Şair Remzi Tanrıverdi, şiiri “Ruhumuzun paylaşabildiğimiz hatıralarının şekli ve şemaili” olarak tanımlarken, “Şiirlerim salt bana ait olamayacak kadar çok ortağa sahiptir” sözleriyle de şair ve toplum arasındaki kopmaz bağa işaret ediyor.
Diyarbakırlı şair Remzi Tanrıverdi, yazar Metin Aydın’a sanata yaklaşımı, şiir dünyası ve hayat üzerine değerlendirmelerde bulundu.
Remzi Tanrıverdi: Hiç kimse “ben hiç kimseyim” diyecek kadar cesur değildir
Birçok Kürt gibi Şair Remzi Tanrıverdi’nin hayatı da 01.01.1965 tarihinde resmi olarak başlasa da aslında doğduğu ayı da günü de bilen yok. Dedesi Liceli Şeyh Abdurrahman’ın kulaklarıma ezan eşliğinde fısıldadığı Remzi ismi ile yaşam serüveni başlayan şair Tanrıverdi, kimsiniz sorusuna şu yanıtı veriyor: “Şeceresi, ruh dünyası, dış dünyası bu kadar ağır ortamlarda şekillenmiş bizim (benim) gibi gayri iradi, gayri ihtiyari ‘kimlere’, kim olduklarını sormak ve doğru cevap beklemek (ki olduğunu sanmıyorum) günaha, suça, gayri doğruya zorlamaktır.
Hakikat duygusunu kasmaktır. Çünkü hiç kimse “ben hiç kimseyim” diyecek kadar cesur değildir henüz. Ayrıca her kim ise her ne ise insan evladını da diğer canlılık kadar seviyorum. Şimdiki halime kadar ben buyum işte!”

Şair Tanrıverdi, şairliğinden de öte bir siyaset bilimci olarak, Viyana Üniversitesi siyasal bilimlerde Doktora dahil 8 yılını ve Brighton Üniversitesi’nde de bir yılını siyaset bilimine veriyor.
‘Ruhumuzun paylaşabildiğimiz hatıralarının şekli ve şemailidir şiir!’
Şair Tanrıverdi, şiir yazmayı ise şöyle ifade ediyor: “Her ne söylüyorsam, yazıyorsam elbette ki içimde oluşanları dışarıya aktarmak (atmak) içindir. Adı sanı ne olursa olsun konuşmak, yazmak, çığırıp bağırmak ve çok ileri gidersek; sabrım ve suskunluğum bile bir ifade ihtiyacındandır. Sanırım şiir dediğin/m-iz usul de bu tür bir yükselme ve derinleşme anlarımızın resimleridir. Ruhumuzun paylaşabildiğimiz hatıralarının şekli ve şemailidir şiir! Ben hiçbir şiiri hikâyesiz, hatırasız, özlemsiz yazamadım. Şiirlerim salt bana ait olamayacak kadar çok ortağa sahiptir.”
‘Yürek yangınları kendisini paralayınca, şiir olarak gün yüzüne çıkıyor’
Tanrıverdi, şiirlerine yoldaşlık edenleri de şöyle sıralıyor: “Liceli kaçakçının gece seferlerinden Murat çayı anlatılarına, Peşmerge anılarından Melle Mustafa Barzani’nin at sırtındaki o heybetli duruşuna, Hezil Çayı’nda son nefesini bir deste nergis gibi bağışlayan kardeş Veysi’den Erivan radyosunun ilk stranına, karşılıklı/karşılıksız aşklardan tarihimizin bize aktardığı bütün acı ve sevinçlerimiz Şiir/imin ruhunun hamurudur, ortaklarıdır/lar. O kadar anı, hatır, hatıra, acı, yenilgi, yengi, özlem, hasret, yürek yangınları kendisini paralayınca, demek ki şiir olarak da gün yüzüne çıkıyor. Öyle olduğuna göre Şiir’e ve şaire düşen de devamla namuslu ve yiğit bir ortaklığı sağlamaktır. Şiir benim için bu hikâyelere bir bütün olarak sahip kalmayı başarmaktır.”

