘erkek devletlerin’ savaşlarının en çok kadın ve çocuklarını vurduğunu kaydederek, “Savaş korkunç bir şey. Savaşlar en çok kadınları ve çocukları vuruyor. Kadınlar göçte açı çekiyor. Çocuğunu barındırmak, yıkamak, beslemek zorunda. Köyler boşaltıldı ve kadınlar elbise yıkayabilecek bir sabun dahi bulamadılar. Özgür bir dünyasında; tarlası, koyunları var. Her türlü gereksinimini topraktan elde ediyor. Kente geliyor ve bir odaya sıkışık kalıyor. Erkek işe giderek para kazanıyor ama kadın bütün yükü çekiyor. Çok büyük bir travma. Kadınların emeği görülmüyor ve savaş ilk kadınları vuruyor. Eylül ayı içerisinde 38 kadın öldürüldü ve bu benim canımı acıtıyor. Çizerken dahi yüreğim ağrıyor, sıkıntı yaşıyorum. Sanatın bir yüzleşme birde iyileştirme gücü var. Yüzleşince iyileşiyorsun” şeklinde konuştu.
‘Madımak büyük bir acı, hissetmek bana ağır geldi’
Sivas Katliamı gibi birçok toplumsal olaya sanatıyla eleştirel bakabilmenin örneklerini sergileyen ve bunu ‘Çalışırken çok acı çektim, hissettim’ diyerek tarif eden Kılıç şöyle devam etti: “Çalışırken çok acı çekiyorum, sanki yaşıyormuşum gibi. Madımak Katliamı döneminde ben çalışıyordum. Eşim Sivaslı ve akrabaları olan Menekşe ve Koray orada öldüler. Sanatçıları, düşünürleri kaybettik. Devletin gözü önünde o insanlar yakıldı. Sivas’ı yakınların davaları zaman aşımına uğratıldı. Orada büyük bir katliam ve canım acıyor. Devletin tercihi ve cumhuriyetin problemi. Bu sergiyi çoktan yapmak istiyordum. 6 aylık süreç vardı ve elimde az bir malzeme vardı. O acıları yaşadım ve hastalandım. Çok duygusal bir insanım ve bunun fiziken yansımaları oluyor.”
‘Halepçe Katliamı isyanım en çok yükseldiği nokta oldu’
Duyarlılığının yükseldiği ve itirazının kesiştiği noktada kendisini ifade edebilmesinin en iyi aracının resim olduğuna vurgu yapan Kılıç, “Bizler bu ülkede adil, özgür, eşit yurttaş olmak istiyoruz. Kürt, Türk, Çerkez, Ermeni, Sünni veya Alevi vs. ne olursak olalım tek bir istediğimiz var eşit yurttaş olmak. Devlet ve cumhuriyet bu fırsatı bize vermiyor. Aradan 100 yıl geçti ve halen aynı problemleri konuşuyor ve aynı şeyleri yaşıyoruz. Birazcık altını oyuyorsunuz ki altından tekçilik çıkıyor. Devlet, Anadolu’nun gerçeğini kabul etse biz birlikte barış içerisinde yaşayacağız. Politikacı değilim, kendimi kimseye ifade edemiyorum. Bunu nasıl yansıtabilirim; resimle yansıtabilirim. Sesim de iyi olmadığı için müzikle yansıtamam. Resme yoğunlaşmam da buradan oldu. Halepçe Katliamı isyanım en çok yükseldiği nokta oldu” diye belirtti.
‘Yurttaşlarım eşit ve adil yaşasın istiyorum’
Muhalif sanatçı kimliği ile itirazlar geliştirdiğini sözlerine ekleyen Kılıç, Maraş merkezli deprem sonrasında göç yollarına düşen kadınları işleyeceğini bir çalışma alanı düşündüğünü belirterek, “Ben Türkiye koşullarında muhalif bir sanatçıyım. Çünkü itirazlarım ve isteklerim var. Dünya milletleri içerisinde ülkem bir yere gelsin, yurttaşlarım eşit ve adil yaşasın istiyorum. Ülkede her dakika bir olumsuzlukla karşılaşıyoruz. Bu ay içerisinde 38 kadın öldürülmüş ve ben kadınların katledilmesini istemiyorum. Adı cumhuriyet, laiklik, demokrasi ama ülke olarak başka bir ülkedeyiz. İfade özgürlüğünü kullananlar ise ya cezaevinde ya da susturuluyor. Ben yine de göç ve kadınları çalışacağım. Yakın zamanda deprem ve kadınları işleyen bir çalışma içerisinde olacağım” ifadelerini kullandı. (Kaynak: PİRHA)