Cemevlerinde oruç açma yemeği veren İçişleri Bakanlığı’na HDP Milletvekili Kemal Bülbül’den tepki: Alevi toplumunun varlığının kabul edilmesi lazım.
HDP Milletvekili Kemal Bülbül, genelge yayınlayarak, cemevlerinde oruç açma yemeği veren İçişleri Bakanlığı’na ve Valiliklere tepki gösterdi.
Devletin öncelikle Alevilik inancını tanıması gerektiğini belirten Bülbül; “Muharrem Orucu denmesinin sebebi, Ramazana benzer bir şey oluşturma ve bir Sünnileştirme çabasıdır. AKP kurnazlık yapıyor. Yas-ı Kerbela’yı fırsat bilerek buradan kendine bir politika devşirmeye çalışıyor” ifadelerini kullandı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu imzasıyla Valiliklere gönderilen bir tebliğ ile tüm Vali ve Kaymakamların Muharrem oruç açımlarına katılması istendi. Genelgeye göre, vakıf veya derneklerin kurduğu Muharrem ayındaki sofralara mümkün olduğunca katılım sağlanması, en az bir gün Vali veya Kaymakamların ev sahipliğinde Muharrem orucunun açılması ve aşure etkinliklerine de katılım sağlanması öngörüldü.
‘Yas-ı Kerbela ibadetidir’
Önceki dönmelerde Pir Sultan Abdal Kültür Derneği Başkanlarından, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Antalya Milletvekili Kemal Bülbül, genelge yayınlayarak, cemevlerinde oruç açma yemeği veren İçişleri Bakanlığı’na ve Valiliklere tepki gösterdi. Bülbül, “Birincisi bizim orucumuzun adı Muharrem Orucu değil. Yas-ı Kerbela ibadetidir. Muharrem ayı içerisinde olan bir ibadettir ama adı Muharrem Orucu değildir. Dışsal aklın, dışsal gözün, egemenlerin ifade ettiği bir tabirdir. Bizim ibadetimizin adı Yas-ı Kerbela’dır, 12 İmam Orucu’dur, İmam Hüseyin Orucu’dur. 3 tane sıfatlandırması vardır. Peki niye Muharrem Orucu denir? Muharrem Orucu denmesinin sebebi, Ramazana benzer bir şey oluşturma ve bir Sünnileştirme çabasındandır” dedi.
‘Alevilikte sadece yas tutulur ve karanlık olduğunda oruç açılır’
Muharrem Orucu tabirini biz kabul etmediklerini ifade den Bülbül, sözlerini şöyle sürdürdü: “İkincisi Muharrem Orucu’nun tutuluş biçimi, yasının yaşanış biçimi halkın geleneksel değerleri ile oluşmuş ve tartışmasız bir şekilde yerleşmiş ve bitmiştir. Devletin, devlet aklının, devlet dinini teşkil eden Diyanet ve kurumlarının kendine benzetmek, asimilasyon oluşturmak amacıyla yapmış olduğu düzenli-düzensiz saldırı ve yönlendirmelerin tamamı asimilasyon ve egemen-köle ilişkisi içerisinde tabir edilecek ilişkilerdir. Mesela Diyanet Hacıbektaş’ta Muharremiye diye bir etkinlik düzenlemek istedi. Biz bunun üzerine gidip, itiraz edince Ankara’ya aldılar. Muharremiye diye bir program yok. Bu Osmanlı’da devlet tarafından düzenlenmiş olabilir ama Alevilik de böyle bir program yok. Alevilik’te iftar diye de bir şey yok. Alevilikte sadece yas tutulur ve karanlık olduğunda oruç açılır ve orada biter. Bunu bir ritüele, bir programa, bir sofra kültürüne çevirmek ayıptır. Böyle bir şey olmaz. Kabul etmemiz mümkün değil.”