‘Sanatla bezenen birey ve toplumlar hayatı daha kolay anlama şansına sahip olurlar’
Sanatın kişinin yaşamındaki etkisine ve toplumla ilişkisine değinen Tanrıverdi, sözlerini şöyle sürdürüyor: “İnsan birçok temel özelliklere sahip olmakla birlikte, temel karakterlerinden biri de kendisi ve toplumu için sanat üretme yeteneğidir. İnsan böylece de -yani sanatsal üretim gücü sayesinde- hem toplumsal bir varlık olma özelliğini koruyor hem de toplumun düşünsel, duygusal ve entelektüel düzeyinin estetsize olmasını sağlayan unsurlar sağlıyor. Toplum ve bireyler bu tür bir birikimden kolayca etkilenir ve kendisi için fayda sağlamaya çalışır. Sanatla bezenen birey ve toplumlar hayatı daha kolay anlama şansına sahip olurlar ama tabii ki şansına!..”
‘Hiçbir kaçakçı kafilesi eksiksiz dönmezdi Lice’ye’
Lice’den kaçağa giden yolcuların hikayelerinin yaşamında bıraktığı izlere basa basa sanat yaşamında mısra mısra kendine yol açan Tanrıverdi, şunları aktarıyor: “Artık ölüm dâhil kısmet ne ise! İşte, o kaçakçılar gecenin köründe bizim evin önünden, o bahçelerin içinden ve o taşlı çakıllı sahte yoldan atlarıyla geceye ve herkese “işte gidiyoruz” sesi bırakırlardı… Nal seslerinin ve insan sessizliğinin ardında o kadar derin bir merak, heyecan ve korku bırakıldığını yaşamak, rahat bir şey olmasa gerek. O gidişleri baştan sona karanlık bir odadan, nefesini tutarak bir perde arkasından bir çocuk olarak izlemek…
Her şeyi emanet bırakan o gidişler, ay ışığının altında içime sıralı mezarlar gibi derinden yaralar açıyordu. Ne onlarla gitmek ne de onları bırakmak istemiyordum. Başta kendim olarak hiçbir şeye güç getiremeyeceğim duygusu öyle bir işliyordu ki içime, onların dönüşünü beklemekle içimdeki kazılı mezarların teker teker kapanacağını, içimdeki yaraların iyileşeceğini düşünüyordum. Hiçbir kaçakçı kafilesi eksiksiz dönmezdi Lice’ye…
Atların ve insanların kucak kucağa ölümleri öyle bir güzelce, yiğitçe anlatılırdı ki Lice’nin tek çarşısında… Evlerin odaları, avluları, ev damları derinden iç çekmelerle inliyor gibiydi. Kursağımız dopdoluydu. Kaderimiz öyle kolayca elimizden alınıyordu ki; Sadece ağıtlara yüklenememeliydi anlatmak istediklerimiz. Bütün o acıların içinden sevinçleri ayırmak, sevinçlerin büyüdüğü şiirler, türküler, romanlar, öyküler üretmeden o acıların üstesinden gelmek kolay görünmüyordu…”

‘Onlara sadakatimi paylaşmak için sabırsızlanıyordum’
Şair Tanrıverdi ilk şiir kitabı Aşkın Menziline Girerken’in yayınlanma sürecini ise şöyle anlatıyor: “İlk kitap ile ilk doğum arasında bir fark var mı bilmiyorum, ancak içimdekilerin bir an önce sahibine ulaşması gerekiyordu. Şiirler birikmişti, her biri bir hikâye, anılar, sırlarla dolu yaşamlar ve onlara sadakatimi paylaşmak için sabırsızlanıyordum. Yıllardır birikmiş yükü boşaltmam gerekiyor gibiydim o süreçte. Ancak böylece bir iyilik yapmış olacaktım kendim(c)e. İlk şiir kitabım ‘Aşkın Menziline Girerken’, Cem Yayınevi tarafından, 1997 yılında yayınlandı… ‘Hasretinden Prangalar Eskittim’ kitabı ile aynı renk kapaklı; mavi ve beyaz! Bu beni çok mutlu eden bir şey olmuştu, sanki bir tılsımı varmış gibi bakıyordum her iki kitaba da! İlk ve ilk! ‘‘Aşkın menziline girerken’’ ilk şiir kitabım olmasına rağmen, çok güzel tepkiler aldım. Duygularım ve düşüncelerim, özlemlerim sanki bir adım ötede cisimleşmiş gibiydi.