‘Toplumsal talepler toplumun kendisine sorulur’
Devletin Alevilerin inancını ve ibadethanesini tanımadığına vurgu yapan Bülbül, “Bugüne kadar Alevi inancının hiçbir değerini, kurumunu, ritüelini ve ibadetini kabul etmeyen Diyanet ve devlet ne oluyor da birden bire cemevlerine üç beş kişi gönderiyor. İşte tam efendi-köle ilişkisi dediğimiz şey budur. Yani köy ağasının evlere birkaç kişi gönderip, ‘hele şunları bir dinleyin, ne söylüyorlar’ demesi gibi bir şeydir. Demokratik düzenler de toplumsal talepler böyle sorulmaz. Toplumsal talepler toplumun kendisine, toplumun demokratik, meşru temsilcilerine ve toplumu teşkil eden kurum ve kuruluşlara sorulur ki bu zaten sorulmuştur. AKP, 2008 yılında biz ‘eşit yurttaşlık’ mitingleri başlattığımız da, 2009’da hemen Alevi açılımı, Roman açılımı, Kürt açılımı diye 3 süreç başlattı. Ve üçünde de iflas etti. Açılım demek ben buraya kapalıyım demektir. Aleviye kapalı, Romana kapalı, Kürt’e kapalı. Kapalılığı nedir? Ret ve inkâr, kabul etmemedir. Devlet açısından da böyle hükümetler açısından da bu böyledir ve açılamadılar” ifadelerini kullandı.
‘Yasak olan bir inancın hakları olur mu?’
Alevi inancının inkar edildiğine değinen Bülbül, sözlerine şöyle devam etti: “Ret ve inkar edilen etnik kimliklere karşı suç işlemiştir. Bu suç öyle 3-5 kişiyi gönderip bunları dinleyin, ne istiyorlar demekle giderilecek bir şey değildir. Bir yüzleşme ile çözülecek bir şeydir. Kendi eksikliğini kabul etme ile karşısındakinin inancını, toplumsal varlığını kabul etme ile olur. Kaldı ki Alevi toplumuna yönelik söyleyeyim bunu, sevgili Alevi canlar, sevgili Alevi toplumu, Ocakzadeler, Ocak evlatları, kurum yöneticileri şunu bilelim; bu mevcut devlet ve hükümet Alevi toplumunun varlığını kabul etmiyor ki biz bunlardan hak talebinde bulunalım. Varlığını kabul etmediğini nereden biliyoruz? 1925’de ki ‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu’ndan. Tekke ve Zaviyeler Kanunu ile birlikte 1925’ten bu yana Alevilik yasaktır. Yasak olan bir inancın hakları olur mu? Önce toplumsal varlığımız kabul edilecek, inançsal varlığımız kabul edilecek sonra hak alma noktasına geleceğiz. Dolayısıyla AKP kurnazlık yapıyor. Yas-ı Kerbela’yı fırsat bilerek bunu da Allah’ın lütfuna çevirerek tıpkı darbede ve benzeri süreçlerde olduğu gibi buradan kendine bir politika devşirmeye çalışıyor.”
Alevilerin varlığını kabul edin
Devletin Alevi inancını ve Alevilerin ibadethanesini kabul etmesi gerektiğine vurgu yapan Bülbül, “Alevi toplumunun demokratik haklarının verilebilmesi için varlığının kabul edilmesi lazım. Sonra hak alma noktasına gelinecektir. Bunun içinde Alevi toplumunun ve Alevi kurumlarının paydaşları ile birlikte, emekçiler, kadınlar, yoksullar, Kürt halkı, yöre dernekleri, devrimci-demokratlar, sosyalistler Alevilerin paydaşlarıdır ve bunlar sayıldığında Türkiye’nin yüzde 65’inin 70’inin teşkil eden bir topluluktur. Bu topluluk niye AKP’den hak talebinde bulunsun? AKP kim oluyor? Biz zaten kendimiz bir gücüz. Bunu kendimizin sistematize etmesi gerekiyor. Bu anlamda cemevlerine insan gönderilmesi, kurumlara insan gönderilmesi, Diyanet tarafından Alevi toplumu ile alay etmek, dalga geçmektir. Ve efendi-köle ilişkisini sistematize etmektir. Bunun kabul edilmesi mümkün değil” diye belirtti. (Kaynak: PİRHA)