Öyle kolay anlaşılmıştım ki! Değerli bir arkadaşımız o zaman bir gazete için benimle yaptığı bir söyleşinin başlığını, “Ateşten Peygamberini Arayan Şair’ olarak seçmişti. Bu söyleşi yayınlandığında etrafımdaki herkes ateş kesilmişti sanki. Bu tür sayısız tepki almıştım. Kitap dâhil hepimiz heyecanlanmıştık. O zamanı belki de hiç unutmayacağım.”

‘Şiir umudumuzun ateşi olsun’
“Eğer coğrafya kader olsaydı bizler bu uğursuzluklara asla uğramamalıydık, kaderimiz de coğrafyamız kadar güzel olmalıydı” diyen şair Tanrıverdi, ülkedeki insanların birbirine çektirdiği acıların kendisini dehşete düşürdüğünü belirterek şunları ifade ediyor: “Mutlulukların çoğu bir ıslığa kurban edilmiş basit ama zor hallerimiz vardır. Çoğu şeyin, kimsenin muradı alınmamıştır henüz. Bu ıstıraplı yaşam içinde umutta vardır, büyüyen umudun güzellikleri, hayallerimizin gerçekleşeceği günler…
İşte şiir bu umudun ateşi olmalıdır. Sönmeyen ateşi. Şiir insanımızın yüreğine sevgiyi, iyiliği, güzelliği, zora dayanmayı zorbalığa karşı koymayı işaret etmelidir. İnsan ne kadar eşitliği, özgürlükleri özlüyorsa şiir bu özlemleri hiç yorulmadan, yılmadan savunmalı, kendisine dert etmelidir. Güzelim ülkemiz de şiirimiz de özlediğimiz gerçek kaderimizin taçlandırılmış halleri olsunlar. Şiir umudumuzun ateşi olsun; sönmesin.”
‘Anadili şairin kendisi, ek diller ise şiirleri olarak tanımlayabilirim’
Anadilin yanında birçok dil konuşmanın şairin üretimine katkısına değinen Tanrıverdi, “Çok dilli bir şair olarak bu durumun edebi kimliğine nasıl bir yansıması oldu? Birden çok dil ile konuşmak, yazmak, dinlemek birçok imkân veriyor. Ancak bu birçok koşulda sadece teknik bir imkân olarak el altında kalıyor. Sanırım ben asıl edebi kimliğimi anamdan ve anadilim olan Kürtçenin o derine işleyen etkilerinden almışım. Kürtçe, Türkçe, Almanca, İngilizce konuşurum, yazarım, dinlerim, Farsçayı iyi dinlerim, konuşurum ancak hangi dili konuşursam konuşayım, hemen Kürtçe anlamını soruyor beynim. Bu ciddi bir edebi/ebedi faktör olmalı. Anadili şairin kendisi, ek diller ise şiirleri olarak tanımlayabilirim. Kaç lisan bilirseniz bilin emin olun ki minik bir şairliğiniz bile varsa; tek insan ve tek dünyasınız” diye belirtiyor. PİRYOL